Emekli yoksulluğa itiliyor
Avrupa'nın Gündemi'nde Almanya'daki emeklilerin yoksulluluğu, Fransa Cumhurbaşkanı'nın yeni hükümete dair adımları ve İngiltere'de İşçi Partisi'nin ishtihdam hakları stratejisine dair tartışmalar var.
Almanya’da geçtiğimiz yıl işçiler yaptıkları eylemlerle ücretlerin artırılmasını talep etmişti. | Fotoğraf: Ali Çarman/Evrensel
Emekliler Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da gündemde. Pandemi, savaş ve krizin faturasını halka çıkartma politikalarının sonucu olarak Almanya'daki 19 milyon emeklinin neredeyse beşte biri yoksulluk kıskacına girdi. Federal Meclisteki Sol Parti grubundan gelen bir soru önergesine Federal Hükümetin verdiği yanıta göre, ülke genelinde emeklilerin en az yüzde 18.4’i yoksul. Sol Parti Emeklilik Politikası Sözcüsü Matthias Birkwald “Emeklileri yoksulluğa mahkum edeceğinize maaşları arttırın” diyor. Fransa'da yaz başında yapılan seçimlerden bu yana yeni hükümeti atamayı reddeden ve sessizliğe bürünen Cumhurbaşkanı Macron nihayet harekete geçiyor. Cuma gününden itibaren Mecliste grubu bulunan parti temsilcilerini kabul etmeye başlayan Macron'un önümüzdeki hafta yeni hükümeti ataması bekleniyor. Sol Birliğin Başbakan Adayı Lucie Castets, Macron ile yapacağı görüşme öncesinde Fransız halkına Yeni Halk Cephesi temsilcileriyle birlikte imzaladığı bir mektup gönderdi. Mektupta “Cumhurbaşkanının eylemsizliğinin son derece ağır ve yıkıcı olduğunu”nu vurguladı. İngiltere’de İşçi Partisi, Mecliste çoğunluğu sağlamasından bu yana yakından izleniyor. The Guardian Yazarı Martin Kettle, partinin son istihdam hakları stratejisinin riskli olduğunu belirttiği bir yazı yayımladı.
NEREDEYSE BEŞ EMEKLİDEN BİRİ YOKSUL
Matthias W. Birkwald*/Junge Welt
EMEKLİLİK maaşlarına ek olarak 1.4 milyon emekli çalışmaya devam ediyor; bazıları işten keyif aldığı için, birçoğunun ise mevcut politikacılar tarafından çökertilen emeklilik sistemiyle geçinecek durumları yok. Ya sosyal yardım (temel güvence) almak zorundalar ya da şişe toplayıp depozitelerinden günü kurtarmakla uğraşıyorlar. Almanya'da yoksulluğun, özellikle de yaşlılık yoksulluğunun yalnızca marjinal bir olgu olduğunu iddia edenlerin yanıldığı ortaya çıktı: Almanya’da 65 yaş üstü tüm insanların yüzde 18.6’sı, -2010’daki yüzde 12.1’e kıyasla- 2023’te yoksulluk içinde yaşıyordu.
Özellikle korkutucu: 40 yıldan fazla sigorta süresine sahip emekli maaşı alan neredeyse sekiz milyon emeklinin üçte birinden fazlası yalnızca 1250 avronun (vergiler hariç!) altında bir emekli maaşı alıyordu. Düşük ücretler ve maaşlar, yasal emekliliğe de düşük katkılarla sonuçlanıyor: Etkilenenlerin büyük çoğunluğunun bu boşlukları şirket emeklilik planları veya özel tasarruf, fon gibi hizmetlerle telafi edebileceği oldukça imkansız.
Ancak yalnızca düşük ücret kazananlar, neredeyse tüm diğer emeklilik hizmetleri için gerekli paraya da sahip olmayacak. Uzun bir sigorta süresinden sonra emekli maaşlarının oranının özellikle doğuda 1250 avronun altında olması da dikkat çekici. Doğu ile Batı arasındaki ortalama ücret farkı hâlâ yüzde 17 ve bu sorun gelecekte de derinleşerek devam edecek. Sosyal demokrat parti SPD’nin ajanda politikasının oluşturduğu yüksek işsizlik ve düşük ücretli ülkenin sonuçları henüz tam olarak ortaya çıkmadı.
Alman emeklilik sisteminin reforma tabi tutulması gerekiyor. Avusturya yolunda büyük adımlara ihtiyacımız var. Erkeklerin emekli maaşları ortalama olarak yaklaşık 1200 avro, kadınların emekli maaşları ise hâlâ neredeyse 350 avro. Emekli maaşının yeniden ortalama maaşın yüzde 53’üne çıkarılması gerekiyor. SPD ve Yeşiller onu 2000’li yılların başında çöpe göndermeden önce o düzeydeydi. Daha sonra tüm emekli maaşları derhal, bir kez ve ek olarak yüzde on oranında artırılacaktı. Devam eden fiyat patlamaları göz önüne alındığında emeklilerin paraya ihtiyacı var.
Emekliler için yalnızca 300 avroluk cılız bir enerji ödeneği verilmişti, halbuki memurlar 3 bin avroya kadar enflasyon parası alıyordu. Bu tür adaletsizlikler artık son bulmalı! Solun, geliri olan herkesin ödemesi gereken iş sigortası çağrısı yapmasının nedeni de budur. Meclis harekete geçmeli: Çok sayıda diğer reforma ek olarak, yaşlılıkta yoksulluğa karşı nihai önlemler alınmalı. Yaşlılıkta yoksulluğa mahkum etmek yerine emekli maaşlarını artırın.
Kısa bir bilgi verirsek: Federal hükümet emeklilik maaşının 2039 yılına kadar ortalama maaşın yüzde 48'inin altına düşmemesini esas alıyor. Ayrıca emeklilik maaşlarının finansmanı için ek bir bileşen hayata geçiriliyor. “Nesilsel sermaye” adı verilen bu bileşen, emeklilik primlerini sabit tutmak için oluşturulacak ve devlet menkul kıymetler piyasasına para yatıracak. Kredilerle finanse edilen 200 milyar avroluk fondan edilen kârla emeklilik sigortasının yükü hafifletilecek.
Çeviren: Semra Çelik
*Matthias W. Birkwald, Federal Meclisteki Die Linke Partisinin Emeklilik ve Yaşlılık Güvenliği Politika Sözcüsü.
LUCIE CASTETS’İN FRANSIZLARA YAZDIĞI MEKTUP NELERİ İÇERİYOR?
Margot Bonnéry-Humanite
Lucie Castets hazır ve Fransız halkına da bunu söylüyor. Yeni Halk Cephesi’nin Matignon adayı ve Sol Birlik temsilcileri 22 Ağustos’ta yayımladıkları bir mektupla hükümet etme kabiliyetlerini bir kez daha ortaya koydular. Cumhurbaşkanı ile yapacakları görüşmenin arifesinde, bu mesaj Yeni Halk Cephesi (NFP) etrafında “Kitlesel olarak seferber olan seçmenlere” ve “Bize oy vermeyenlerin ve hatta hiç oy vermeyenlerin” dikkatine sunuluyor.
MUTLAK ÇOĞUNLUK OLSUN YA DA OLMASIN, ŞİMDİ EYLEM ZAMANI
“Satın alma gücünü arttırmayı kim reddedecek? - Parlamento üyeleri oylarının hesabını verecek ve halk da buna tanıklık edecek” diye yazıyorlar. Lucie Castets, Fabien Roussel (Fransız Komünist Partisi), Marine Tondelier (Ekolojistler), Manuel Bompard (Başeğmeyen Fransa) ve Olivier Faure (Sosyalist Parti) koalisyonlarının seçimde birinci çıktığını ve görevlerinin “Hükümet kurmak, Parlamento içinde anlaşmalar aramak ve işe koyulmak” olduğunu vurguluyorlar.
YENİ BİR YÖNETİM BİÇİMİ İCAT ETMEK
Mektupta, imzacılar seçim vaatlerini de yinelemekte. “Fransız halkının yaşamını hızlı ve somut bir şekilde iyileştirmek”: Satın alma gücünü arttırmak, ücretleri ve asgari ücreti yükseltmek, kamu hastanelerini ve eğitimi desteklemek vb. NFP ayrıca “Vladimir Putin'in saldırgan savaşını (...) başarısızlığa uğratmak, Gazze'de ateşkes sağlamak ve rehinelerin serbest bırakılması için” “barışın hizmetinde bir diplomasiyi” teşvik etmeyi amaçlamakta. Filistin'in “Derhal tanınması için” de harekete geçmeyi planlıyorlar. Sol Birlik temsilcilerine göre Meclis, “Kendi çalışma takviminin kontrolünü yeniden ele almalı ve kendisine sunulacak tasarı ve teklifleri sakin bir şekilde tartışmalı. Sosyal ortaklar dinlenmeli ve onlara saygı gösterilmeli. Sahadaki insanları, yerel seçilmiş temsilcileri, kurumları ve demokrasimizin günlük olarak işlemesini sağlayan herkesi sürece dahil etmenin yeni yolları bulunmalı.”
SEÇİMLERDEN BU YANA MACRON HİÇBİR ŞEY SÖYLEMEDİ
“(Macron) Bu seçimlerin sonuçlarını değerlendirmek yerine bocalıyor. Daha ne kadar hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğiz?” diye soran mektubun yazarları, ‘Cumhurbaşkanının eylemsizliği son derece ağır ve yıkıcı’ diyorlar. Birlikte, “geçmiş politikalardan” “gerekli bir kopuşu” işaret ederek Beşinci Cumhuriyet altında yeni bir yönetim biçimi icat etmeyi öneriyorlar. (...)
Çeviren: Eren Can
İŞÇİ PARTİSİNİN RADİKAL İSTİHDAM STRATEJİSİ…
Martin Kettle – The Guardian
Yönetimin yönetme hakkına inanıyorum - ve aynı zamanda sendikaların onları durdurma hakkına da inanıyorum. Bu kavgacı atasözü, benim deneyimlerime göre, 1970’lerin çalkantılı Britanya’sında kudretli sendika baronlarının sonuncusu iken 2004’teki ölümünden önce son yıllarını gerçek bir baron olarak geçiren Hugh Scanlon’a atfedilir. Bu sözler, 1980’lerde bu son derece ilginç adamla yediğim pahalı bir öğle yemeğinden de teyit edebileceğim gibi, Scanlon’un kapitalizm altındaki endüstriyel ilişkilere dair genel olarak uzlaşmaz görüşünü kesinlikle temsil ediyor. Scanlon’un döneminin Marksist solundaki pek çok kişi, aralarında Madencilerin Lideri Arthur Scargill de olmak üzere, onun sözlerine katılırdı. Ve bugün hâlâ bu görüşte olan bazı sendika aktivistleri var. Keir Starmer’ın İşçi Partisi hükümeti kesinlikle bu yaklaşımı teşvik etme işinde değil. İşçi Partisinin bu yılki seçim bildirgesinin endüstri ilişkileri bölümünün parolası çatışma değil, tam tersiydi: Ortaklık. Ortaklığa yapılan vurgu, İşçi Partisi ve sendikaların seçimden önce hazırladıkları “çalışanlar için yeni anlaşma” anlaşmasının merkezinde yer alıyor.
Yeni anlaşma belgesinin içine baktığınızda, sıfır mesai sözleşmeleri, ebeveyn izni ve haksız işten çıkarma korumaları gibi konularda güçlendirilmiş istihdam haklarından oluşan bir liste bulacaksınız. (…)
İşçi Partisi, hükümetteki ilk 100 günü içerisinde tüm bunları bir istihdam hakları yasa tasarısına dönüştürme sözü verdi. Bu yeni bir hükümet için bile oldukça hızlı bir adım. Tüm bunlar, yasama sürecini daha basit hale getirmeyecek olan çok sayıda istişare vaadiyle sarılmış durumda. Ancak Starmer Hükümeti hakkında şimdiden söylenebilecek bir şey varsa o da oldukça iyi hazırlanmış göründüğüdür. Ayrıca Avam Kamarasında büyük bir çoğunluğa sahip.
Ancak bu hızlı tempo, tasarıyı çevreleyen siyasi sıcaklığın da hızla yükseldiği anlamına geliyor. Bunun bir kısmı, hükümetin temmuz ayında Muhafazakarlardan devraldığı uzun süredir devam eden endüstriyel anlaşmazlıkları çözme stratejisiyle tetiklendi. İşçi Partisi, (Şu anda konuyla ilgili oylama yapan) genç doktorlarla ve çok daha tartışmalı bir şekilde tren sürücüleriyle hızlı bir şekilde anlaşmaya vardı. Ayrıca, bir ücret inceleme kurulunun tavsiyesini takiben öğretmenler için enflasyonun üzerinde bir ödeme yapılmasını kabul etti.
(…)
Starmer'ın bu hafta, tasarının önerileri nedeniyle firmaların “Fidye için tutulabileceğini” iddia eden iş dünyası liderleri tarafından sakin olması konusunda uyarıldığı bildirildi. Daily Mail'in geçtiğimiz Ccumartesi manşetten sorduğu soruyla birlikte sağcı basın da suçlamaya başladı: “İşçi Partisi sendikaların kontrolünü şimdiden kaybetti mi?” Muhafazakar lider adayları da minnetle aynı şeyi yaptılar. Bu hafta yarışta önde görünen James Cleverly, İşçi Partisini “Sendika ağalarının oyununa gelmekle” suçladı.
Tüm bunlarda çok fazla abartı olduğunu öğrenmek şaşırtıcı olmayacaktır. Eğer yasa tasarısı yayımlandığında May'in yeni anlaşma belgesini yansıtıyorsa, ki neredeyse kesin olarak yansıtacaktır, iş dünyasına aktif olarak danışılmayan çok az şey olacaktır. Dahası, iş hukukunda yapılacak önemli değişikliklerin oldukça dikkatli bir şekilde aşamalandırılması beklenmektedir. Tasarının, kamu sektöründeki uyuşmazlıklarda asgari hizmet seviyesini koruma zorunluluğunun kaldırılması da dahil olmak üzere, özellikle sendikal faaliyetlerle ilgili bölümleri bile, Scanlon sonrası döneme ait pek çok endüstri ilişkileri yasasını değiştirmeden bırakacaktır.
Bu argümanların altında, hükümet içinde bile yeterince anlaşılmayan bir şey yatmaktadır. İş kanunu reformu ile sendikal güç aynı şey değildir. Bu iki konu arasında pek çok bağlantı vardır, ancak birbirleriyle eş değer değildirler. Dolayısıyla mevzuatla ilgili tartışmayı, başarısız geçmişe bir dönüşü temsil ediyormuş gibi yürütmek yanlıştır.
İşçi Partisinin yeni anlaşmasının bazı bölümleri bu gerçeği kabul ediyor gibi görünüyor. Bu nedenle ortaklığa yapılan vurgu, kesinlikle hâlâ büyük ölçüde istekli olmakla birlikte, aynı zamanda çok temeldir. Ortaklık, en azından teoride, bir işletmenin verimliliğini ve başarısını, sendikanın tanınması ve toplu pazarlık haklarının çok da iyi başaramadığı şekillerde artırabilir. Sendikalar iyi bir işletme için gerekli bir koşuldur. Ancak Will Hutton'ın son kitabı This Time No Mistakes'te de belirttiği gibi, yeterli bir koşul değildir.
Çok uzun yıllar boyunca, bölünmenin her iki tarafı da daha sıfır toplamlı bir yaklaşımı tercih etti. Çok sayıda işveren sendika karşıtı olduğu kadar iş gücüne karşı da kayıtsız kaldı. Çok sayıda sendika da endüstriyel eylemi istediklerini elde etmenin tek yolu olarak gördü. İşveren tarafındaki bazılarının Thatcher yıllarına, sendika tarafındaki bazılarının ise hukukun endüstriyel ilişkilerin büyük ölçüde dışında tutulduğu günlere bu kadar sık atıfta bulunmasının nedeni budur. Ve her iki taraftan da bazılarının değişim konusunda bu kadar yavaş davranmasının nedeni de budur.
Ancak eski düşüncelere olan bu bağlılık, Thatcher yıllarından bu yana çalışma hayatında ve toplumda meydana gelen çok önemli bazı değişiklikleri göz ardı etmektedir. Sendika sayıları artık 1979'dakinin yarısından daha azdır. İş yerinde adalet ve çalışan memnuniyeti yönetimin kaygıları arasında çok aşağılara itilmiştir. İngiltere'nin düşük verimliliğinin başlıca nedenlerinden biri, iş yeri ve kurumsal yönetişim konularında işverenler ve çalışanlar arasında ortak karar alma rolünü yeniden gözden geçirmeyi başaramamış olmamızdır.
İşçi Partisinin istihdam gündemi çok radikaldir. Ancak Daily Mail ve diğerlerinin iddia ettiği gibi eski, sıfır toplamlı bir şekilde radikal değildir. Ortaklık vurgusunda somutlaşan yeni bir şekilde radikaldir. Başarılı olması halinde İşçi Partisinin yaklaşımı, işle ilgili eski düşüncelerin ve iyi bir işi neyin oluşturduğuna dair eski varsayımların çoğunu bir kenara itme potansiyeline sahiptir. Bu sürece dahil olan herkesin mücadele ettikleri şeyin boyutlarını tam olarak kavrayabildikleri söylenemez. Asıl soru, ekonomik ortaklığın mümkün olup olmadığıdır. (…)
Çeviren: Sarya Tunç