07 Ağustos 2024 02:40

Friedrich Engels’in “doğanın diyalektiği”nin tarihsel anlamı*

Engels’in görüşleri, proleter devrimci, Marksist tutum olarak bir bütün halinde burjuva doğa tarihçilerin görüşlerinden ayrılmaktadır.

Friedrich Engels (sağda) Karl Marx (solda) | Görsel: N.N. Şukov

Paylaş

Marksist teorinin temelini yaratmanın yanı sıra, doğa bilimlerinin daha yüksek bir gelişim aşamasına geçişinin zorunluluğunu ayrıntılarıyla kanıtlamak gibi olağanüstü bir katkı da Engels’e aittir. Bu geçişi Engels, proletarya diktatörlüğünün kurulmasıyla ve toplumsal gelişmenin sosyalist aşamasına geçişle doğrudan ilişkilendirdi; yani, bugün Sovyetler Birliği’nde gerçekleşenleri öngörerek söyledi.

Doğanın Diyalektiği’nin girişinde Engels, şunları yazıyordu: “Ancak toplumsal üretimin bilinçli, üretimin ve bölüşümün planlı biçimde örgütlenmesi, insanları toplumsal açıdan hayvanlar âleminin üzerine çıkarabilir; özgül anlamda üretimin, genel olarak insanlık için yaptığı gibi. Tarihsel gelişme, böyle bir örgütlenmeyi, her geçen gün daha da kaçınılmaz ve daha da olanaklı kılıyor. İnsanlığın ve onunla birlikte eylemde bulunduğu bütün dalların, özel olarak da doğa biliminin, bugüne kadar elde ettiği her şeyi gölgede bırakacak bir yükseliş göstereceği yeni bir tarihsel dönem başlayacak.”[1]

İLERLEMENİN VE GELİŞMENİN TEK KOŞULU BİLGİ DEĞİLDİR

Engels, proletarya diktatörlüğünün, planlı sosyalist toplumun örgütlenmesinin zorunlu önkoşulunu oluşturduğundan, yalnızca tarihsel eserlerinde değil, doğa bilimsel eserlerinde de söz etmiştir. Örneğin, Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü makalesine şu satırları okuyoruz: “Ne var ki bu düzeni gerçekleştirmek için, salt bilgiden daha fazlası gereklidir. Bu, şimdiye dek var olan üretim biçimimizin, şimdiki toplumsal düzenimizle birlikte, baştan aşağı devrilmesini gerektirir.”[2]

Engels, Anti-Dühring’de sosyalizme geçişe bağlı olarak bilimsel görüşlerde devrim sorununu, son derece geniş kapsamlı ele alır.

Doğa biliminin günümüzdeki başarıları, 19. yüzyıl doğa bilimindeki başarılarla yakından ilgilidir ve kuşkusuz onlara dayanmaktadırlar. Bilindiği gibi, 19. yüzyıl doğa biliminde, insanlık tarihinin geçmiş dönemlerinde ortaya konan her şeyi gölgede bırakacak başarılar kaydedilmiştir.

1830–1860 yılları arasındaki dönem, özellikle var olan doğa bilimsel görüşlerin tamamının yıkılmasına yol açan keşifler açısından büyük bir zenginliğe sahipti. Tam da bu başarılar, doğa bilimi çağının, gerçeğin rasyonel bilgisini edinme çağının başlangıcını müjdeleyen bilimin bu zafer geçidinin çok sayıdaki savunucusunu ortaya çıkardı.

Friedrich Engels’in teorik doğa bilimleri alanındaki en büyük katkısı ise, bilimin mistisizme ve yobazlığa karşı zaferini güvenceye alan ve ona engelsizce gelişmeyi garanti eden ön koşulun, doğa bilimcilerin diyalektik materyalizmin saflarına geçmeleri olduğunu göstermesidir.

Engels’in felsefi çalışmaları ve özellikle de “Doğanın Diyalektiği”, öz itibarıyla işte bu temel önermenin kanıtlanmasına adanmıştır.

Aynı zamanda Engels, bu temel önermeyi, tek tek doğa bilimi disiplinlerinin gelişimine ve doğa biliminin tekil, özel sorunlarına ilişkin yaptığı araştırmalarında doğrulamıştır ve diyalektiğin, doğa, toplum ve düşüncenin genel gelişim seyri için olduğu kadar, bu tek tek alanlar ve özel sorunlar için de geçerliliğini koruduğunu kanıtlamıştır.

Doğa biliminin 19. yüzyıldaki devrimine; güneş sisteminin oluşumuna açıklama sunan kozmogoni varsayımlarının, hücrenin keşfi ve hücre teorisinin yaratılmasının, Lyell’in yer kabuğunun evrimi öğretisinin, enerjinin korunması yasasının keşfinin, Darwin’in öğretisinin vb. yol açtığı genel olarak kabul görmektedir.

Bunların yanı sıra, bütün bu keşiflerin en belirgin niteliğinin, evrim öğretisi ve onun doğanın en çeşitli alanlarına uygulanışı olduğu da genel olarak kabul görmektedir. Bu değerlendirmeye doğa bilimi tarihine ilişkin tüm eserlerde rastlıyoruz.

Friedrich Engels de bu keşifler üzerine eser vermiştir. Ne var ki onun bu keşiflere bakış açısı, burjuva doğa tarihçilerin bakış açısından son derece farklıdır. Engels’in bu soruna bakış açısının farkı nedir?

DOĞANIN DEĞİŞMEZLİĞİNE DAİR BAĞNAZ GÖRÜŞ

Engels’in bakış açısı, her şeyden önce, doğa bilimlerinin gelişiminin bir önceki dönemiyle kıyaslandıklarında, bu keşiflerin anlamının farklı bir değerlendirmesi ile ayrılır. 19. yüzyıldaki keşifler üzerine görüşlerde meydana gelen değişikliğin ne olduğunu açıkça ortaya koyan, Engels olmuştur. Doğa bilimlerinin geçmiş gelişim sürecinin karakteristiğini; bütünlükten tamamen yoksunluk, doğa olaylarına ilişkin tasavvurların parçalı niteliği, her bir görüngü alanının -diğer alanlarla ilişki kurulmaksızın- yalıtılmış olarak araştırılması oluşturur. Böylelikle doğa olayları, değişmez olarak kabul edilmiş ve sonuçta doğada gelişme reddedilmiştir.

Doğa bilimlerindeki gelişimin bu dönemine ait benzer değerlendirmelere, burjuva doğa tarihçilerinde de rastlıyoruz. Onların değerlendirmesi asıl olarak olguların saptanmasıyla sonuçlanıyor. Somut durumun aynı niteliğinin belirtilmesine -daha kesin ve daha açık bir biçimde- Engels’te de rastlanması doğaldır. Ama burjuva tarihçileri kendilerini şeylerin gerçek durumunu saptamakla sınırlarken, Engels’te, bu dönemdeki doğa bilimsel dünya görüşünün özüne ilişkin ilkesel bir değerlendirme, burjuva tarihçilerinin bu sorunu değerlendirmesinden temel olarak ayrılan bir değerlendirme buluyoruz.

Her şeyden önce Engels, doğa biliminin bu gelişme döneminin, metafizik bir dönem olduğunu vurgular. Yani, o zamanların doğa bilimi, değişmezlik kavramına dayalı düşünceden hareket ediyordu. Bu görüşlerin mantıksal temelini, özdeşlik, karşıtlık ve üçüncü ihtimalin yokluğu yasalarıyla biçimsel mantık oluşturuyordu.

Böylelikle Engels, doğa bilimi değerlendirmesini teori düzeyine çıkardı, onu felsefi kıldı.

Burjuva doğa bilimcilerinin, doğa bilimi değerlendirmelerinde, 19 yüzyıla dek egemen olan doğa bilimsel görüşlerin özünün böyle bir kavrayışına sıçrayamamış olmalarının nedenlerine bakalım.

Bu görüşlerin, biçimsel mantıkla sıkı bağlantısının anlamı nedir?

Engels, bu bağlantıyı açığa çıkararak, birincisi, teorik görüşlerin son hallerini felsefede, mantıkta, bilgi teorisinde aldıklarını; ikincisi, metafizik dönemin doğa araştırmacılarının özgül tasavvurların, işte bu biçimsel mantıkta son bulduğunu vurguluyor.

Kategorilerin, biçimsel mantıkta yapıla-geldiği üzere özdeşlikleri, değişmezlikleri açısından ele alınması, bir kategoriden bir diğerine geçişin reddedilmesi; bütün bunlar, doğal olguların karşılıklı bağıntılarını dikkate almayan, yalıtılmış bir yaklaşımın teorik gerekçesini oluşturuyordu. Bunlar, doğanın gelişmesinin reddinin, madde ve hareketin birbirinden kopartılmasının, ebedi, tarihe bağlı olmayan yasaların vb. varsayılmasının teorik temelini de oluşturuyordu.

FELSEFENİN SAVUNULMASINDA ENGELS’İN ROLÜ

Burjuva doğa tarihçilerinden farklı olarak Engels, bir ısı tözü, bir temas gücü vb. teorilerin özel, spekülatif bir yöntemin değil, işte bu tümdengelim-tümdenvarım yönteminin bir sonucu olduğunu kanıtladı. Buna kanaat getirmek zor bir şey değildir, söz konusu dönemin ders kitaplarından birine göz atmak yeterlidir.

Örneğin, Lenz’in, Rusya’da Milli Eğitim Bakanlığı’nın talimatıyla yayımlanmış fizik ders kitabını ele alalım. Seçkin bir bilim adamı ve akademisyen olan Lenz, Rustan çok Almandı, çünkü Rus yazı diline bile tam hâkim değildi. Kaleme aldığı ders kitabını, o dönemin yabancı ders kitaplarından ayıran hiçbir fark yoktu.

Bu kitabın ikinci bölümünün, cisimlerin ısı ile genleşmesini ele alan birinci kısmında, ısı tözüne ilişkin şu satırlara rastlıyoruz: “Cisimlerin varlığının bilgisine, doğrudan, duyu yetisine sahip her bir organımızın duyuları aracılığıyla ulaşırız ve her insan, bu duyunun türünü deneyimlerine dayanarak tanır. Isı tözü olarak ifade edilen özel bir madde, bu duyunun nedeni olarak kabul edilir. Bir cisimden başka bir cisme kolaylıkla geçişinden dolayı, ısı tözünü sıvı olarak düşünürüz ve cismin ağırlığı ısıtıldığında değişmez kaldığı sürece, ısı maddesini ölçülemez bir sıvı olarak değerlendiririz.”[5]

Aktarılan alıntılardan, metafizik dönemin teorik düşüncelerinin gerçekten ne kadar sığ olduğunu ve doğrudan ampirik deneyimle ne kadar sıkı bağlara sahip olduklarını görmek mümkün. Ampirik bilgilerin o zamanki sınırlı durumu, kolayca, tümevarım yoluyla, maddeye yalnızca dışarıdan etki eden ölçülemez tözlerin ya da sıvıların ve maddi olmayan atalet kuvvetlerinin vb. varlığı sonucuna ulaşılmasına meydan veriyordu.

Engels’in doğa biliminin metafizik dönemi değerlendirmesinde vurguladığı üçüncü etmen, doğa bilimsel görüşlerin teolojiyle ilişkisidir. Engels, doğa bilimsel bilgilerin yetersizliğinin ve metafizik niteliğinin, doğa bilimi ile teoloji arasında yakın bir ilişki kurulmasına neden olduğunu gösterdi.

Sıradan maddede, şu ya da bu görüngüye neden olan, ama kendisi değişmez kalan ölçülemez tözler ve kuvvetler teorisini, -doğaüstü, yaratan ve düzenleyen bir güç olarak- teolojik tanrı öğretisiyle kolaylıkla bağdaştırmak mümkündü. Bu töz ve kuvvetlere, tanrısal bir varlığın tezahürleri ya da en iyi durumda benzerleri olarak bakılıyordu.Engels bu konuya ilişkin şunları yazıyor: “Bilim, hâlâ teolojinin derinliklerine batmış bir durumdadır. Çünkü her alanda, en sonu, doğanın kendisiyle açıklanamayan, dışarıdan gelen bir itilim arıyor ve bunu teolojide buluyor.”[4]

İşte Engels, metafizik dönemdeki doğa bilimsel görüşleri böyle değerlendiriyordu.

Engels’in bu değerlendirmesinde temel fark, bu metafizik görüşlerin teorik köklerinin ayrıntılı bir analizi ve doğa bilimindeki metafizik teorilerin, biçimsel mantıkla ve o dönemde egemen olan teolojik dünya görüşüyle ilişkisinin açığa çıkarılmasıdır.

Böylece Engels, biçimsel mantığın, dar kafalı ampirizmin sınırlılığını; metafizik aşıldıkça doğa bilimi ile teoloji arasında karşıtlıkların ortaya çıkmasının zorunlu olduğunu gösterdi.

Engels’in görüşleri, burjuva doğa tarihçilerinin metafizik döneme ilişkin değerlendirmelerinden temelde farklıdır. Hem de bu fark yalnızca yukarıda sözü edilen etmenlerle de sınırlı değildir. Engels’in görüşleri, proleter devrimci, Marksist tutum olarak bir bütün halinde burjuva doğa tarihçilerin görüşlerinden ayrılmaktadır. Burjuva doğa tarihçileri ve doğa araştırmacıları, doğa bilimlerinin gelişmesinin, üretime ve üretim ilişkilerine bağlı oluşunu görmezken ve görmek istemezken, Engels, doğa bilimleri tarihini Marksist bakış açısıyla, proletarya diktatörlüğü mücadelesi açısından inceliyordu.

BİLİM VE TEKNİĞİN DİYALEKTİK İLİŞKİSİ

Doğa bilimlerindeki gelişmelerle ilgili olarak Engels, tekniğin durumuna ve taleplerine de büyük önem verdi. Bu görüşlerini en özlü ve anlamlı ifade ettiği yer, Starkenburg’a yazdığı mektubudur: “Eğer teknik, sizin dediğiniz gibi, büyük oranda bilimin durumuna bağlı ise, buna karşılık bilim de tekniğin durumuna ve gereksinimlerine çok daha fazla bağımlıdır. Eğer toplumun teknik gereksinimleri varsa, bu, bilime ilerlemesi için 10 üniversiteden daha fazla yardımcı olur.”[3]

Engels’in doğa biliminin gelişiminde metafizik dönem değerlendirmesi, böylece, burjuva doğa tarihçilerinin sundukları değerlendirmeden temelde ayrılıyordu. Yine, 15. yüzyıldaki belirleyici keşifler üstüne, Engels’in düşünceleri metafizik görüşlerden temelde farklıdır.

Doğanın Diyalektiği’nin giriş bölümünde Engels, metafizik dönem için “doğanın mutlak değişmezliği görüşünü merkez alan genel bir düşüncenin” karakteristik olduğunu vurguluyor.

Tarihe ve düşünceye uzanan bu “genel görüş”ün tamamen işe yaramaz olduğunu, 19. yüzyılın ortaları gösterdi. Kapitalist ilişkilerin gelişiminin giderek artan devrimci etkisi, doğa bilimsel bilgilerin sürekli artması; bütün bunlar yeni bir dünya görüşünün zeminini hazırlamıştır.

19. yüzyıldaki (ve 18. yüzyılın sonlarındaki) keşiflerin, doğanın evrim öğretisinin, onun değişmezliği öğretisi karşısındaki zaferine zemin sağladığına daha önce değinmiştik.

Kozmogonik varsayımlar, güneş sisteminin bir ilk sis bulutundan doğduğuna dair kanıtlar sunuyordu.

Lyell, yer kabuğunun, birbiri üstüne yığılmış katmanların doğal bir oluşumu olduğunu kanıtladı.

Darwin, hayvan türlerinin vb. değişimini ve doğal oluşumunu ispatladı.

Böylece, doğanın çeşitli kollarına uygulanan gelişim öğretisi doğdu. 19. yüzyıl doğa bilimi tarihini ele alan her eser bunu tanımlamaktadır. Buna karşın, bu anlatımların her biri, 19. yüzyıl doğa biliminde olup bitenlerin dış görünümlerini basitçe saptamaktan öteye gitmiyordu.

Belirli olguların dış görünüşlerinin araştırılması ve saptanması, olayların bilimsel bilgisine ulaşılmasının gerekli bir unsuru olmakla birlikte, böyle dıştan araştırma ve saptama ile derinlikli bilimsel bilgiye ulaşmak kesinlikle mümkün değildir. Üstüne üstlük, bu dıştan araştırma ve saptama ile gerçekten bilimsel bir araştırma arasında henüz çok uzun bir mesafe vardır.

Burjuva doğa tarihçileri söz konusu olursa, 19. yüzyıl doğa bilimleri tarihinde de durum aynen böyledir. Bir teorinin yerini başka birinin almasının ardında yatanları da değerlendirmezler, teorilerin bu yer değişiminin ilkesel anlamını da değerlendirmezler.

Engels’in, doğa biliminin gelişimindeki metafizik döneme ilişkin değerlendirmesine bakarak, onun, 19. yüzyılın yukarıda bahsedilen keşiflerinin önemini, her şeyden önce metafiziğin doğa bilimlerinden sökülüp atılmasında, metafiziğin teorik köklerinin sarsılmasında, tek yönlü ampirizmin alt edilmesinde ve doğa biliminin teolojiyle olan bağlarından kurtuluşunda; yani tam da burjuva doğa tarihçilerinin önemsemediği noktalarda gördüğü anlaşılır.

Doğa bilimleri tarihinde metafizik dönem teorilerinden, Lyell’in, Darwin’in ve başkalarının yukarıda bahsedilen keşiflerine geçişin, metafizik düşünce tarzından diyalektik olanına geçiş, yani -bilinçli ya da bilinçsiz olarak (buna ileride değineceğiz)- diyalektik düşünce yasalarına, diyalektik-materyalist mantığa dayanan bir düşünce tarzına geçiş olduğunu kanıtlamak gibi büyük bir tarihsel katkı da Friedrich Engels’e aittir. Doğanın Diyalektiği’nde Engels şunları yazar: “Doğa anlayışının böyle, tüm farklılıkların orta kademelerde toplandığı, bütün karşıtlıkların ara halkalarla iç içe geçtiği bir aşaması için, eski metafizik düşünce yöntemi artık yeterli gelmemektedir. Kesin ve sürekli çizgiler tanımayan, şunun ya da bunun mutlak her daim geçerli olmadığı, sabit metafizik farklılıkları iç içe geçiren ve şu ya da bunun yanı sıra, doğru yerde hem o’yu hem de şu’yu da tanıyan ve karşıtlıkları birleştiren diyalektik, en yüksek düzeye ulaşmış tek düşünce yöntemidir.”[6]

 

*Maxsimov’a ait olarak Özgürlük Dünyası dergisinin 126. Sayısında Ferhat GÜZELGÜN tarafından çevrilerek yayımlanan yazı, Genç Hayat tarafından kısaltılmıştır.

 

KAYNAKÇA:

[1] Friedrich Engels, “Dialektik und Natur” (Diyalektik ve Doğa), Marx-Engels-Archiv, Cilt II, 1927, sf. 252.

[2] Friedrich Engels, “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü”, Die Neue Zeit, Yıl XIV, 2.Cilt, sf. 553.

[3] E. Lenz, Leitfaden der Physik (Fizik ders kitabı), Milli Eğitim Bakanlığı’nın talimatıyla Rus liseleri için kaleme alınmıştır. 3. basım -St. Petersburg- 1846, 1. Bölüm, sf. 142 (Rusça).

[4] Friedrich Engels, “Dialektik und Natur” (Diyalektik ve Doğa), Marx-Engels-Archiv. Cilt II, sf. 243

[5] Marx-Engels, Ausgewaehlte Briefe (Seçme Mektuplar), SSCB yabancı işçiler yayım kooperatifi. Moskova-Leningrad, 1934, sf. 411.

[6] Friedrich Engels, “Dialektik und Natur”. (Diyalektik ve Doğa), Marx-Engels_Archiv, Cilt II, sf. 189.

ÖNCEKİ HABER

Sizce iş deneyimim var mı?

SONRAKİ HABER

Mühendis | Sosyalist toplum mühendisliğinin öyküsü*

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa