11 Ağustos 2024 19:50

Taşın kökünü yiyenlere inat: Kozak Yukarıbey Köy Tiyatrosu

“Eskiden sofradan doymadan kalkınca, büyüklerimiz bize, taşın kökünü yiyin derdi, şimdi taşın kökünü yediler de yine doymadılar, yine doymadılar!”

Fotoğraf: Özcan Yaman/Evrensel

Paylaş

Kübra YETER

Bergama Tiyatro Festivali’nin ilk gününde tarihi Arasta’daydık. Kozak Yukarıbey Köy Tiyatrosu’nun Doğanın Gözyaşı isimli oyununu bekliyorduk. Tahta sandalyeler yavaş yavaş doluyor, Yukarıbey Köyü’nün kadınlarının performansını merakla bekliyorduk. Yönetmenliğini Tuncay Akdeniz’in, genel sanat yönetmenliğini Vedat Murat Güzel’in üstlendiği oyunun yazarları da oyuncuları da yine köyün kadınlarıydı. Kadın oyuncular sahneye çıktığında tüm gözler üzerlerindeydi. Oyun başladı. Karşımızda her repliğinde seyirciyi alan, her sahnesinde devleşen dört kadın vardı. Günlük yaşamlarını, geleneklerini, köyün âdetlerini tüm gerçekliğiyle anlatıyorlar, çam ağaçlarının onların yaşamındaki öneminin altını keskin bir şekilde çiziyorlardı. Fakat büyük bir derdi vardı Kozak Yaylası’nın “fıstık” zengini olan bu kadınların: Doğaya düşman definecilerin altın hırsı.

Hepimizin malumu Ege bölgesi yıllardır altın madeni uğruna kâr hırsı gözünü bürümüş şirketler tarafından talan edilmekte. Köylü yıllardır bu talancıların karşısında mücadeleyi ilmek ilmek örüyorlar. Kimi zaman ağaçlarına sarılarak kimi zaman sopalarıyla bu talancıların karşısına çıkarak kimi zaman da sanatın gücüne sığınıp o mücadeleyi birçok insana ulaştırarak. Kozak Yukarıbey Köyü Tiyatrosu işte Doğanın Gözyaşı oyununda böyle bir mücadeleyi seyirciye hatırlatıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin köy tiyatrosu projesi aracılığıyla bir araya gelen bu kadınları diğer köy tiyatrolarından ayıran en önemli şey ise köylerinin dışına da oyunlarını taşımış olmaları. Festivaldeki oyunlarıyla birlikte Ege’de dokuzuncu oyunlarını sahnelemiş oldular. Ve gittikleri yerde seyirciye şunu söylüyorlar oyunlarıyla: "Bizim bir tasamız var, anlaşılır anlaşılmaz ama biz anlatırız!"

Biz de bu vesileyle oyundan sonra Kozak Yukarıbey Köyü Tiyatrosu oyuncularıyla bir araya gelip ayaküstü sohbet ettik. Sözü onlara bırakalım:

Bugün burada çok kıymetli bir performans sergilediniz. Sizi sahnede izlemek bizler için çok anlamlıydı. Sahneye çıkmadan önce neler yapıyordunuz? Nasıl bulaştınız bu tiyatro illetine?

Semiha Hanım: Biz Kozak Yukarıbey'de yaşıyoruz. Çoluğumuzu, çocuğumuzu evlendirdik. İşten güçten sonra normal hayatımıza geçtik. Çoluk çocuk da gidince köyün işleriyle, günlük ev bark işleriyle uğraşır olduk. Sonra bir gün tiyatro geldi köye. Bizi geleneklerimiz arasında da oyun oynamak vardı. Önceleri bayramlarda seyranlarda oyun evleri kurar kendi aramızda oyunlar oynardık. Köye gelen oyunu gördükten sonra da biz de yapmak istedik. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden de bir teklif geldi “Böyle bir ekip kurmak ister misiniz, siz de yapın” diye. Biz de kursa gittik ve tiyatroya başladık. Provalar yaptık, çalıştık, kendi hikâyelerimizi yazdık. Hocalarımız bize yardım etti. İlk oyunumuzu oynadık. Sonra bir baktık ki devamı geliyor.

"BU TARZ ŞEYLER AYIP GÖRÜLÜRDÜ, KULAKLARIMIZI TIKADIK, BİR HEVESLE BAŞLADIK"

"Daha önce hiç böyle bir deneyiminiz yoktu. Çekinceniz olmadı mı, size cesaret veren neydi?

Biz Yukarıbey’de bayağı sıkı ortamda büyüdük. "Kızlar öyle yapmaz, karılar bunu etmez, doğru durulu" gibi laflarla. Bu tarz şeyler her zaman ayıp görülürdü. Çarşıdan, meydandan tek başına geçemezdin. Böyle bir ortamda büyüdük ama içimizde tiyatroya karşı bir heyecan ve heves vardı. Yapmak istiyorduk. Biz de kulaklarımızı tıkadık bir hevesle başladık.

Nasıl göz aldınız peki bu kadar lafı sözü?

Bir heves işte. Bizim işlerin bu kadar büyüyeceğinden haberimiz yoktu. Ama tek başına da olmadı tabii, eşlerimiz de arkamızda durdu, bizi desteklediler. Çevremizdeki insanlar destek oldukça bunu göze aldık. Sahneye ilk çıktığımızda alkışlandığımızda çok mutlu olduk ama laf eden de çok oldu. Bizi yadırgadılar. Ellerinizi niye öyle yapıyorsunuz, niye dans ediyorsunuz gibi çok laf söylendi. Yadırgandık. Bu işlerle uğraşacağınıza gidin çocuklarınıza, torunlarınıza bakın dediler. Dinlemedik. Sahnelere çıktıkça bize bir özgüven geldi. Çarşı meydana gelince de gelip geçiyoruz. Hiçbir şeye darılmıyoruz bile. Önceden heyecanlanırdık şimdi ben sahneden kendimi daha rahat hissediyorum. Seyircilerin de tepkileri çok güzel.

Neler hissediyorsunuz sahnede, seyircilerin tepkilerinden bahsettiniz...

Sahnede olmak çok güzel bir şey. Seyircinin bize verdiği duyguyu alıyoruz, hissediyoruz. Bizden de onlara geçen duyguları sahneden görebiliyoruz. Hocamız bize ilk oyunda seyirci sıkılırsa daha ilk anda çıkar gider demişti. Baktık ki giden olmuyor. Bugün de baktık giden oldu mu diye, olmadı. İşte o zaman tamam oldu bu iş diyoruz. Hele selam verip herkes alkışlayınca çok mutlu oluyoruz.

"MADEN BELASINA DOĞAMIZ ZARAR GÖRÜYOR"

Tiyatro nasıl bir olanak sağladı size, ekoloji mücadelenizi de oyunlarınıza katmışsınız, biraz da bunu merak ediyorum...

Arife Hanım: Arkadaşımızın anlattığı gibi çok mutaassıp bir ortamda yetiştik biz. Hiç kimse kendini rahat ifade edemez, rahat hareket edemez, kendi istediğini yapamaz. Öyle bir özgürlüğün yok. Sadece el âleme göre hareket etmek zorundasın ama bu bizim işimize gelmiyor. Ben de kendi çapımda bu bu baskıyı yırtmaya çalışıyordum. Sonra köye gelen ekiple tiyatroyla karşılaştık. Çok keyifli geldi. Bizim gibi köylü kadınlar tiyatro yapıyorlar. Bizim köyde ne yapabilirsin, anca dikiş nakış kursları var. Biz de hepsine gittik ama o da bir yere kadar. Köye gelen tiyatroyu görünce bir heves geldi. Arkadaşımın da anlattığı gibi başladık bu işe. Başlarda çok kalabalıktık, katılım iyiydi. Ama sonra azaldık tabii. Çoğumuz hayvanla, tarlayla, çoluk çocukla uğraştığı için bırakmak durumunda kaldı. Çünkü bu işe ayrı bir zaman ayırmak gerekiyor. Sonuçta tiyatro. Provan var, ezberin var. Kolay değil. E, tabii etraftan gelen baskılar da var. Sizin işiniz yok mu diyen, sosyal medyadan laf atan, namazınızı kılın sahnede işiniz ne diyen... Hepimiz inatla bugüne kadar geldik. Sahnenin tadını aldık bir kere. Şimdi bunu nasıl devam ettirebiliriz onun peşindeyiz.

Doğa mücadelesine gelince... Doğamız bizim için çok önemli ama insanlar gerçekten bilinçsiz, acı verici bir bilinçsizlik var. Ormanları, ağaçları bir görseniz. Şehirleri binalar dolduruyor ya bizim dağlar da bildiğin eşek tıraşı yapılmış gibi. Evimin karşısında yemyeşil bir dağ vardı. Her şey oradan taş çıkarmakla başladı. Ağaçlar kesildi. Artık sularımız bitiyor, yetmiyor. Dağlarımız kel kaldı. Ben onu izlemekten keyif bile almıyorum ki. Artık bu görsel zarar. Diğerleri de saymakla bitmiyor bu taş tozlarının yüzünden dediğiniz gibi. Dinamit patlatıyorlar, her yer toz duman. Çamlar, kozalaklar bu maden belasına zarar görüyor. Yerin altına ayrı zarar veriyorlar, sulu kesim diye bir illet var yerin üstüne ayrı zarar... Biz buna engel olamıyoruz belki ama tiyatroyla bunu birçok insana anlatıyoruz. Bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Katkısı olur mu olmaz mı bilmiyoruz ama kendimizi rahatlatıyoruz, dertlerimizi, endişelerimizi tiyatro aracılığıyla insanlara anlatıyoruz. Bu bizim için kıymetli.

ÖNCEKİ HABER

Amedspor, Fatih Karagümrük maçından 1 puanla döndü

SONRAKİ HABER

Paris 2024 Olimpiyat Oyunları sona erdi: ABD en çok madalya kazanan ülke oldu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa