23 Ağustos 2024 04:15

Haydar Ergülen: Yazarken eylemlere katılmalı, aydınlatma görevini de üstlenmeliyiz

“Edebiyat ve şiir de sanat gibi çoğaltmanın, kalıcı kılmanın, iletmenin yollarından biri. Hatta geleceğe aktarma bakımından da görev ve sorumluluğu."

Fotoğraf: Kadir İncesu

Paylaş

Halil YENİ

Haydar Ergülen’in “Büyülendiklerim” adını verdiği kitabı Sol Kültür Yayınları tarafından geçen senelerde yayımlanmıştı. Ergülen, kitabında büyülenerek okuduğu kimi yazarlara ve onların yapıtlarına yer verirken okura kısa bir portre çalışması da sunuyor.

Aralarında Aziz Nesin, Latife Tekin, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Tomris Uyar ve Sait Faik Abasıyanık gibi isimlerin olduğu 22 büyük yazarı anlatan Ergülen, kitabının satır aralarında, keşfettiği yeni yazarları da anmayı ihmal etmiyor. Ergülen ile “büyülenmeyi” ve kitabını konuştuk.

Edebiyatta okur olarak “büyülenmenin” bir ölçütü var mıdır? Ya da sizin “büyülendiğiniz” yazarların ortak sihri nedir?

Büyülenmek edebiyatla sınırlı bir akış değil yalnızca. Varlığın büyüsü, yeryüzünde bulunmanın ve başka canlıların da olduğunu bilmenin, insanın olduğu kadar ağacın, suyun, göğün, hayvanın, rüzgarın da yoldaşın olduğunu duymanın büyüsü. Edebiyat ve şiir de sanat gibi bu büyüyü çoğaltmanın, kalıcı kılmanın, iletmenin yollarından biri. Hatta geleceğe aktarma bakımından da görev ve sorumluluğu. Nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizin de biz yaşayamıyorsak, yaşayamadıksa da gelecekte başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair inancı sürekli taze tutmanın da dili. Bir anlamda, Cem Karaca’nın “Biz görmedik sen görürsün yavrum/daha mutlu Türkiye’yi mutlaka” şarkısının evrensele çevirisi.

Büyülendiklerim’in sihri, ortak noktası bu. Benim sonradan büyülendiğim şeylerden, onların evvelce büyülenmiş ve bu büyüyü söze, yazıya, kuşkusuz, derinliğine, genişliğine, ayrıntılarıyla aktarmış olmaları. Bu kadar değil tabii sayıları, ben üzerine çokça yazıp konuştuklarımdan bazılarını alabildim kitaba. Yoksa bir öyküsüyle, şiiri, denemesiyle de büyülendiğim pek çok büyücü var!

‘SAİT FAİK’İN ÜÇ ADASI VAR: KARAADA, BURGAZADA, YAZIADA’

Farkında olmamak imkansız... Kitabınızda kaleminizden gürül gürül bir Sait Faik Abasıyanık akıyor. Kitabı henüz edinmemiş olanlar için soruyorum. Sizin için Abasıyanık ne anlam ifade ediyor?

Sait Faik’in yaptığı, büyü sanatı da sayılabilir. O, edebiyatın deniz gören yanından kalkmış gelmiş. Sonsuzluk ufkuyla yaşayan, yazan bir adam. Bu ufku gündelik yaşamında fark edip ona göre mi yaşıyor? Hayır! Öyle yaşayamadığı için, tıpkı İstanbul’dan, yani Beyoğlu’dan, Asmalımescit’ten, karadan diyelim, evine, adasına, Burgazada’sına döndüğü gibi, yazıya dönüyor, yaşamayı yazıya döküyor, derdini, sıkıntısını, kötülükleri, aynı zamanda, ‘Çakır’ bir adam olduğu için de umudunu, sevincini de. Üç adası var, biri İstanbul, Karaada diyelim, ikincisi evi Burgazada, üçüncüsü de ikisinin beslediği, var ettiği en hakiki ada, Yazıada.

Yaşamını yapıtıyla bu denli iç içe kılan, buna karşın, okurken iç dökmelerinden şikayetçi olmadığımız pek az yazardan biri Sait Faik. Gündeliğin sıkıntısını, telaşını, küçük mutlulukları, zaafları ve tutkularıyla sıradan insanları, aşkları anlatırken, hiç ‘geçmiş zaman’ kipi kullanmayan, kullansa da zamanı hiç geçmemiş olan, can sıkıntısının Çakır yazarı. Mavi yazar.

‘ROMANTİK GERÇEKÇİ ŞAİR, TOPLUMCU GERÇEKÇİ YAZAR’

Edebiyat çevrelerince Sabahattin Ali’ye dair yapılan farklı değerlendirmelere kitabınızda da karşılaşıyoruz. Sizce Sabahattin Ali toplumcu gerçekçi kalıpları zorlayan bir yazar mıdır? Toplumcu gerçekçi bir yazar mıdır?

Sabahattin Ali yalnızca romanlarıyla değil öyküleriyle de büyüleyici bir yazardır. ‘Kasaba’ adı verilen ve her bakımdan, öykünün, romanın, sinemanın bitmez kaynağı olan yerleşim yerine, içeriden olduğu gibi dışarıdan da bakmasını bilen, oradan unutulmaz insan manzaraları çıkaran ve onları sanki bir sosyolog kadar bir psikolog olarak da incelemiş duygusunu kuvvetle uyandıran, gözlemleriyle de hakiki olanı duyuran büyük bir yazardan söz ediyoruz.

Yakınlarda Sabahattin Ali şiirleriyle ilgili yeni bir yazı yazdım ve orada Ali’nin romantik gerçekçi bir şair ve toplumcu gerçekçi bir yazar olduğunu belirttim. Sabahattin Ali sosyalist yazarlar kadar, eğitimini gördüğü Alman dilinin romantik yazar ve şairlerinden de etkilenmiş, çeviriler yapmış. Nâzım Hikmet’le karşılaştıktan ve ilk öyküsünü Resimli Ay dergisinde yayımladıktan sonra sol düşünceye yönelmiş. Onun toplumcu gerçekçiliğinden bir Maksim Gorki profili çıkaramayız elbette, fakat niye öyle olsun? Tüm toplumcu gerçekçi yazarların Marksist olması da gerekmiyor. Demokrat, insan ve hayvan haklarına duyarlı, kadınıyla erkeğiyle eşitlikçi bir toplum düzenini özleyen herkes ister eleştirel ister toplumcu gerçekçi olsun, yazdığı dile, yaşadığı yeryüzüne borcunu, gerçekleri göstererek, yazarak ödüyorsa, onların tümü de dünden gelen günümüzde de süren biz gittikten sonra da okunacak yazarlardır, daha ne olsun!

Kitabınızda en çok yer ayırdığınız yazarlardan biride Orhan Kemal. Kemal’i anlatırken onun “aydınlık gerçekçilik” tavrından bahsediyorsunuz. Nedir bu “aydınlık gerçekçilik”? Diğer “gerçekçi” akımlardan farkları nelerdir?

Herhalde Orhan Kemal’in güneş doğmadan uyandığını, insanlar gecenin karanlığında işe, öğrenciler okula gitmeye çabalarken, onun daha da zor bir görevle şehri, sabahı, insanları yazmaya başladığını düşünerek demiş olmalıyım bunu. Tüm olumsuzluklara, çıraklara, küçük kız işçilere yapılan her türlü toplumsal kötülüğe, tacize, sömürüye karşı, fabrika kızlarının yalnızca işleriyle değil insanlarla da boğuşmasının tanığı olarak, köprü altlarında, yangın yerlerinde, sokaklarda, ana caddelerde, duraklarda yatan evsizleri, işsizleri de unutmadan, hepsine acıma, şefkat, merhamet duygularını, öykü olsun, roman olsun yazdığı her satırda derinden hissettiren, öte yandan daha çok okunsun, gerçekler daha çok kavransın, bu durum daha hızlı değişsin dileğiyle belki de, daha açık, anlaşılır, kısa cümleler, gündelik dil, argo kullanımıyla da daha işlevsel bir yazar olduğunu düşünüyorum Orhan Kemal’in. Özellikle de mekanın İstanbul olduğu yapıtlarında… Aydınlık burada, gerçekçiliğin açık, anlaşılır, yalın bir anlatım ve umudun hep var olması anlamında bir kullanım.

‘HALKIN ÇOĞUNLUĞUNU ELE GEÇİREMEDİLER’

Fakir Baykurt’u anlatırken “1946’da başlayan karşıdevrim ne yazık ki cumhuriyet’in 100. yılını kutlamaya hazırlanırken tüm ülkeyi egemenlik altına aldı. Bizim şimdi daha çok ışığa, aydınlanmaya, ışık yazarlara, ışık şairlere gereksinimimiz var” diyorsunuz. Işık yazar ve şairlere ya da adaylarına önerileriniz nelerdir?

Cumhuriyetin 100. yılı için 100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi (Kırmızı Kedi Y.) adlı bir kitap yazdım, Ankara’dan Bomonti’ye Gavur’dan 3K’ye, İnkılap’tan İslam’a, Dersim’den jandarmaya, Veysel’den Zeki Müren’e, 29 simgeyle eleştirel bir okuma yapmaya çalıştım. Cumhuriyetin sevinci kadar yol açtığı üzüntüler, yaptığı kıyımlar, kırımlar, göz yumduğu pek çok şeyi de anlattım orada. Hatalar, eksikler, yanlışlar... Fakat cumhuriyetin son 25 yılda uğradığı ve sürmekte olan gerici ve faşist saldırı onun çok yakında yok olmasına yol açabilir ve İslam Cumhuriyeti kurmak isteyenler kutlu davalarını gerçekleştirebilir! En çok ve kadınlar direniyor hâlâ onlara karşı. Nerdeyse tüm kurumları ele geçirmiş durumdalar, halkın çoğunluğunu ele geçiremediler bir tek! Uzunca anlattım, gerçi zaten bildiğimiz ve günden güne daha da kötüsünü, beterini yaşadığımız işler.

Bu durumda geniş bir laik cephe olarak, Atatürkçülerden Kemalistlere, hâlâ kaldıysa merkez sağdan sosyal demokratlara, sosyalistlere kadar, haksızlığa, zulme karşı olan dindarları da unutmadan, her dinden mezhepten, milliyetten yurttaşlar, belediyelerde gösterdiğimiz direnci yurttaşlık bilinciyle yaşamın her alanına taşımalıyız. Bu artık acil bir görev ve yazarlarımız, şairlerimiz, sanatçılarımız da bireyi de toplumu da dünyayı da yazarken böyle bir sorumluluğu taşımalı, aydınlatma ve ışık olma görevini de üstlenmeli. Üstlenmeliyiz. Yazılarımız, konuşmalarımız, söyleşilerimiz, kitaplarımız ve elbette toplumsal eylemlere katılımımız, desteğimizle de. Nâzım Hikmet’in “Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?​” sorusunu “Işık olmakla, ışıtmakla, uyarmak ve uyandırmakla” diye yanıtlayarak.

ÖNCEKİ HABER

Çerkezköy mitinginin arkası gelmezse bir şey değişmez

SONRAKİ HABER

Koç büyüdü, ekmek işçinin kursağında kaldı: Sıkacak dişimiz kalmadı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa