17 Ağustos 2024 04:43

Başka bir taraftarlık mümkün: Kamer Alyanakyan

A Milli Kadın Voleybol Takımının tribünlerinde bazen sevinç dansı yapan, bazen gözyaşlarını tutamayan Kamer Alyanakyan ile bu pozitif enerjinin kaynağını çocukluğundan başlayarak konuştuk.

Kamer Alyanakyan | Fotoğraf: Fatih Polat/Evrensel

Paylaş

Fatih POLAT

Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımının maçlarında, ekrana yansıyan sevinç danslarıyla gündem olan Kamer Alyanakyan, ‘Her İnsan Bir Hikaye’ dizisi açısından sıra dışı bir konuk. Onun tribünlerde üretmiş olduğu fark, başka bir taraftarlığın mümkün olduğunun canlı kanıtı.

Alyanakyan ile “gözbebeğim” ve “ana bağrı” dediği Büyükada’da yaptığımız sohbete çocukluğundan başladık.

“1965 yılında doğdum. Şişli, Kurtuluş civarında yaşadım. Aile evimizdi. Yazları da, mayıs, haziran aylarından itibaren eylüle kadar Büyükada’ya gelirdik. Bugüne kadar aynı ritüel devam ediyor. Eskiden yazın başında gelip sonunda ayrıldığım bir yerdi Büyükada, şimdi fırsat buldukça geliyorum. Ama gözbebeğim. Bisiklete binmeyi, yüzmeyi burada öğrendim. Basketbolu burada öğrendim. İlk sahne deneyimim burada oldu. İlk dansı burada yaptım. Ailemizin işe gittiği zaman bizi güvenle bıraktığı ana bağrıydı Büyükada. Burada çok keyifli yazlar geçirirdik ve tekrar tekrar gelmeye can atardık.”

Anne ve babası da İstanbul’da doğmuşlar. Babası doktor, annesi ev dekorasyonuyla ilgilenen bir iş kadınıymış. Bir de kız kardeşi var.

Pazartesi sabahı haftalık gündem toplantısında ‘Kamer Alyanakyan ile röportaj yapacağım’ dediğimde, bir editör arkadaşım, ‘Ne güzel soyadı var’ dedi. Ermenice bir soyadı. Dört dil biliyorsunuz: Ermenice, Türkçe, İngilizce, Fransızca. Türkçeniz çok akıcı. Peki Ermeniceyi okuyup yazabilir durumda mısınız?

İspanyolcayı da ucundan biliyorum. Fatih Bey, çok hayıflandığım şeylerden biridir. Ben, 18 yaşında bu dört dili konuşuyordum zaten. Bu yaşa geldim, insan altı yapar, yedi yapar, sekiz yapar. Orada bir ihmalkarlık var yani. Çoktan olmuştu, üzerine eğilseydim. Neyse. (Gülüyor)

Ortaokul ve lisede hem İngilizceyi hem Fransızcayı öğrenirken, Ermenice gündemimden düştü. Evde biraz konuşulurdu ama çok da fazla konuşulmazdı. İlkokul arkadaşlarımdan da kopmuştum. Bazen onların evlerine ziyarete giderdim, evlerinde konuşulurdu ama sokakta konuştuğumuz bir dil değildi. Bir de şöyle bir durum vardı. Benim ilkokulu bitirdiğim ve ortaokula başladığım yıllarda maalesef bir takım terör faaliyetleriyle sesini duyurmaya çalışan bir örgüt vardı. Onların yaptıkları faaliyetlerden dolayı da çoğu zaman okula üzgün ve mahcup halde giderdik. Çünkü kim bilir o faaliyetlerin ucunda belki okuldaki bir arkadaşımızın aile bireyi etkilenmiş olabilir. Onlar da aynı haberleri gazete ve televizyonlardan izliyorlar. Dolayısıyla artık sokakta da azcık konuşuyorsak, çekinir olduk ve hiç konuşmamaya başladık. Öyle bir süreç oldu. O zaman liseyi Robert Lisesinde okumuştum, sınav kağıtlarıma bile Kamer Alyanakyan yerine Kamer Alyanak yazmaya başlamıştım. Aman çok fazla bilinmesin. Ne zaman ki Boğaziçi Endüstri Mühendisliği Bölümü bitti, ondan sonra ben, mezunu olduğum ilkokulun bir takım kültürel ve sanatsal faaliyetlerine katılmaya başladım. Bilgi yarışması takımına girdim. Tiyatro çalışmalarına katıldım. Buralarda tiyatrolarımızın bir kısmını Ermenice oynardık. Yeniden Ermenice sistemime girdi. Ama ortanın altıdır benim Ermenicem. 

Ekşi Sözlük’te sizinle ilgili şöyle bir paylaşım gördüm: “Yıllar yılı hangi bilgi yarışması çıksa TV'ye bu eleman katılır ve hayli başarılı olup para pul ne varsa alıp götürürdü… Türk beyin takımının da her sene olmazsa olmazı neredeyse...” (Ben ‘Para pul ne varsa alıp götürürdü’ kısmını okurken gülerek araya giriyor)

O biraz abartılı olmuş.

Bilgi yarışmaları, Türk beyin takımı ve Dünya Zeka Oyunları Şampiyonası’na dair hikayenizle devam edelim o zaman…

1992’de Dünya Zeka Oyunları Şampiyonası başladığında Cumhuriyet gazetesi içleri doldurulacak dört kişilik çerçeve yayımladı, iki erkek, iki kadın. Türkiye’nin beyin olimpiyatlarını seçiyoruz diye yola çıktılar. O zaman benim ‘Bir Kelime Bir İşlem’deki başarım da taze. Kendime güveniyorum. Okulda da matematikte başarılıydım. Başvurayım dedim. Deneme sınavına katıldım, başarılı oldum. Finale davet edildim. Finalde de ilk dördün içine girerek takıma girdim. Bu arada Nevzat Erkmen’i de sevgi ve minnetle yad edelim. O zamanlar Türk Beyin Takımı’nın kurucusu, başlatıcısı, yürütücüsüydü. Geçtiğimiz yıllarda kaybettik kendisini.

1992’den 2005’e kadar ben takıma girdim, kesintisiz.

‘İş insanı’ kimliğiniz nereden geliyor?

1990’larda iş hayatına başladım. Sabancı’nın bir kuruluşunda çalışıyordum. SASA’nın PET şişelerin geri dönüşümüyle alakalı departmanında çalışıyordum. Sonra da arada Akıl Oyunları Yayıncılık var ama ona girmeyeyim, şimdilerde teknoloji üzerine dijital dönüşüm hizmetleri veren bir kuruluşun ortağıyım. Teknoloji şirketlerine yatırım yapan bir girişim sermayesi anonim şirketinin de ortağıyım.

‘HİÇ EVLENMEDİM’

Anladığım kadarıyla bu işler sizin hayatınızda çok baskın yer tutmuyor…

Evet. Gezebiliyorum, dilediğim zaman dilediğim yere gidebiliyorum. Bu arada yüreği hoplamış benim kız arkadaşımın yine bu haberler çıkınca. Evli olduğuma dair bir rivayet. Buna biz hep gülüyoruz. Evli olduğum rivayet edilen kişi arkadaşımdır. Ailece çok görüştüğümüz kişi var Tibuklarla. Biz bundan sekiz sene önce beraber bir açılışa gitmiştik. Altına magazinciler ‘evli’ ibaresi koymuşlar. Biz iki üç sene sonra fark ettik. İnsanlar bizi evli belleyedurmuşlar. Ne zaman bir şekilde öne çıksam, ‘Kamer evli de evli’… Değilim, hiçbir zaman da evlenmedim.

Artık büyük fotoğrafa gelelim. Sizi hakemin arkasında sevinç dansı yaparken gösteren görüntülerle gündem oldunuz. Yeni döndüğünüz Paris 2024 Olimpiyat Oyunları'nda da sizi yine bazen coşkuyla tezahürat yaparken, bazen de gözyaşları eşliğinde gördük. Tribünlerin ve sahaların kutuplaştırıcı tavır ve sembollerle öne çıktığı bir iklimde, siz ‘Başka bir taraftarlık mümkün’ mottosunun vücut bulmuş hali gibisiniz. Bu pozitif enerjinin kaynağı ne?

Bilmem. Coşkulu, rekabetçi bir yanım var ama bu toksik olmayan ve tamamen takımını destekleyici şekle bürünüyor. Ben 1990’larda bir arkadaşımın yönetici olduğu Şişli Spor Kulübünün voleybol takımını desteklerdim. Tribünler bomboş olurdu. İki sene neredeyse kadrolu taraftar vaziyetindeydim. Çok da keyif almıştım. Voleybol izleyiciliği bende oradan başlamıştı. Fakat sonra 2000’li yıllarda çok fazla voleybol izlemedim ama spor izleyiciliğim sürdü. Mesela 2002 Dünya Kupası’na gittim. Hayatım boyunca da Türkiye’nin katıldığı, benim izlediğim tek Dünya Kupası’ydı ve Türkiye üçüncü oldu. Daha o zaman yüzümde kırmızı beyaz boyalarla maçları izlediğimi ve gazetelere fotoğraflarımın düştüğünü hatırlıyorum.

Bir kere görünür olduktan sonra belki kameralar da size alışıyor, seviyor ama yine de o görüntüleri vermek için iyi yer tutmak ve bir plan kurmak lazım. On kaplan gücündeki bu tek kişilik hikaye nasıl yaşanıyor?

Mesela ben son olimpiyatlarda kankan dansı yaptım. (Gülüyor) O kankan dansını yakalayamamışlar.

Geçen yaz, 2023 mayıs ayında falan televizyonda bir maça denk geldim. Baktım ikinci toplara bir oyuncumuz dalıyor ve sakatlanma pahasına o topları çıkartıyor. Yeni birtakım oyuncular var. Gizem vardı, Vargas gelmiş, Kübalıymış meğer. Bir tane İtalyan koç var ama başarılıydı yani. Yerine gelen Daniele Santarelli de İtalyan. Ben bu takımı 2021’de gördüğümden birkaç düzey daha yukarıda gördüm. Daha istekli, şevkli, birbirleriyle iyi anlaşan, oyuncuların pek çoğu olgunlaşmış, yeni gelenler de değer katmış... Ben bu yaz boyunca bu takımı elimden geldiğince desteklemezsem rahat etmeyeceğim dedim. Baktım Dallas’ta Voleybol Uluslar Ligi finalleri var. Bizim de lise mezuniyetimizin geçen sene 40. senesiydi. Ve Amerika’da artık yerleşik arkadaşlarımız var. Çağrı yaptım, ama sonuçta üç kişi kaldık. Ben, İrfan, Arzu. İrfan basketbol takımımızın, Arzu da voleybol takımımızın kaptanıydı. Onlarla gittik. İlk maçtaki yerimiz tam takımın arkasında. Özel tişörtlerimizi yaptırmışız, ‘Filenin sultanları Teksas’ta’ diye. Ben her şampiyonaya kendi özel tişörtlerimle gidiyorum. Bir baktık maçı aldık. 3-1 kazandık. Karşı taraftan bir adam bana yürüyerek geliyor. Önce takımı tebrik etti. Federasyon başkanımızı hatırlıyorum. Sanki kırk yıllık kaybettiği dostunu bulmuş gibi geliyor bana. ‘Arkadaşım ben bunca zamandır maç izlerim, voleybol takımını böyle şevkle destekleyen taraftar görmediğimi söylemek istiyorum’ dedi. Desteğiniz için çok teşekkür ederim, dedi. ‘Benim yanımdaki Sağlık Kurulu Başkanı Ufuk Bey sizi fark etti, maçın geri kalanında biraz maça bakıyorsam biraz size bakıyordum, şimdi ne yapıyor diye’ dedi. Yani hakikaten alışkanlık yapıyorsunuz dedi.

Ertesi gün Çin ile oynadık. Amerika’da Çinliler yoğun. Doldurmuşlar tribünü. Sesimiz çok fazla çıkmamasına rağmen orada yine takımı elimden geldiğince destekledim. Ve takımımız şampiyon oldu. Çok keyifliydi.

‘PATEN KAYMAYI ÇOK SEVİYORUM

Kamer Alyanakyan

Patene ilginizi de biraz konuşsak…

Inline paten ile alakalıyım. Çok seviyorum kaymayı. 2004’te dünya şampiyonasına gittim. İtalya’da şampiyonaya gittim. Daha sonra 2012’de bir daha gittim ve bu sefer yarışmacı olarak gittim. Türkiye’de bir eleme sürecinden geçmedim. Dolayısıyla belki milli olarak adlandırılamam ama Türkiye’yi temsilen katılan ilk dünya şampiyonası patencisi oldum. Hem yol pateni hem de pist pateninde. Daha sonra da dünyanın başka ülkelerindeki şampiyonalarına Türkiye’den genç patencilerin gitmeleri için bağlantılar sağladım, onlara sponsor oldum. Patenin Türkiye’de gelişmesi ve sevdirilmesi için elimden geleni yapmaya çalıştım. Çok keyif alıyorum paten kaymaktan. Maratonlar kaydım.

ADA’MI HASTA ETME!

Kamer Alyanakyan

Sizi, Ada’nın koşullarına uygun olmadığı için tepkiyle karşılanan yeni minibüslere karşı verilen mücadelede hep ön saflarda gördük. Bu protestonuzu 2024 Paris Olimpiyat Oyunları tribünlerine de taşıdınız. Ben de Adalar İletişim Ağı grubundan takip ettim.

Oraya taşıdım ama farkındaysanız onu Olimpiyatların son gününde yaptım. Bisiklet azmanbüse karşı illüstrasyonunu hazırlayan Aydan Bey’den izin aldım. ‘Ada’mı hasta etme’ tişörtü de lise arkadaşlarımdan birinin sloganıydı, altını ben doldurdum. Takım üçüncülük maçında da sonuç alamayınca final maçında saha içinde yerim vardı. Bence İstanbul’un son köşelerinden bir tanesi olan Adalar ilçemizin, gelecek kuşaklara taşınası kültür mirası özelliğini ve sit özelliğini yitirmesine yol açacak bu azman minibüs hamlesini ve tehlikesini ortadan kaldırmak için elimden geleni yapmak zorunda hissediyorum kendimi başından beri. Orada da o fırsatı bulunca o fotoğrafları çektirdim ve herhangi bir yerde de paylaşmadım. Herhalde siz kullanacaksınız onları bilmiyorum.

Evet kullanacağım izniniz olursa…

(Gülüyor) Peki. Süreçte her ne kadar şeffaf bir yol izlendiği iddia edilse de hiçbir şekilde demokratik ve şeffaf bir yol izlenmediği gibi gerçek dışı beyanlarla da karşı karşıya kaldık. Bu ebatlardaki araçlar adalarımıza yakışmıyor. Hem ağırlık olarak hem büyüklük olarak çevreye çok büyük riskler taşıyorlar. Yaralanmalı pek çok kazalar da oldu.

ÖNCEKİ HABER

Ataşehir'in risk haritaları çıkarıldı: 17 mahalleye deprem konteynerleri konulacak

SONRAKİ HABER

Gebze ve Kocaeli'de 17 Ağustos anması: "Deprem Farkındalık ve Anma Koşusu"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa