16 Ağustos 2024 04:33

Acının dindiği yer

Bugün Heybeliada Sanatoryumu 100 yaşına giriyor, terk edilişinin ise 19. senesi. İki sene boyunca Heybeliada’da aile hekimi olarak görev yapmış Dr. Sosın Fisli, Heybeliada Sanatoryumunu yazdı.

Fotoğraf: Mesut Suat Acar/ Wikimedia Commons (CC-BY-SA-4.0)

Paylaş

Dr. Sosın FİSLİ

Devasa bir kapının eşiğindeyim, gözlerim alabildiğine bir mavilikte, denizde daha koyu başlayıp göğe doğru mavinin açılan tonları yayılıyor. Kapıyorum gözlerimi, aldığım nefesi göğsümde hissediyorum, atan kalbimi. Dalgaların sesi kuş seslerine karışıyor. Esen rüzgarla tahta kapı kanatlarından biri gıcırdıyor, yine beni kucaklayan sonsuz maviliğe açıyorum gözlerimi. Atlasam bulutlar kucaklayacak gibi bir hafiflik, gülümsüyorum. Bir meditasyon merkezinde değil, bir asır önce inşa edilen ülkenin ilk pandemi hastanesi sanatoryumun, salgın döneminde binlerce hastayı ağırladığı, şimdi ise ayak seslerimin yankılandığı hasta odasındayım. Onlarca hasta yatağının sığdığı bir balkona geçiyorum. Güneş yüzüme vuruyor, hastaların 'Kemiklerim ısındı' dediği gibi bir sıcaklık yayılıyor bedenime. Kendine yakışan tüm ihtişamıyla karşıda Büyükada duruyor. Nizam Camisi’nden okunan ezan sesi, Çam Limanı Koyu'nun sağ tarafındaki Terk-i Dünya Manastırı’ndaki çan seslerine karışıyor. Balıkçı teknelerinin ardı-sıra martılar süzülüyor gökyüzünde.

Bu balkonda yatmış hastaları düşünüyorum: Karşılıksız sevdadan ince hastalığa yakalandığı söylenen aşıklardan, şairlere; dünya harbinden yeni çıkmış bir memlekette açlıktan beslenemeyen çocuklardan, dönemin Reis-i Cumhuru İsmet İnönü'ye... Yılın büyük bölümü güneş alan balkonda, adayı saran çam ormanlarının reçineli kokusunu zayıf ciğerlerine çeken hastalar, uzakta kalan sevdalılarını mı düşlemişlerdir bilinmez.

Reçineli çam ormanlarının, rüzgarının, yıl boyu aldığı güneşle nemin oluşturduğu mikroklimanın sadece çok uzaktaki zengin bir diyarda, Davos'ta olduğu yazıyor kitaplarda; şansı bu mudur Halki’nin*? Hem doğası çok güzel hem de bulunmaz ilaç gibi havası var...

'Oralar yıkılabilir, dönün isterseniz' sesiyle irkiliyorum. Bir anda bulutlardan yere çakılıyorum. Geriye dönüyorum, yılların vefakar Emekçisi Mehmet Bey karşımda duruyor. Herkes gitmiş bir o kalmış, son nefesini vermesini beklediği hastayı bekler gibi hâlâ burada.

Hasta isimlerinin, şikayetlerinin, tedavilerinin okunabildiği, sararmış, yanmış sayfalar uçuşuyor boş odalarda. Zeminde artık kullanılmayan akciğer röntgen filmleri, kimlere aittir bilinmez. Tavan çökmüş son yangında, tepemde gökyüzü asılı. Yıllar önce terkedilen bahçeyi otlar kaplamış, duvarda 'Game Over' yazısı, sanki oynanan bir oyunu kaybeden çocuğun yazdıktan sonra küskün gitmesi gibi. Yağan yağmurlardan paslanmış beyaz demir kapıya yöneliyorum, devrilmiş tabelada 'Heybeliada Sanatoryumu' yazmakta. Önümde, Heybeliada iskelesine uzanan yolda kimler yaşama tutunma direnciyle sanatoryuma yürümüş ya da yolu yürüyemeyecek kadar takatsiz kalanlar atların çektiği faytonlarla getirilmiş? Şimdi geride o demlerden kalan bir iz bile yok.

Bahçede duruyorum, gözüm yamaçtaki mezarlığa takılıyor bir hasta yakınının sözlerini hatırlıyorum:

“Genç yaştaki dayım verem olmuştu ve köyden son bir umutla Heybeliada Sanatoryumuna getirildi” diyor ve devam ediyor anlatmaya;

“Tabii veremin tedavisi aylarca sürüyor. Anadolu'dan gelen dedemin kısa sürede parası tükeniyor, dönmek zorundalar. Doktorlar iyileşemeyen dayımı beraberlerinde götürmelerine izin vermiyor, ‘Durumu iyi değil, kaldıramaz, acı çekmesin o uzun yolda’ deniyor. Peki nasıl olacak? diye soruyorlar biçare bir halde. ‘Bize emanet edin, biz bakmaya devam ederiz’ diyor doktorları. Dayımla son kez vedalaştıktan sonra dayımı doktorlarına emanet edip çaresizce dönüyorlar, günler sonra Anadolu'nun ücra bir köyüne bir mektup ulaşıyor: ‘Kıymetli ... ailesi, evladınızı ... tarihte kaybettiğimizi üzüntüyle bildiririz, başınız sağ olsun. Heybeliada mezarlığına, ... parsele defnedilmiştir. Huzur içinde uyusun!’”

Uğurlandıkları sonsuzluğa bakar gibi maviye ve yeşile bakan yamaçta, Heybeliada Rum Ortodoks Mezarlığıyla yan yana Heybeliada Müslüman Mezarlığı bulunmakta. Bu iki mezarlıkta geride bir mezar taşı bile kalmayan kaç gariban huzurla uyumaktadır diye düşünüyorum.

Kimsesizleri, garibanları bile sahiplenen, koca bir ülkeye hayat sunan bir kurumun, bir gecede arkaya bakılmadan terk edildiği yalnızlık, yıkım içler acısı... Yıllar önce acıları burada dinen hastaların, karşı yamaçta yattığı mezarlıklar kadar sessizliğe mahkum şimdi...

İskeleye doğru yol alırken, “Sahi ‘GAME OVER’ mı?​” diye soruyorum kendime... Peki ya sizce?

*Rumcada Heybeliada, bakır anlamına gelen kelime.

ÖNCEKİ HABER

Mahmud Abbas TBMM'de konuştu: Gazze’siz bir Filistin devleti olamaz

SONRAKİ HABER

EÜ kreş özelleştirmesine karşı sendikalardan "mücadeleye devam" kararı: Kapattırmadık, özelleştirmeyeceğiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa