07 Ağustos 2024 02:22

Çözüm sermayenin değil bizim programımızla

Ne vergi adaletinin ne de teşvik ve ihalelerin tartışılmasına izin verildi. Çünkü sermayenin iktidarında öğrencilerin eğitiminden, işçilerin ekmeğinden vazgeçilebilirdi, ama kârlardan asla.

Fotoğraf: Damla Kırmızıtaş/Evrensel

Paylaş

Rıza MUTLU

Boğaziçi Üniversitesi

 

Bugün diğer seçeneklere kıyasla bedava sayılabilecek bir kampa giderken, üç harfli marketlerden canımızın çektiği kalitesiz bir çikolata alırken, balık istifi şeklinde yaşadığımız yurdun harcını öderken cebimize bakmamızın ve bir iç çekmemizin sebebi tek adamın ekonomi politikasından başka bir şey değil. Bu ekonomi politikası karşımıza örneğin faizin sürekli değişimi gibi çok farklı görünüşlerde karşımıza çıktı. Peki Türkiye’nin güncel ekonomik krizinin sebebi faiz politikası mı? “Çok harcama” yapmamız mı? Garson, kurye vb. çalışanların aldıkları bahşişlerden vergi vermemeleri mi? Ana akım iktisat “bilginleri” bunların hepsine evet diyor ancak ne çalışan kesimler, öğrenciler ve emekliler kendi belirlemedikleri bir ekonomi programının sonuçlarından sorumlu tutulabilir, ne de bizim “kemeri bir kez daha sıkacak” gücümüz kaldı. Peki, Türkiye’nin son yıllardaki ekonomi politikalarının sebebi ne ve bu ekonomi politikaları kime yarar sağlıyor, kime zarar veriyor?

“NAS” BAHANEYDİ

Hikayemiz, aslında çok uzak bir zamanda başlıyor, ancak biz Nurettin Nebati döneminden başlayacağız. Ana akım medyada “Nas” politikası adı altında tartışılan bu dönem aslında pek az tartışmada değinilen bir kavramla özetlenebilir: Günü kurtarmak.

Türkiye’nin pandemi öncesinde de sallantıda olan ekonomisi pandeminin getirdiği koşullar sonucu durma noktasına geldi. Dünya Bankası’na göre, pandeminin getirdiği krizin en şiddetli vakitlerinde 4 milyon kişi iş gücünden ayrılmıştır. Pandemiden kaynaklanan dışsal ekonomik zorunluluklar altında bir olağanüstü bir küçülmeyle karşılaşan Türkiye ekonomisi, pandemi sonrası normalleşme sürecinde bu iş gücünü tekrar kazanmaya her şeyden daha çok muhtaçtı. Bu koşullar altında küçük ve orta üreticileri göz ardı edebilecek bir ekonomi programının sürdürülebilmesi olanaksızdı. Tarihsel rekor seviyelerde bulunan cari açığa karşın istihdam sağlayabilecek her türlü yatırımcıya açılan teşvik kapısı kısa süre içerisinde (Eylül 2021) kaybedilen işlerin %72’sini geri kazandırdı.[1] Burjuvazi yekpare bir sınıf olmadığından, pandemi küçük ve orta büyüklükteki işletmeleri gerçekten de zorlarken tekeller konumlarını güçlendirerek çıktılar. Öyle ki, örneğin 2019 yılında kârını bir önceki yıla göre yüzde 16 artıran Ford, 2020 yılında kârını yüzde 114 artırdı. Pandemi yılı Ford için “özel bir dönüm noktası” oldu. 2019 yılında 1 milyar 959 milyon 484 bin lira net kâr açıklayan Ford, pandemi yılı olan 2020’de kârını yüzde 114 (2 kattan fazla) artırarak 4 milyar 194 milyon 913 bin liraya çıkararak rekor kırdı.[2]

2021’de itibaren Türkiye’de de enflasyonun en büyük belirleyicisi ve sebebi olan devasa kârlar, yalnızca bizim ülkemizle sınırlı bir “vurgunculuk” hikâyesi olmamış, tüm dünya ekonomilerini kasıp kavurmuştur. Açıkça ve her zaman sermaye programlarını savunan IMF’nin bile reddedemeyeceği düzeyde, sermaye ve onun sahibi olan kapitalist sınıf tarafından yaratılan enflasyon; 2021’den itibaren Avrupa Birliği’nde enflasyonun pek çok zaman yarısından fazlasının kaynağı ve neredeyse her zaman enflasyonun öncül sebebi olmuştur.[3], Bunlar buzdağının görünen yüzü olarak sermayenin suçlarını ortaya çıkarmak için yeterli olsa da, bu kârların inşa edilme süreci de bir o kadar gamsızcadır.  Özellikle pandeminin evlerimize kapandığımız döneminde sosyal medyayada sıklıkla gündem olan “sınırlardan geçen yasa dışı göçmen” videoları, yalnızca bizim değil, devletin ve kapitalistlerin de gündemindeydi. Bu sürece müdahale edilmemesinin sebebiyse ne milliyetçi grupların hamasi uydurmaları ne de diğer komplo teorileriydi; pandemi sürecinde yara almış veya zarar etmiş işletmecilerin ve fabrikatörlerin toparlanma sürecinde onlara yardımcı olmaya ve “bedavaya yakın ücretlere” çalışmaya mahkûm edilmiş göçmen işçilerin girişinin memnuniyetle karşılanmasıydı.

Özetle, iktidar; uzun vadede kapitalist sistemde sürdürülebilirliği imkânsız olan, her sınıfın az ya da çok gönlünü hoş edecek bir ekonomi politikası uyguladı. Yarattığı tüm zarara rağmen AKP iktidarının kaderini belirleyecek, Erdoğan karşısında neredeyse tüm muhalefetin birleştiği 2023 seçimlerine kadar yurt dışından çok yüksek miktarlarda borç alınarak, rezervler eritilerek sürdürülebildi. Bu program kısa vadede o kadar büyük bir illüzyon yaratabiliyordu ki, 2023 Mayıs ayında aylık enflasyon %0,04 seviyelerindeydi.[4] Ancak bu “başarı”, uzun vadede yarattığı hasarın yanında devede kulak kalacaktır.

Tam da seçim döneminde, önce düzen içi muhalefet ardından da iktidar ortodoks ekonomi politikalarına işaret etmeye başladı. Seçimin hemen ardından Erdoğan yönetiminin sözde liyakatli bürokratlarından Mehmet Şimşek, göreve başladı. Bu tür bir politika değişiminin gerçekleşmemesiyse olanaksızdı, cari açığın artmaya devam ettiği ve Merkez Bankası’nın 2023 seçimlerinden önce her ay kırdığı “negatif rezerv” rekorlarının sürdüğü bir süreç yerli ve yabancı bütün yatırımın bitmesiyle sonuçlanacaktı. Buysa ekonominin durması anlamına gelerek, yalnızca “Afrika’da ok atılsa” yine bir olumsuzluk yaşayan Türkiye gibi tam bağımlı kapitalist bir ülkede değil; böyle bir senaryo ile karşılaşan her ülke için felaket anlamına gelir.

YARATILAN FELAKETİN CEREMESİ BİZLERE YÜKLENDİ

Bu felaketin aşılması için çok daha vahşi ve saldırgan ekonomi politikalarının uygulanmasına girişildi. Kemer sıkma denilen açlık uygulaması için Twitter fenomeni “ekonomi bilginleri”nden, TV programlarındaki çıkan “makul” seslere kadar büyük bir kampanya ile rıza üretildi. Ama hepimiz kemer sıkacak değildik elbette, öğrencilerin eğitiminden işçilerin ekmeğinden vazgeçilebilirdi, ama kârlardan asla. Yani “rasyonel” çözüm, vergiyi tabana yaymaktı. Vergiyi tabana yaymakla kastedilen şey ise emekçilerin, gençlerin, emeklilerin zaten boş ceplerindeki son kuruşa da göz koymaktı. Servet vergisi gibi öneriler hasıraltı edildi, şirketlere zaten sağlanan doygun teşvikler devam etti, burjuvazinin vergi vermemesine göz yumulması sürdü. Öyle ki, bir yanda asgari ücretin vergi diliminden dolayı mağdur olan ve haksız bir şekilde fazladan vergilendirilmeye tabi tutulan emekçiler, bir yanda son zamanlarda ayan beyan ortaya çıktığı üzere vergi vermemeyi alışkanlık haline getirmiş sermayedarların tezatlığı az önce bahsettiğimiz sermaye temsilcileri tarafından göz ardı edildi. Hatta “Siz ne anlarsınız?​” diyen çokbilmiş ekonomistler bunları söylerken utanmadılar bile.

Bir yandan da burjuvazinin sömürü çarkına çocukların katılması çabaları güçlenerek devam etti. Çocuk işçiliği mesleki eğitim adı altında meşrulaştırma projesi MESEM’ler yaygınlaştı, MESEM koordinatörü “mesleki eğitim veriyoruz ne var bunda”, “hayata erken başlatıyoruz” diyerek televizyonda kanal kanal gezdi. Program daha da genişletilerek patronların ortaokul çocuklarının ucuz emeğine kadar ulaşması sağlandı. MESEM projesi, son öğretim yılında 9 çocuğun iş cinayetine kurban gitmesine sebep oldu.

Sermayedarların tüm bu vahşi ve şiddetli girişimlerinin sonucu olarak da başta bahsettiğimiz gibi diğer seçeneklere kıyasla bedava sayılabilecek bir kampa giderken, üç harfli marketlerden canımızın çektiği kalitesiz bir çikolata alırken, balık istifi şeklinde yaşadığımız yurdun harcını öderken cebimize bakıyoruz ve iç çekiyoruz. Niteliksiz eğitim, barınma sorunları, açlık ve hatta ölümle boğuşuyoruz. Tüm bunlardan çıkaracağımız sonuç şudur: AKP hükümetinin izlediği ekonomik program, sermayedarlar açısından gayet “rasyonel”. Kapitalist sistemin sermayedarlar için tıkırında işlemesi, sermayedarların belirlediği ekonomik program sonucu işçilerin, gençlerin ve emeklilerin eziyet çekmesiyle mümkündür. Ancak sermayedarlar için değil kendimiz için bir ekonomi politikası uygulandığında çektiğimiz eziyetten kurtulabiliriz. Örneğin, nasıl ki kâr amaçlı değil özgür gelişimimiz için kolektif bir şekilde Gençlik Yaz Kampı’nı var ettiysek/ediyorsak, kendi hayatımızı etkileyen en büyük unsurlardan biri olan ekonomi politikalarını de kendimiz için örgütlediğimiz, belirlediğimiz bir sistem oluşturmalıyız.

 

KAYNAKÇA:

[1] Dünya Bankası, https://l24.im/RwD6WG

[2] Evrensel, https://l24.im/JfgDZ

[3] IMF, https://l24.im/th5r

[4] TÜİK, https://l24.im/1jI7

ÖNCEKİ HABER

İçeride ve dışarıda barış bizimle mümkün!

SONRAKİ HABER

İsrail gücünü emperyalistlerden alıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa