Yaz tatili hiç başlamayan MESEM'liler: Kimse gözünün yaşına bakmıyor
Liselerde yaz tatili henüz bitmemiş olmasına rağmen, MESEM’li çırakların yaz tatili hiç başlamamıştır bile..
Fotoğraf: Hilal Tok/Evrensel
Eren YÜCEBOY
İstanbul
Tuzla Tersaneler Caddesi’nin denize bakan tarafında tersaneler, tersanelerin karşı tarafında ise tersanelere ara malzeme üretimi yapan irili ufaklı işletmeler bulunur. Söz konusu işletmeler büyük oranda Tuzla Gemiciler Sanayii Sitesi içerisinde kümelenmiştir. Site içerisinde yaklaşık 180 kadar işletme bulunmaktadır. Site dışında, ara sokaklarda da benzer biçimde üretim yapan çok sayıda işletme mevcuttur. Söz konusu işletmelerin hemen tamamında MESEM programı kapsamında çırak/kalfa çalıştırılmaktadır. Liselerde yaz tatili henüz bitmemiş olmasına rağmen, MESEM’li çırakların yaz tatili hiç başlamamıştır bile...
16 yaşındaki Yusuf, Tuzla Mesleki Eğitim Merkezi’ne kayıtlı; onuncu sınıf öğrencisi. MESEM programına kaydolma süreci, birçok MESEM’linin ortaklaşmış bir hikayesi gibi: “Meslek lisesine kaydoldum ilk başta. Sonradan dedim ki ‘Ha meslek lisesi ha MESEM, ne fark eder?’ Sonuçta meslek lisesinde okusan da dönüp dolaşıp gideceğin yer farklı bir yer değil. Yine sanayiide bitecek o işin sonu da. Ha üç yıl önce ha üç yıl sonra. Hiç değilse üç yıl fazladan tecrübe kazanmış olurum diye düşündüm.”
MESEM programına kaydolma gerekçesini bu şekilde açıklasa da MESEM’in hiç de umduğu gibi bir şey olmadığını söylüyor Yusuf: “Okuduğum meslek lisesindeki müdür beni MESEM’e yönlendirirken, iş öğreneceğimi söyledi. İş de öğreniyoruz tabii bir yandan, yalan yok. Ama bize kimsenin öğrettiği yok. İşçilik yapa yapa, kendimiz öğreniyoruz. Kimse çıraksın diye sana acıyıp merhamet etmiyor. Kimse gözünün yaşına bakmıyor.”
MESEM programına kayıtlı akranı çırakların son bir yıl içerisinde yaşadıkları ölümlerden haberdar Yusuf: “Duyuyoruz. Önceden çok haberimiz olmazdı böyle şeylerden. Ya bizim haberimiz olmazdı ya da ölüm olmazdı. Bilemiyorum orasını. Ama şimdi geliyor kulağımıza. İnşaattan düşen, üstüne bir şey devrilen... Oluyor böyle şeyler. Her yerde oluyor. Hep ölümle sonuçlanmıyor belki ama illa ki her çırak kaza geçiriyor. Ben mesela kumlama makinesi üreten bir yerde çalışıyorum. Kumlama makinesi zaten insanları zehirleyen bir şey. Bir de onun üretiminin zorluğunu düşünün. Ellerim kollarım kesik içinde. Ne kadar dikkat edersen et kesiliyor kolun, bileğin. Dikkatsiz olsan hepten koparır atar makine.”
"ARTIK ÇOĞUNU KAZADAN SAYMIYORUZ BİLE!"
17 yaşındaki Alper de boya püskürtme tabancası üreten bir atölyede çalışıyor. Onun da iş kazası geçmişi hayli kabarık. “Hangi birini anlatayım ağabey?” diye giriyor söze: “Artık çoğunu kazadan saymıyoruz bile. Elin kolun kanadı mı, kaza olup olmadığı akan kana göre belirleniyor. Kan az geldiyse, kaza bile denmiyor ona. Kan illa gürül gürül akacak ki anca o zaman kaza densin. İşimiz metalle sonuçta. Kesiyor da deliyor da...”
Alper’le aynı atölyede çalışan Timur da çokça kaza atlattığını söylüyor: “Bazen kaynak yapmamız gerekiyor. Çok büyük kaynaklar değil tabii bunlar. Ufak ufak. Ama yine de yaralanıyor insan. Yazın ortasında uzun kollu giyiniyoruz kaynaktan sıçrayan kıvılcım kolumuzu yakmasın diye. Ama yine de fayda etmiyor. Kumaşı delip geçiyor kıvılcım. Delik deşik ediyor insanın kolunu.”
Elinde kola ve plastik bardak dolu bir poşetle atölyesine doğru yürürken denk geliyoruz Alparslan ile. Atölyeye kadar yol boyunca yürüyüp sohbet ediyoruz. Kazaları “bu işin olmazsa olmazı” olarak görüyor Alparslan: “Kaza yapacaksın ki yapmaman gerektiğini öğrenesin ağabey. Ben işi bilmiyorum, yeni öğreniyorum. İlla yanlış bir şey yapacağım. İlla kaza olacak. Benim çalıştığım yer flanş üretiyor. Somunla sıkıp sabitliyoruz bunları. Elim somunla flanşı sabitlediğimiz boru arasında kaldı bir defa. Koptu tırnak yerinden. Cıvata da üretiyoruz. Onu üretmek için preslemek gerekiyor. Bir defasında bir arkadaşın eli kaldı mesela presin altında. Allah’tan presin ayarı düşükteymiş de ucuz yırttı. Yoksa ezer atardı elini.”
Cengiz deniz emniyet ürünleri üreten bir firmada çalışıyor. Firmanın ürettiklerini sayarken uzun uzun sıralıyor: “Filika, sal, can simidi, ambar kapağı... Say say bitmez ağabey. Anlayacağın, adamlarda para gırla.”
‘KİM UMURSUYOR FAKİRİN NE DEDİĞİNİ?’
Çok fazla iş kazası yaşamadığını söylüyor Cengiz: “Ben yaşıtlarıma göre şanslıyım yine. Üretimdeyim esas ama genelde ihtiyaç olunca yüklemeye çağırıyorlar beni. Malı indirip kaldırıyorum sadece. Öyle olunca da çok fazla kaza bela mümkün olmuyor.”
Kendisinin çok deneyimi olmamasına rağmen iş kazası geçiren çok fazla arkadaşı olduğunu ve bunun sebebinin bu ülkedeki mevcut düzen olduğunu söylüyor Cengiz: “Düzen bozuk ağabey. Biz ne dersek diyelim, kim umursuyor fakirin ne dediğini? Kimse. Kaza mı yapmışsın, ölmüş müsün, kalmış mısın; kimsenin umurunda değil ki. Sağlığın yerindeyken it gibi çalış, adamlara dünyanın parasını kazandır; yeter. Senden beklenen bu zaten. Bu düzen benden okuyayım, kendi işimin sahibi olayım diye beklemiyor. Kölelik yapayım diye bekliyor. Sadece bizden de değil, herkesten bekliyor. Bizim tek farkımız, erken yaşta sürüklendik içine. Bugün burada atölyedeyiz, yarın tersanede... Sonumuz belli anlayacağın.”