07 Ağustos 2024 02:21

İçeride ve dışarıda barış bizimle mümkün!

Yollardaki trafik yönlendirmeleri valiliğin müdahalesiyle siliniyor. Çok değil 6 ay önce Kürtçe sloganlar atarak, Kürtçe mitinglerle oy toplamaya çalışıyorlardı.

Fotoğraf: MA

Paylaş

Nurgül DENİZ

Alişer ÇELİK

Diyarbakır

 

Halihazırda Suriye'de 6 kenti fiili olarak idare eden tek adam iktidarı, Suriye ve Irak sınırları boyunca 30-40 kilometre derine inen bir güvenlik koridoru hedefliyor. Bir süredir bu yönde operasyonları devam tek adam iktidarının zaman zaman KDP ile iş birliği yaptığı, zaman zaman Suriye'deki köyleri boşaltmaya zorladığı gündeme geliyor. Bu güvenlik koridorunu sınır güvenliği gerekçesiyle açtığını ifade eden iktidar bir taraftan da ÖSO'yu ve bölgedeki gerici güçleri desteklemeye devam ediyor. En son 10 Temmuz'da Politico adlı dergiye röportaj veren Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler Türkiye'nin güvenilmez bir ülke olduğu iddialarına yanıt vererek; “Irak ve Suriye sınırlarımız boyunca 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenlik koridoru oluşturmaya ve bölgeyi teröristlerden tamamen temizlemeye kararlıyız. Son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar operasyonlara devam edeceğiz” demişti. Türkiye bu “güvenlik koridorunu” açmak için sınırın diğer tarafını bombalarken, Erdoğan Bağdat ziyaretinde Kalkınma Yolu Projesi kapsamında ortak iş birliği mutabakatını imzaladı. Türkiye, Irak, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında kara ve demiryollarından oluşan bir ulaşım koridorunu hedefleyen proje basın tarafından Ortadoğu ve Avrupa'yı birleştiren, Basra Körfezini Avrupa'ya açan yol olarak tanıtılıyor. Suriye ve Irak'ın içlerine doğru ilerleyen koridorun aynı zamanda bu yolun güvenliğini sağlamak amacıyla da açıldığı görülüyor. Sınırda bunlar olurken diğer taraftaysa Rojava yerel seçimlere hazırlanıyor. Temmuz ayında seçimleri erteleyen Rojava’daki bölgesel yönetim, 3 milyonluk seçmeniyle buradaki meşruiyetini seçimler yoluyla (hem Suriye Rejimine hem de dünya kamuoyuna) sağlamlaştırmaya çalışıyor. Esad, bir diyalog süreci başlatacaklarını ifade ederken Erdoğan yapılacak seçimleri kastederek bu “oldubitti” ye izin vermeyeceklerini ilan etti. Seçimlerin yapılması halinde bölgedeki statü ve meşruiyeti güç kazanacak ve özerkliğin, tanınmanın yolunun açılacak olmasının tek adam iktidarının bölgedeki varlığını güç duruma düşüreceği açık. Tek adam iktidarı “teröristan” olarak ifade ettiği Rojava'daki saldırılarını arttıracak gibi gözüküyor.

 

Sınırda ve ötesinde bunlar olurken içeride yerel seçimlerde yenilgiye uğrayan tek edam iktidarı kazanamadığı belediyeleri ya zor durumda bırakıp karalama kampanyası yürütüyor ya da zor yoluyla gasp etmeye çalışıyor. Van’da halkların toplu direnişiyle geri çekmek zorunda kaldığı kayyumu, ali cengiz oyunlarıyla Hakkâri'ye atadı. Kayyum tehdidi DEM Parti tarafından kazanılmış belediyelerin üzerinde bir Demokles kılıcı olarak sallanıp duruyor. Bölgeyi gericileştirmek, Kürt kentlerinde güç kazanmak adına Hizbul-kontra ile ilişkendirilen HÜDA-PAR’la kurduğu ittifak gerici güçlerin iktidar ve onun kolluğunun desteğiyle bölgede terör estirmesine neden oluyor. Başta Diyarbakır olmak üzere bazı kentlerde anaokulu çağında çocuklar için kuran kurslarından, üniversite içinde rahatça kurulabilen stantlara kadar örgütlenme olanakları arttırılıyor. Güçlendiği bölgelerde dans eden gençleri döven, kafelere ses bombasıyla saldırıp tehdit eden, polis desteğiyle kafe basan HÜDA-PAR’ın halkın can güvenliği bakımından da oluşturduğu sorun büyümeye ve cezasız bırakılmaya devam ediyor.

 

TEK ADAM İKTİDARI KUTUPLAŞTIRIYOR

Kutuplaşma ve düşmanlık iklimi Van’da özel harekât polislerinin yönlendirdiği 16 yaşındaki lise öğrencisine tabela karalatıyor, binlerce yurttaşa sosyal medyadan halay videoları paylaştırıp hedef göstertiyor.  Diğer taraftan birçok genç alanlara çıkıp halaylar çekip, türküler söyleyerek tepkilerini ortaya koyuyor. Önceki iktidarlar da dâhil olmak üzere, mevcut tek adam rejimi de Kürt sorunu konusunda çözümsüzlüğünü “Terörle mücadele” ve “Milli güvenlik” adı altında sürdürmeye devam ediyor. Batı’da Kürt düşmanlığını koltuğunu sağlamlaştırmak ve sınır ötesi operasyonları toplumsal destekle yapmak için büyüten tek adam iktidarı bölgede şiddet politikalarını büyütmeye devam ediyor. Birçok kentte Kürtçe müzikler eşliğinde halay çekenler şarkıların ve sloganların içeriğinden dolayı sabah baskınlarıyla gözaltına alınıyor. Yollardaki trafik yönlendirmeleri valiliklerin ve karayollarının müdahalesiyle siliniyor. Çok değil 6 ay önce Kürtçe sloganlar atarak, Kürtçe mitinglerle oy toplamaya çalışıyorlardı. Valilik (aynı zamanda eski kayyum) billboardları Kürtçe reklamlar ve duyurularla dolduruyor, kendilerinin ne kadar barışçıl ve Kürt dostu olduklarını ispat etmeye çalışıyorlardı. “Dijminê bav û kalan nabe dostê lavan” (ataların düşmanları oğullarına dost olmaz) atasözüyle gerçek dostun kendileri olduğunu iddia ediyorlardı. Verilen röportajlarda adaylar kayyum olarak atanmak istemediklerini, bunun için kendilerine oy verilmesi çağrısında bulunuyorlardı. Bayramları Kürtçe afişlerle kutluyor, üniversiteyi yeni kazananlara Kürtçe hoş geldin diyorlardı. Ancak tüm bu yaptıklarını bir günde unutarak sosyal medyadaki hedef göstermelerden başlayarak Kürtçe trafik uyarılarını silmeye başladılar. İhtiyaç duyduklarında kendilerine serbest olan Kürtçeyi halkın kendisi kullanmak isteyince bütün güçleriyle yeniden yasaklamaya başladılar. Ancak görünen o ki ne kadar silerlerse silsinler yeniden bir biçimde yazılacak o yazılar ve ne kadar dönerlerse dönsünler Kürt halkı yalanı ve yaltaklanmayı hangi dilde olursa olsun tanıyor ve karşısında duruyor. Büyüttükleri yasaklar özellikle genç kuşakların kendilerini, dilleri ve kültürleriyle var etmelerine engel olamıyor. Dil ve kültür mücadelesi dün olduğu gibi bugün de hiç durmadığı yerden devam ediyor. Tek adam rejimi Kürt sorununu çözümsüzlüğe sürmekle kalmıyor, bölgede eli kanlı Hizbullah ile ilişkili olan HÜDA-PAR’ın ise önünü açmaktan geri durmuyor. Hizbullah tutuklularının 2011’de sürpriz bir afla salıverilmesi sonrası iktidarın kalemşorları HÜDA-PAR’ı Kürt siyasi hareketinin yerine geçebilecek güç olarak gösteriyordu. Geçen dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, HÜDA-PAR’ın Cumhur İttifakı’na alınmasının “Devlet Aklının eseri” olduğunu söyleyerek bu iddiayı destekliyordu.

Örgütlenmesinin önündeki bütün engeller kalkan HÜDA-PAR, seçimlerin ardından devletten aldığı güçle kentlerde gericiliği ve korkuyu örgütlemeye başladı. Birçok yerde Filistin için yürüyüşler düzenleyen HÜDA-PAR bu eylemleri birer mitinge dönüştürdü. Filistin halkıyla dayanışma hariç birçok şeyi içeren sloganlarla büyüttükleri eylemleri gövde gösterisi yapmak ve bölgede gericiliği büyütmek için araçsallaştırdı. Kurmancî ve Zazaca yaptıkları seçim propagandasında kadınlara pembe otobüsler vaat ederken seçimlerden kısa bir süre Kayapınar'da kendi sitesinin havuzuna girmesine engel oldukları bir kadını “biz sizin ağababalarınızı öldürmüşüz daha mezarlarını bulan olmamış” diyerek tehdit ediyordu. Tarihi Sur içinde esnafı gezip müziğin ve alkolün haram olduğunu söyleyerek aba altından sopa gösterip, Ulu Cami arkasındaki esnafa “buraya kısa etek giyen kadınlar geliyor, gelmesinler” diyerek gözdağı veriyordu. Nitekim kısa bir süre sonra kültür faaliyetleri gösteren iki kafeye ses bombalı ve silahlı saldırı gerçekleştirdiler. Bir parkta dans için buluşan gençlere saldırıp birkaçını yaraladıktan sonra suçu Diyarbakır halkına atarak “rahatsız olmuş vatandaşlar dansçılara saldırmış” gibi ilan ederken ertesi gün aynı yere ilahi dinletisi koyuyordu. Kolluk güçleri ve yargıysa tamamı görüntülerde açıkça görülen saldırganlar için tek gözaltı yapmadı, soruşturma açmadı. Emek ve Demokrasi platformunun gerici müfredata karşı yaptığı basın açıklamasını “her bijî şerîat” sloganlarıyla baltalayan kişiyi polis sırtını sıvazlayarak gönderirken, açıklama polis ablukası altında okunuyordu. Yine yakın bir tarihte Burger King’e kolluk güçleri gözetiminde saldıran gruba “Diyarbakırlı duyarlı gençlerin barışçıl eylemi” diyerek sahip çıkıyordu. Saldıranlar hakkında doğru düzgün bir işlem yapılmazken kentteki Burger King ve Starbucks'lar tomalar ve polis ekipleriyle haftalardır korunmaya devam ediyor. HÜDA-PAR eliyle saldırganlık ve şiddet bu kadar hızlı büyürken kentte yaşayanların tedirginliği artıyor. Başta kadınlar olmak üzere gençler giydikleri kıyafete, gittiklere yere dikkat etmeye başladı. Özellikle Sur içi, Bağlar'ın ara sokakları gibi yerlerde yolda yürürken dahi tedirginliğin ve korkunun arttığı bir tablo var. Bugün tüm bu yaşananları bölgedeki yoksulluk ve göçten ayrı tutmamız gerçekçi değil. TÜİK verilerine göre sosyoekonomik düzeyi diğer illere nazaran daha geride kalan Kürt illerinde yoksulluk ve işsizlik had safhada. Bununla birlikte birçok Kürt genci daha iyi bir yaşam umuduyla göç etmeye çalışıyor. İçerde, sınırda ve dışarda nefreti, ırkçılığı ve düşmanlığı kendi savaş politikasının dayanağı yaparak büyüten tek adam iktidarı kutuplaşmayı derinleştirip halkı düşmanlaştırmaya devam ediyor. Buradan aldığı güçle saldırganlığını arttırarak yandaş sermayeyi besliyor. Olan her halktan emekçiye oluyor. Bir tarafta ırkçılık, diğer tarafta Kürt sorunu büyümeye devam ediyor. 40 yılı aşkın süredir ülkenin doğusunda süren savaş 10 yılı aşkın süredir sınır ötesinde devam ediyor. Buralardan nemalanarak büyüyen sermaye grupları ve koltuklarını bu savaşlarla sağlamlaştıran iktidarlar halklara yalnızca kan, gözyaşı, ölüm ve sefalet vadediyor. Bu halkların genç kuşakları olarak bizlere gözlerimizi esas düşmana dikmek ve barışı, kardeşliği, refahı inşa etmek düşüyor. Bu barış göklerden zembille veyahut sihirli bir değnekle gelip aramıza düşmeyecek bizim ellerimizde yeşerecek. Onu yeşertmekse topyekûn ve birlikte bir mücadeleyle mümkün.

SAVAŞA VE YOKSULLUĞA KARŞI ÇÖZÜM BİZİZ

Kürt Gençliği, gerçekleşen saldırılar altında yaşam kaygısını daha ağır hissediyor. Dili ve kültürü baskı altına alınmaya çalışılırken, bir yandan da iktidarın ekonomi politikaları nedeniyle gittikçe bataklığa saplanıyor. Geçmişin deneyimleri onu örgütlü birliktelikten uzaklaştırırken çözümü kendi örgütlü mücadelesinde yaratmak yerine ya burjuva muhalefetin payına katılıyor ya da burjuva siyasetin getirmiş olduğu çözümsüzlük pratiğini görüp apolitik(!) bir yaşam sürüyor. Hedef göstermeler sonucu yalnızlaşıyor, kimi zaman uç denebilecek yerlerde öfkesini geçici olarak örgütlüyor. Tüm bu baskıların karşısında ‘ses’sizliğine rağmen hâlâ kimliğine ve kültürüne pasif bir direnişle de olsa sahip çıkmaya devam ediyor. Bugün bölge gençliğine düşen, sorunlarını daha iyi tahlil edebilmek için yan yana gelmek, daha iyi ve onurlu bir yaşam için kapsamlı bir mücadele programına sarılmaktan geçiyor. Artan ırkçı ve gerici saldırıların karşısında yer yer delinmekle birlikte dağ gibi duran tepkisizlik ve sessizliğimiz ancak böyle bir mücadele programı kırılıp dağıtılabilir. Bunun yanında tüm Türkiye gençliği olarak, sınır ötesi operasyonlara karşı çıkmak, çözümsüzlüğün karşısında ulusların eşitliğini savunmak, ırkçılığın karşısında kardeşliği, yalnızlığın ve kültürel baskının karşısında birlikte bir karşı duruşu büyütmek üzerimize düşen görevlerin başında geliyor. Savaş sürdükçe soframızdan eksilen ekmeğin, toplumdan eksilen birlikteliğin farkında olarak ısrarla ve bütün mücadele olanaklarımızla ayrı dillerle aynı hayatı yaşadığımız kardeşlerimizden taraf olmamız gerekiyor. Taleplerini her yerde daha gür bir sesle yükselterek barışı büyütmek görevi hepimize düşüyor. Çünkü Yarını barışla geleceği birlikte ancak biz kurabiliriz.

ÖNCEKİ HABER

Sovyetler hakkında doğru bilinen yanlışlar

SONRAKİ HABER

Çözüm sermayenin değil bizim programımızla

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa