07 Ağustos 2024 02:32

Doğa felaketleri kapitalizmin doğasındadır

Kapitalizm toplumsal ihtiyaçları değil, kâr hırsını öncelediği için gelişiminin her adımı büyük doğa tahribatlarına neden olur.

Fotoğraf: AFAD

Paylaş

Engin Poyraz ERDEM

Boğaziçi Üniversitesi

 

Bergama, Kaz Dağları, İliç. Bölge ismi belirten bu üç kelimeyi ortan kesen unsurları şu haber başlıklarıyla hatırlayabiliriz: “Bergama’da doğa bitti altın madeni davası bitmedi!”, “İliç maden faciası: ‘Geliyorum’ diyen işçi ve doğa katliamı”, “Kaz Dağlarının her karışı madenler için ruhsatlandırılmış”

Bu ortak kesen doğrunun ismine “doğa talanı” dememizde sakınca yok.

1989 yazında, Alman ve Avustralyalı şirketlerin ortak girişimi olan Eurogold şirketine Bergama’da çalışmaları üzerine maden arama lisansı verildi. Bunu takip eden yıllar boyunca buradaki madenin mülkiyeti birçok kez el değiştirdi; hisseler ABD, Almanya, Avusturya, Fransa ve Kanada’dan şirketlerin elinde gezdi. 2005’ten bu yana ise Koza Altın İşletmeleri tarafından işletilmekte.

Geçtiğimiz aylarda ise Erzincan’ın İliç ilçesinde bir madende liç yığını göçtü. Altın madenciliğinde yaygın kullanılan siyanürlü toprak metrelerce kaydı; resmi açıklamalara göre 9 işçi göçüğün altında kaldı.

Apaçık olan bu durumu, siyasette esen rüzgarlardan da takip etmek mümkün. Veriler gösteriyor ki cumhuriyetin ilk 80 yılında yaklaşık 1200 maden işletmesine ruhsat verilirken, 22 yılı deviren AKP hükümeti zamanında bu sayı 380 bin dolaylarına fırladı. Konuyla ilgili yasa 21 kez değiştirildi ve bu değişikliklerin 18 tanesi torba yasayla geldi.

Ülkemizde madenler uzun yıllardır, değişen iktidarların ve bu iktidarların iskeleti olan sermayedarların elleriyle yabancı şirketlere peşkeş çekiliyor. Değerli maden yatakları ranta açılırken; Bergama, Bursa, Kayseri, Kaz Dağları derken giderek artan özelleştirme, ülkenin dört bir yanını sarmış durumda. Doğa talanına varan koşulları ortaya çıkaranların ise kimler olduğu aşikâr. Peki bu ortak kesen doğrusu iktidarlar, yandaş sermayedarları ve toplamda kapitalizm tarafından nasıl çiziliyor?

ALTIN ARAMAK NEDEN BİR “İHTİYAÇ?​”

En genelden en özele, insanın doğayla kurduğu ilişkiyi ve bu ilişkiyi ören etmenleri ele almakta yarar var. İnsanın varlığının temel koşulu, yaşamını sürdürmesi için gereksindiği şeyleri üretmesine dayanır; bu gereklilik, insanın doğayla kurduğu ilişkileri de belirler. Doğa, insanın ihtiyaç duyduğu şeylerin üretiminde potansiyel bir kaynağı teşkil eder. Fakat bu ilişkinin karşılıklı olduğunun altını çizmekte yarar var. İnsan, evrimsel bir ürünü olarak içinden geldiği doğadan yararlanarak, kendi gereksinimleri için üretim yaparken, aynı zamanda emeği aracılığıyla doğayı değiştirir. Bu ilişkinin bir tarihsellik barındırdığı da aşikâr. İnsanlar, her biri bir önceki kuşaklardan aktarılan birikimden yararlanır, geçmişin yaratımlarının üstünde kendi yaratımlarını var eder. Diğer taraftan farklılaşmış üretim etkinliği aracıyla hem doğanın durumunu hem de kendi toplumsal koşullarını değiştirir. Bu iki taraflı tarihsel devinim içinde insanlar, (doğa üzerindeki) üretim tarzı ve ekonomik ilişkilere bağlı olarak değiştirici bir rol oynar. İşte bu üretim tarzı ve ekonomik ilişkiler, toplumlar tarihinin ilkel komünal biçiminden günümüz toplumunun üretim tarzı olan kapitalizme gelene kadarki sürecin altında yatan etmenlerdir.

İNSANIN DEĞİŞTİRİCİ DOĞASI

Yazının tam burasında Marx’ın 1844’te yazdığı Ekonomik Politik El Yazmaları’nda insan ve doğa ilişkisine dair ortaya koyduğu tahlile bir bakalım: “Bilim, pratik olarak insan yaşamına daha fazla etkide bulunup sanayi aracılığıyla onu dönüştürdükçe ve böylece insanlığın kurtuluşunun yolunu açtığı ölçüde, insancıllıktan çıkma sürecini de tamamlamak zorunda kaldı. Sanayi, doğa ile insan arasındaki gerçek tarihsel ilişkidir (...) İnsan tarihi boyunca -insan toplumunun ortaya çıkmasıyla birlikte- gelişen doğa, insanlığın bildiği gerçek doğadır. Bu nedenle insan üretimi (sanayi) yoluyla gelişen doğa, yabancılaşmış bir biçimde de olsa, insanın gerçek doğasıdır.” Bu sözden payımıza şunları çıkartabiliriz: İnsan doğa üzerine üretici etkinliğiyle ve bu hedefle ortaya koyduğu teknikle, yani toplamda sanayiyle etkide bulunur. Son cümlede vurgulanan kısım ise bu kilidin anahtarını teşkil eder. Sanayi, yani insanlığın ortaya koyduğu bilimsel ve teknik birikim, bir önceki paragrafta tarif edilen üzere, insanın üretim tarzının ve üretim yaparken girdiği toplumsal ilişkilere tabiidir.

İçinde bulunduğumuz kapitalizm koşullarında insanlığın doğayla kurduğu bu gerçek ilişki, yani sanayi de doğa ve onun kaynakları da kapitalizm koşullarına egemen olan üretimde kullanılan araçların kapitalistlerce özel mülk edinilmesinin ve kâr ile rant güdüsünün konusu haline gelir. Tek güdüsü kâr elde etmek olan, rekabete mahkûm kapitalizm, bilimsel gelişmeleri asıl olarak daha fazla kâr için daha çok güç ve etkinlik sağlamak üzere kullanır. Bunun en açık örneğini Bergama ve İliç’te, yerli ve yabancı sermayedarlara peşkeş çekilen madenlerde siyanürle altın aranmasında bulabiliriz. Altının siyanürle ayrıştırılması; nitrik asit, hidroklorik asit veya kral suyu gibi klasik ayrıştırma yöntem ve metotlarına göre yaklaşık %75 daha ucuzdur. Ağırlığı tonlarla ölçülen toprak kütleleri asfalt veya plastik bir zemine bırakılır, siyanürle bu kütle yıkanarak altının ayrışması sağlanır. Teoride pratik ve ucuz olan bu sistem dikkatle ve özenle uygulanırsa verimi önemli ölçüde arttırabilir ancak bu yöntemde siyanür, tepkimeden siyanid formunda çıkar ve sistemdeki siyanidin yığın havuzundan veya atık toplama barajından çevreye sızması ve/veya buharlaşarak atmosfere yayılması tehlikesi asla unutturulamaz. Tahmin edeceğiniz gibi, maden şirketleriyse, bu gibi afet ölçütündeki potansiyel sonuçların önüne geçilmesi için sistemin kurulacağı bölgede yapılması gereken jeolojik araştırmayı ve planlamayı sıklıkla göz ardı ediyorlar.

Tüm bu doğa talanının etkisi, karşısında toplumsal tepkiyi bulmuyor değil. Geçtiğimiz günlerde Tokat’ta kurulması planlanan altın madenine karşı yediden yetmişe halk ayağa kalkmış durumda. Yüzlerce davaya, gözaltına, hukuk kitaplarına giren maceralar ve kazanımlara şahit olan Bergama köylülerinin altın madenine karşı mücadelesi karşımızda duruyor. Bu mücadeleler yıllar içinde yalnızca yerel halkta değil, gençliğin nezdinde de karşılık bulmuş durumda. Bergama direnişine omuz vermek üzere dünya gençliğini yan yana getiren 98’ Dünya Gençliği Buluşması ve takibindeki yıllarda gençlik tarafından örülmeye devam eden Gençlik Yaz Kampı, bu mücadelenin paydaşlarından. Bu sene “Geleceği Barışla, Yarını Birlikte Kuruyoruz” şiarıyla düzenlenen 21. Gençlik Yaz Kampı; doğaya, yaşama, insanlığa özgürlük talebini yükseltmek için, bu mücadelenin kalbinin attığı İzmir’de gençliği yan yana getiriyor.

ÖNCEKİ HABER

Faydalı bir staj mümkün mü?

SONRAKİ HABER

Aynı sınıftaysak aynı saftayız

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa