07 Ağustos 2024 02:17

Sovyetler hakkında doğru bilinen yanlışlar

SSCB her ne kadar günümüzde patates ve yoksullukla özdeşleştirilse de aslında günümüzde bizlere ulaşılamaz olarak gösterilen imkanların nasıl ulaşılır kılındığının bir örneğidir.

Silahlı askerler ‘Komünizm’ yazan bir pankart taşıyor, Nikolskaya caddesi, Moskova, Ekim 1917 (Fotoğraf: Foto Scala, Firenze/bpk, Bildagentur fuer Kunst, Kultur und Geschichte, Berlin)

Paylaş

Batuhan ENGİNER

İTÜ

 

Geçtiğimiz günlerde 33 yıl önce yıkılmış olan SSCB’nin nasıl hala dünyanın en çok olimpiyat altın madalyasına sahip ikinci ülke olduğuna ve nüfusu Hindistan’ın yüzde birinden bile daha az olan Macaristan’ın nasıl daha çok madalya sahibi olduğuna dair kimi tartışmalar gerçekleşti. Bu başarı için sosyalist bloğun spora yaptığı yüksek yatırımları işaret edildi. Meşhur bir bale sanatçısından modern matematik eğitiminin öncülerine, uzay yarışından sağlık politikalarına… Bu yazı önemli bir soru soracak: Neden insanlar hala SSCB’yi bu kadar çok konuşuyor? Bugün birbirinden ayrılmış birkaç ülkenin eskiden tek devlet olmasından mı ibaret yalnızca? Günümüzde patates yeme şakalarıyla anlatılan yaşam koşulları gerçekte nasıldı? Hatay’da depremden hasar almayan lojman veya YouTube’daki bir röportajda karşımıza çıkan Doğu Avrupa köylüsünün özlemi: Neydi gerçekten SSCB’yi özel yapan?

SSCB YIKILINCA NE OLDU?

“Büyük Geri Sıçrama”, ’90’lar Rusya’sında yapılan bir dizi röportaj, gözlem ve sohbetten oluşan bir kitap; eğitimden ekonomiye, kültürden devlet düzenine kadar geniş bir tablo çiziyor: “1996 sonu-1997 başında, bütün Rusya’da ortalama aylık ücret 75.000 Ruble dolayında dolaşıyordu. Ama çok ‘iyi’ kabul edilen 300.000 Rublelik bir emekli aylığı ne demektir? Çok bir şey değildir gerçekte. Oturulacak bir konut için zaten 100.000 ya da daha çoğu gerekir. Bir ‘şölen sepeti’ -bir ekmek, bir parça salam, dondurulmuş birkaç tavuk budu, çok daha seyrek olarak biraz taze et (kemikli ve yağlı kilosu 30-40.000 Rubleye satılıyor), yarım düzine yumurta, patates ya da bir lahana- 60.000 Rubleden aşağıya dolmuyor. Bu koşullarda gıda maddeleri tüketiminin 1991’e göre, beş kat azalmış olmasına nasıl şaşılır? Perestroyka’dan önce bir normal ekmeğe 20 Kopek ödeniyordu. Bugün ise 1500 Rubledir. Tam 7500 katı. Bir metro yolculuğu 5 Kopekti. Yani bedava. Daha 1995 sonu 1000 Ruble, 1996 başında ise 1500 Ruble olmuş yani 1989’a göre 30.000 kat artmıştı. Sovyetler dönemine göre gerçek fiyatı azalmış tek madde votkadır. Şişe 1991’de 8-9 Ruble, 1995’te 10.000-12.000 Ruble olarak etiketlenmişti. Başka bir deyişle, 1991’de bir şişe votka satın almak için 22 somun ekmeğin Ruble olarak eşdeğeri ödeniyordu; oysa Yeltsin döneminde ancak 7 somun ekmek bedeli gerekiyor. Karşımdaki, acı bir ironi ile ‘Ama ne ilerleme! İşte yeni düzenin üstünlüğü!’, diye yorumluyordu. ‘Ekonomik mekanizmaların meyvesinin yalnız burada olduğunu sanmayın. Hiç de değil. Ucuz votka politikası hükümetimizin programına bağlı. Alkolden olabildiğince az vergi almak, hatta hiç almamak! İçin, için! Sarhoş olun ve sesinizi kesin! Daha çok ve daha çabuk öleceksiniz. Ama hiç olmazsa, bugünlerin kederini bir an unutabileceksiniz!”[1]

ALIM GÜCÜ VE ÇALIŞMA KOŞULLARI

“SSCB Yurttaşları dinlenme ve serbest zaman hakkına sahiptir. Dinlenme ve boş zaman hakkı; işçilerin ezici çoğunluğu için günlük çalışma saatinin yedi saate düşürülmesi, işçiler ve çalışanlar için tam ücretli tatil kurumunun oluşturulması, geniş bir sanatoryum ağının kurulması ve emekçilerin konaklaması için huzurevleri ile kulüplerin tesisi sayesinde sağlanmaktadır.”[2]

Bu metin bir “bir şeylerin nasıl olması gerektiğine dair” bir köşe yazısına veya iyi ihtimalle bir çalışma kanununa ait gibi dursa da aslında bir anayasaya ait. Hem de SSCB’ye ait 1936 anayasasına. Dünyada 8 saatlik çalışma süresini ilk defa uygulamaya koyan ülke, bu sefer 1936’da, çalışma saatinin 7’ye düşmesini başarmıştı. Böylece artan endüstriyel üretim ve azalan işgücü ihtiyacı kapitalizm koşullarının aksine işsizlik yaratmayacak, ancak iş saatleri düşürülerek işçilerin kendilerini geliştirebilecekleri, kültür-spor faaliyetleri sürdürebilecekleri vakit artırılacaktı.

Bu anayasa maddesinin tüm ülkeyi tarumar eden savaşlardan nispeten kısa bir süre sonra yazıldığını ve uygulandığına inanmak oldukça güçtür. Çünkü bugün Türkiye’de yıllık bazda 2021 ikinci çeyreğinde gelen %22,3 büyüme de çalışma koşullarında hiçbir iyileşmeye veya çalışma saati ortalamasının düşüşüne sebep olmamıştır. Aksine çalışılan saat aynı çeyrekte yıllık olarak %46 artmıştır.[3] [4]

Burada ne modern Türkiye’de ne Keynes’in öngördüğünün aksine dünyada ekonomi gelişip teknoloji ilerledikçe alım gücünde mutlak ve göreli bir artış, çalışma saatlerinde kısalma görmediğimiz, hatta hiçbir korelasyon olmadığı ortada. Bu üretim tarzı ile belirlenen bir farklılık. Yani SSCB’de ekonomi geliştikçe çalışma koşullarını kısaltan veya işsizliğin olmamasını sağlayan şey ekonominin merkezi olarak planlanması ve işçilerin ekonomistlerle birlikte bu karar organlarının parçası olarak çalışma sürelerini ve ücretleri belirlemesiydi. Bu sosyalizmin karakteriydi, bunu yapabiliyordu çünkü asalak ikinci bir sınıf ortada yokken işçiler daha üretkendi ve refah oldukça eşit dağılıyordu.

AİLE YAPISI VE KADININ KONUMU

SSCB’deki bu yeni yaşam biçimi aynı zamanda ilk kez kadınların özgürleşmesi sorununu da ele alıyor, buna özel devlet politikaları da geliştiriyordu. Geçmişte Rus Ortodoks Kilisesi’nin keyfinde işletilen özel hukuk sekülerleştirilerek diğer Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin hukuk sistemine çok daha sonra dahil edilecek olan yasalar yürürlüğe koyuldu: “Devrimden 6 hafta sonra çıkarılan ilk kararname ile evlilik ve boşanma işleri dini kurumların elinden alındı. Evlilik içi ve evlilik dışı doğan çocukların her koşulda eşit haklara sahip olması için yasal düzenlemelere gidildi. Boşanma durumundaki erkek ve kadının hakları eşitlenerek basitleştirildi. Günümüzde ‘aile içi mesele’ ya da ‘özel mesele’ denilerek sümen altı edilen aile içi şiddet ve evlilik içi tecavüz vakaları Sovyet ceza yasası kapsamına alındı ve suç olarak tanımlandı.”[5]

Bu yeni yasaların arkasındaki politik zemin, üretim araçlarının da da özel mülkiyetine karşı olan sosyalist düşünce sisteminin kadını da bir “üretim aracı” olarak gören ve evliliğin fiilen “kadının eşinin mülkü” olduğu yönündeki gerici ön kabulü devrimci bir yolla yıkmasından kaynaklanıyordu. Nitekim kadınların özgürleşmesinin tek boyutu hukukun düzenlenmesi olmayıp ev içi emeğin kadının omzundan alınması için kişinin günlük ihtiyacında karşılanması gereken hijyen ve beslenme ihtiyacının da kamusal hizmetlerle sağlandığı projeler kent planlamasına entegre edilmiş, sanayileşme esnasında kurulan sayısız yeni şehirler, bireylerin belirli bir uzaklık içerisinde eğitim, kültür, beslenme, hijyen ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri tesislerin-işletmelerin bulunacağı komplekslerle planlanmıştır. Üstelik bunlar, bugün ülkemizde nüfusun azınlık bir kesiminin fahiş fiyatlar-kiralarla erişebildiği “yaşam vadisi” vb. isimler takılan lüks konut-site projeleriyle değil, tüm şehirli nüfusun faydalanabileceği ve sembolik ücretlere sahip veya ücretsiz alanlar olarak belirlenmişti.

KENTLEŞME; BARINMA, ULAŞIM

“Ortalama olarak 3 bine yakın yurttaşın yaşamakta olduğu mahallelerin tüm ihtiyaçlarının belirlendiği bir plan dahilinde yeni yaşam alanları inşa edilmeye başlamıştır. Eğitim ve sağlık birimleri haricinde mahallelerde yaşayan tüm yurttaşların hizmetlerine yönelik mekanlar da, mahallelerin merkezlerinde inşa edilerek kullanıma sunulmuştur. Mahalleler için birinci servis alanı olan bu mekanlarda; bireysel ihtiyaçların toplumsal olarak karşılandığı çamaşır yıkama ve ütüleme alanları, fırın ve süthane, aile toplantıları, buluşmaları için sosyal alanlar ve tamirat atölyeleri konumlandırılmıştır. (…) Bir Sovyet yurttaşı, kendisine tahsis edilen konuta kapanarak değil; tersine, hayatın akışının ana gövdesini oluşturan kamusal yaşamda kendi kimliğini kazanacak şekilde bir kent hayatına sahip olmuştur.”[6]

Üstelik, sanılanın aksine, Sovyet konutları, bugün kapitalist Türkiye’de üretilen balık istifi mezar-evlerin veya kimi zaman sosyal medyada benzetildikleri TOKİ binalarını gibi değil; kişisel alana sahip olunan ve çevresinde yoğun bir yeşil alan varlığı ile birlikte projelendirilen yapılardı, hatta 1920’lere ait Sovyet kentleri, 2020’li yılların büyük Avrupa şehirlerinden ileridedir: “SSCB’de yurttaşlar için 1925’li yıllarda kişi başına 10 metrekare olarak belirlenen yeşil alan, bugün açısından Türkiye’de 2023 yılının imar mevzuatında belirlenen kişi başı metrekareyle aynı olmasına karşılık; Türkiye’nin pek çok kentinde bu rakam karşılanamaz haldedir. İstanbul’da ortalama yeşil alan 2,2 metrekare, Paris’te ise 10 metrekaredir. Planlama geçmişinden kopmuş ve kapitalizmin vahşi şekilde yeniden inşa edilmesiyle kentsel alanların özel sermayenin eline geçtiği Moskova’da ise, bugün hala bu rakam %18 seviyesinin üzerindedir.”[6]

Bunların tümü “Ruslar düşünsün” gibi bir yorumla da karşılıksız bir nostaljiyle de sonlandırılabilir. Ancak sosyalist rejimlerde sağlanan olağanüstü başarılara gerçek anlamlarını kazandıracak tek şey, bugünkü ekonomik ve teknolojik olanakların sosyalizmle buluşmasının çok daha büyük başarılara kapı açabileceği ve geçmişin sosyalist deneyimlerinin o ülkelerin halkları tarafından yürütülen mücadele ile kazanılarak ister aynı ister ayrı coğrafyalarda daha iyi bir biçimde tekrarlanmalarının önünde hiçbir gerçekçi engel olmadığının hatırlanmasıdır.

 

KAYNAKÇA:

[1] Büyük Geri Sıçrama, Henri Alleg, Evrensel Basım Yayın, 2. Basım, Kasım 1998

[2] https://www.academia.edu/43544488/1936_Sovyetler_Birliği_Anayasası_Çeviri

[3] https://www.sbb.gov.tr/buyume/#prettyPhoto[rel-16532-804043455]/0

[4] https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Isgucu-Girdi-Endeksleri-II.-Ceyrek:-Nisan---Haziran,-2021-37267

[5] https://www.evrensel.net/haber/339194/sovyetler-birliginde-kadinlarin-yasami-nasildi

[6] https://teoriveeylem.net/tr/2023/08/15/sosyalizmle-degisen-kent-kodlari/

ÖNCEKİ HABER

Yükselen sağ pandemisinden nasıl çıkacağız?

SONRAKİ HABER

İçeride ve dışarıda barış bizimle mümkün!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa