23 Ağustos 2024 17:44
/
Güncelleme: 16:46

Girilemeyen restoranlar, plajlar: Minimal, mütevazı tatil

İki öğrenci olarak farklı hayatları görüp sonrasında işçi kentlerine dönüyor olmamız, yaşadığımız dünyada sınıfsal duvarlarla çevrili olduğumuzu anlamamızı sağlıyor.

Girilemeyen restoranlar, plajlar: Minimal, mütevazı tatil

Fotoğraf: Pixabay

Mustafa TEZCAN

Gece SÖNMEZ

Kocaeli/Zonguldak

Gelecekten bir hafta çaldığımız Gençlik Yaz Kampı’na doymayanlar için bir günlük öğrenci bütçesiyle yaptığımız Ayvalık turundan bahsedeceğim. Yolculuğumuz öncelikle Bademli’den güçlük çekerek de olsa dolmuş aracılığıyla Dikili otogarına gelmemizle başlıyor. Dikili, biraz daha varlığı unutulmuş bir kesim, İzmirli emeklilerimizin uğrak bir adresi. Sonrasında seyahatimiz Ayvalık’a giden bir dolmuşla devam ediyor. Ayvalık otogarına arkadaşımın başı omzumda uyuyarak geliyoruz. Yaklaşık 45 dakika süren yolculuk ardından küçük bir ayarlamayla valizlerimizi otogara teslim ediyor ve otogardan kalkan dolmuşlarla merkeze ulaşıyoruz. İlk kez gelenler içinse çarşıda Konuk Çay Evi’ni işleten Cemil abiyi bulursanız ve Genç Hayat okuru olduğunuzu söylerseniz eminim sizlere yardımcı olacaktır. Saat 12’ye yaklaştığı için acıkmaya başlıyoruz. Ayvalık’a gelmişken tost yemeden olmaz diyoruz ve deniz kenarındaki tostçulardan olabildiğince uzak durarak ara sokaklarda daha uygun denilebilecek bir tostçu buluyoruz.

Karnımızı doyurduktan sonra gezimiz Taksiyarhis Kilisesi ile devam ediyor. Merkeze 10 dakikalık yürüme mesafesinde olan bu kilise daha yürümeye başladığımız anda bizi Arnavut kaldırımlarıyla, Rum evlerinin renkli ve çiçekli kapılarıyla karşılıyor. Yoldaşım gördüğü her kediyi ve kapının fotoğrafını çekse de kiliseye varmayı başarıyoruz. 15. yüzyılda Rum Ortodoksları tarafından inşa edilen bu kilise 3 ayrı dönemden günümüze çok şey taşıyor. Kilise İsa’nın doğumunu anlatan duvar motifleri ile süslenmiş bir şekilde bizleri karşılıyor. Biraz daha geçmişini kurcaladığımızdaysa 2. Dünya Savaşı döneminde çanın haber vermek amacıyla çıkarıldığı ve şu anda Berlin’de Bergama müzesinde sergilediğini öğreniyoruz. Ege’deki tarihi eserlerin çoğunluğunun Almanya’ya nasıl gittiğiyse bizler için düşündürücü. Burası da çoğu kilise gibi bir dönem cami olarak kullanılıp sonrasında müze haline getirilmiş. Azınlıkların tarihinin silinmeye çalışıldığını ancak şehrin sosyal yapısının buna izin vermediği düşünüyoruz. Ayvalık’ı gezdiğinizde siz de Rumlardan kalan esintileri fark edeceksinizdir. Biraz daha Macoron mahallesinde kaybolmaya çalışıyoruz. Mahalle, dar sokaklarıyla sizi birbirinize biraz daha yaklaştırıyor. Arnavut kaldırımları ve kapıları saksılarla süslenmiş bu sokaklarda yürüdüğünüzde belki yoldaşlığı ve aşkı bulabilirsiniz. Kısıtlı vaktimiz olduğu için adaya gitmeye karar veriyoruz. İki kişilik bu gezimiz bizim için yeni bir keşfe doğru dönüşüyor. Meydanda kalkan motorlara son dakika koşarak yetişiyoruz ve Cunda -diğer adıyla Alibey- adasına doğru yola çıkıyoruz. 20 dakika süren yolculuktan sonra adaya ayak basıyoruz. Dedem ve babaannemden duyduklarıma göre 50-60 yıl önceye kadar sadece balıkçıların yaşadığı bu adada sadece 1 kahvehanenin olduğu ve kışları sobanın karşısında tek bir televizyonu tüm insanların seyrettiğini dinlediğim aklıma geliyor.

HER TÜRLÜ İMKANSIZLIĞA RAĞMEN TADINI ÇIKARMAK

Motor yolculuğumuz bitiyor ve adaya ayak bastığımız anda gördüğümüz ilk dondurmacıya koşuyoruz. Bütün kıyı şeridini dolduran bu kafe ve restoranlar misafirlerini ağırlamakta. Fahiş fiyatlardan dolayı biz sadece önlerinden geçerek dondurmalarımızı yiyoruz. Adanın atmosferine kapıldığımız bir zamanda karşımıza üst üste iki tane gelin ve damat çıkıyor. Ada aynı zamanda yeni çiftlerin de uğrak bir adresi olmuş. Yukarıya doğruyu yürümeye devam ediyoruz ve bizi Rahmi Koç müzesi karşılıyor. Kilisenin tarihinden koparılarak adeta bir oyuncak müzesine çevrilmesi ilginç. İçerisini gezmenizi yine de öneririz. Yürümeye devam ediyoruz. Karşımıza bir evin bahçesinden çevrilmiş bir kafe çıkıyor. Yoldaşım doğal üzüm suyu yazısını görünce içeriye koşuyor adeta. Biraz dinlenirken doğal üzüm suyumuzu içip adanın yaşantısını sakinlerinden dinliyoruz. Tepeyi tırmanmaya devam ediyoruz ve tarihi yel değirmenine kadar çıkmayı başarıyoruz. Yine Koç’a ait olan bu tarihi müzede oturarak manzarayı seyrederken aşağımızda kalan villalardan kendimize bir tane seçmeye karar veriyoruz.Sonunda aşağıya inerek ilk gelen dolmuşa biniyoruz ve bizi Çatalca Koyu’na bırakıyor. Sahil mafyaları bütün kıyı şeridi gibi burayı da işgal etmiş durumda. Bir yandan siteye ait olan oturmanın yasak olduğu şezlonglarla diğer yandan sahil mafyalarının işgali arasında kalıyoruz. Sınırları çok net çizilmiş olan, dar bir alana sıkışmış halk plajında buluyoruz kendimizi. Duş, alıp mayo giymemiz gerektiği için fiyat soruyoruz ve kişi başı 400 lirayı duyduktan sonra oturmaktan vazgeçiyoruz ve Şirinkent’teki halk plajına gitmeye karar veriyoruz. Rastgele bindiğimiz dolmuşlar aracılığıyla güç bela varmayı başarıyoruz. Ayvalık’ın soğuk dalgalarıyla boğuştuktan sonra duşumuzu alıyoruz. Yalın ayak dolmuşa doğru yürürken bizlere sokak köpekleri eşlik ediyor.

Sırt çantamızın ağırlığı dışında hiçbir şey hissetmiyoruz. Gün bitimine doğru rotamızın başladığı noktaya varıyoruz. Ucuz sayılabilecek bir balıkçıda karnımızı doyuyoruz. Ege’de renklerin biraz daha ısındığı, yemeklerin daha lezzetli gelmeye başladığını hissediyoruz. Akşam son olarak bir sokak arasında ahşap masaları olan bir şarap evine yolumuz düşüyor. Konukların da ara ara mikrofonu eline aldığı bu sıcak mekânda sırayla şarapları sizde tadabilirsiniz. Biz kendimizi alamadığımız için dans da ediyoruz. Bir günü dolu dolu geçirdikten sonra Kocaeli’ye dönmeyi pek istemesek de otogara geri dönüyoruz. Kocaeli ve Zonguldak gibi şehirlerden gelen iki öğrenci olarak farklı hayatları görüp sonrasında işçi kentlerine dönüyor olmak yaşadığımız dünyada sınıfsal duvarla çevrili olduğunu anlamamızı sağlıyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et