ABD seçimlerine doğru: Politikleşen seçmen, otoriterleşen siyaset
ABD’de hakim siyaset otoriterleşme eğilimleri gösterirken, halkın ise daha da politikleştiği bir atmosferde başkanlık seçimlerine gidiliyor.
Fotoğraf: Jacek Boczarski/AA
Ekim KILIÇ
New York
ABD kasım ayında gerçekleştirilecek başkanlık seçimlerine hazırlanıyor. Öncekilerinden farklı olarak ABD halklarının daha da politikleştiği bir atmosferde seçimlere gidildiği söylenebilir. “Demokrat Parti Cumhuriyetçi Partiden (veya tersi) farklı olarak ne sunuyor?” sorusu daha yüksek sesle dile getiriliyor. İki büyük sermaye partisinin, pratikte göz dolduran bir farklarının olmaması Amerikalıların deyimiyle “bir bozukluğun iki yüzü” olmalarına neden oluyor.
ABD Başkanı Joe Biden’ın yarıştan çekilmesinin ardından Demokrat Partinin adayı olarak belirlenen ve şu an başkan yardımcılığını sürdüren Kamala Harris, geçtiğimiz perşembe günü partinin Ulusal Kongresinin (DNC) son gününde adaylığını resmileştirdi.
ENGELLENMEYE ÇALIŞILSA DA FİLİSTİN DAMGASINI VURDU
Kongrede öne çıkan üç ana tema vardı: Vatanseverlik, demokrasicilik ve ‘Geriye dönmeyeceğiz’ sloganı.
Salon adeta, Harris’in konuşmasının sonunda iddia ettiği üzere “Amerikan ulusunun dünya tarihindeki en büyük demokrasinin mirasçıları” olduğu iddiasıyla dizayn edilmişti. Amerikan bayrakları ve ABD yazılı dövizlerle toplumun çeşitli kesimlerinden gelen delegeler, herkesin Amerikan ulusunda bir potada eriyebileceğini göstermeye çalışıyordu. Ancak bu tablo kongre sürerken eylem yapan Filistin destekçisi gösterileri dışarıda bırakıyordu. Kongreden çıkan delegelerin, eylemcilerin Filistin’de İsrail tarafından öldürülen çocukların adlarını bağırması üzerine kulaklarını tıkayarak yürümesi sosyal medyada yaygınca paylaşılan ironik bir görüntü oldu.
İçeride de durum farksızdı. Kongrede Filistin-Amerikalı konuşmacılar konuşturulmadı. Kongrenin dördüncü gününde NBC News’ten Hallie Jackson, Senatör Chuck Schumer’a Filistin kökenli bir delegenin konuşturulmaması üzerine soru sorunca Schumer “Bu şimdiye kadar gördüğümüz en çok çeşitliliğe sahip kongrelerden biri. Kamala bu konuda harika bir iş çıkardı. Çeşitlilik eksikliği yüzünden herhangi bir sorun yaşamayacağız” yanıtı verdi. Harris ise konuşmasında İsrail’in Filistin’e saldırısına değindiği kısımda Hamas’ın 7 Ekim saldırısını ‘katliam’ olarak nitelendirerek kınadı. İsrail’in kendini savunma hakkını savundu. Ancak Harris Gazze’de olanlara failsiz ve yumuşatarak değindi: “Son 10 ayda Gazze’de yaşananlar yıkıcıdır. Çok sayıda masum insan hayatını kaybetti. Çaresiz, aç insanlar güvenlik için tekrar tekrar kaçıyor. Acının boyutu yürek parçalayıcı.”
PARTİ İÇİNDEKİ FİLİSTİN HAREKETİ EHLİLEŞTİRİLEMEDİ
Harris’in konuşmasında Filistin’e değinmesi her ne kadar ‘Dostlar alışverişte görsün’ tarzında olsa da, aslında halktaki İsrail tepkisinin boyutunun bir göstergesiydi. Demokrat Parti bugüne kadar ‘toplumsal hareketlerin mezarlığı’ bir parti olageldi. Hak mücadelelerinin reformcu, pragmatik ve seçime endeksli yaklaşımlarla ehlileştirildiği bir parti oldu. Bu anlamıyla seçimlerin arifesinde kampüs işgallerine varan Filistin destekçisi hareketin taşıdığı siyasal radikalliğin parti içerisinde bu derece bir etkiye sahip olması, hem ABD kurumsal siyasetindeki açmazları göstermesiyle hem de 2016’da kendini gösteren ve 2020’de George Floyd eylemleriyle tavan yapan toplumsal enerjide bir dönüşümü ifade etmesiyle anlam buluyor.
İşçi hareketliliğinin sendikalarda muhalefetler oluşturduğu, ırksal adalet ve toplumsal cinsiyet temelli hareketlerin varlığını sürdürdüğü bir ortamda George Floyd eylemleri ile tam anlamıyla tavan yapan toplumsal enerji, bugün Filistin’de İsrail’in uyguladığı katliam üzerinden daha da radikalleşti. Bu radikalleşen enerjinin merkezi tartışmalarında yer alan, genelinde DSA (Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri), PSL (Sosyalizm ve Kurtuluş için Parti), ve CPUSA (ABD Komünist Partisi), Filistin hareketi, özelinde ise PYM (Filistin Gençlik Hareketi) ve WOL (Bizim Zamanımız İçinde) gibi örgütler bulunuyor. Her ne kadar ‘Kurumsal siyasi taktikleri mi kullanacağız veya doğrudan eylem mi yapacağız; ateşkes mi talep edeceğiz veya İsrail’in ortadan kalkmasını mı isteyeceğiz’ gibi konularda uyuşmazlıklar yaşansa da bugün Filistin meselesi üzerinde bu beş sol tandanslı örgütün adı geçiyor.
AMERİKAN DEVLETİNDE OTORİTERLEŞME EĞİLİMİ GELİŞİYOR
Öte yandan işçi hareketinin kaynadığı ABD’de sol aktörlerin -hâlâ düzensiz olsa da- öncesine göre adlarından bahsedilir şekilde öne çıktığı ve Filistin için hareketin sömürge karşıtlığı niteliğinin ilerlediği bir süreçte, Amerikan devletinde ve sermaye siyasetinde otoriterleşme eğilimi de gelişiyor.
George Floyd eylemlerinde talep edilen polise ödeneğin kesilmesinin tersine daha çok kaynak aktarımı yapıldı. 2022 ara seçimlerinde ‘polise daha çok ödenek’ kampanya talepleri öne çıktı. Kürtaj hakkı üzerindeki federal güvence ortadan kaldırıldı. LGBTİ ve beyaz olmayan toplumlara yönelik eyalet düzeyinde yasal gerilemeler gündeme geldi. İlk olarak Atlanta’da inşa edilen, polis ve itfaiyeciler için Kamu Güvenliği Eğitim Merkezi ‘Cop City’, şimdi New York kentinde inşa edilmeye başlandı. Neonazi ve aşırı sağcı etkinlik özellikle orta ABD’de gözle görülür hale geldi.
‘DÜNYANIN EN ÖLÜMCÜL SAVAŞ GÜCÜ’ VAADİ
Tüm bunlar, bir otoriterleşme eğiliminin parçaları olarak kendini gösteriyor. Şikago Üniversitesi Öğretim Görevlisi Eman Abdelhadi’nin Demokrat Parti kongresinde başına gelenler de bunun bir kanıtı nitelikte. Twitter’da paylaştığı gönderide “Kamala Şikago için hazır değil. Ama endişelenmeyin. Biz onun için hazırız” diye bir ifade kullanan Abdelhadi, FBI’ya şikayet edildi. Abdelhadi bir gününü FBI ajanları ve avukatlarıyla telefonda harcadı. Gönderisinin tehdit edici içerikte olmadığını belirten Abdelhadi, Filistinli ve Müslüman olmasının, hedefe konmasında yeterli bir sebep olarak görüldüğünü söyledi.
Harris’in konuşmasındaki genel tutum da, hem içeride hem dışarıda ABD devletinin sertleşeceğinin emarelerini taşıyordu. Konuşmasının önemli bir kısmını bekar bir annenin evladı olarak nasıl sıkı bir orta sınıf bütçesiyle büyüdüğüne ayırdı. Sonra rakibi Trump’ı dış politikayı ve ekonomiyi yönetememekle, Ukrayna gibi müttefik ülkeleri satmak ve iktidarı boyunca ‘halk’ için değil, kendisi çıkarına davranmakla eleştirdi. ABD’nin uluslararası askeri konumu hakkında ise ‘Başkomutan olarak, Amerika’nın her zaman dünyanın en güçlü ve en ölümcül savaş gücüne sahip olmasını sağlayacağım’ dedi.
NY TIMES: HARRİS ÖNDE, ANCAK TUTUMLARINI NETLEŞTİRMESİ GEREKİYOR
New York Times gazetesinin ABC News’in anketlerini referans vererek yayımladığı bir makalede, Harris’in az bir farkla önde olduğu ancak siyasi tutumlarını ve planlarını netleştirmesi gerektiğine dikkat çekildi. ABC News’in anketlerine göre Harris’in oy oranı yüzde 49, Trump’ın ise yüzde 45 görünüyor.
Cumhuriyetçi Parti tabanının nabzını tutan bir anketör olan Kristen Soltis Anderson’un 20 Ağustos’ta yine NY Times’ta çıkan yazısında Harris’e “Seçmenlerin ekonomi gibi önemli konulardaki endişelerini anlamalı ve bunları karamsarlığa kapılmadan dile getirmelidir. Başkan Biden’ın sağ kolu olarak edindiği deneyimi vurgulamalı ve Cumhuriyetçilerin kendisini Bay Biden’ın başkanlığıyla ilgili seçmen hayal kırıklıklarıyla ilişkilendirme çabalarına yardımcı olmamalıdır” diyerek uyarmıştı.
Anderson “Harris şimdilik pek çok seçmen için boş bir levha gibi duruyor. CBS News-YouGov tarafından yapılan son kamuoyu yoklamasına göre, her üç seçmenden biri Bayan Harris’in neyi temsil ettiğini bilmediğini söylerken, bu oran Bay Trump için söylenenden çok daha fazla” demişti.
Kongre sonrası basında yer alan bir habere göre ise Kamala Harris’in kongre konuşması 29 milyon kişi tarafından izlenmiş. Bu rakam Trump’ın 19 Temmuz’daki konuşmasından yüzde 14 fazla. Trump’ın Cumhuriyetçi kongresindeki konuşması 25.4 milyon tarafından izlenmişti.