02 Eylül 2024 05:15

İstanbul Barosu Başkan adayı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu: İstanbul Barosu anayasal yıkıma sessiz kalamaz

Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, iktidarın Anayasa Mahkemesinin Can Atalay kararı karşısındaki tutumunu Evrensel'e değerlendirdi.

Fotoğraf: Şerif Karataş/Evrensel

Paylaş

Şerif KARATAŞ 
İstanbul

Yeni adli yıl, 2 Eylül’de Yargıtay’da düzenlenecek törenle başlayacak. Gözlerin çevrili olduğu yargı yeni adli yılda çok konuşulacağa benziyor. Değişim için Avukatlar Grubunun yaptığı çağrının ardından Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, İstanbul Barosu başkanlığına aday olduğunu duyurdu. Kaboğlu ile, Türkiye’nin en büyük barosuna adaylığının yanı sıra tutuklu TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın durumunu ve iktidarın her sıkıştığında ortaya attığı konulardan “yeni anayasa” söylemini de konuştuk. Atalay’ın tutukluluğunun anayasal bir sorun olduğuna vurgu yapan Kaboğlu, toplumun sahiplenmesi gerektiğine işaret etti. Adaylığını "İstanbul Barosu bu anayasal yıkım karşısında sessiz kalamaz. İstanbul Barosu hukuku, Anayasa’yı sahiplenebilmeli ve savunmalı" diye açıkladı.

16 Ağustos’taki olaylı oturumunda Anayasa Mahkemesinin (AYM) Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi kararının yok hükmünde olduğu yönündeki kararının okutulmadığı Meclis, aynı gündemle CHP çağrısıyla 10 Eylül’de olağanüstü toplantıya çağrılıyor. AKP-MHP cephesinden gelen itirazları geçerek soralım, önceki oturumda uygulanmayan AYM kararına 10 Eylül’de uyulacağına dair bir emare var mı?

Can Atalay sorunu 2 Eylül 2024 itibarıyla Can Atalay ötesine geçen bir Türkiye sorunudur. Bu bir anayasal sorundur. Peki anayasal sorun nedir? Anayasa, devlet demektir. Hukuk devletinde devlet, hukuk kuralları bütünü olarak tanımlanır. 27 Ekim 2023’te Resmi Gazete’de yayımlanan AYM kararından ağustos sonuna kadar geçen 10 aylık dönem dünya anayasa hukuku ve anayasa yargısı tarihinde rastlanılması olası olmayan olaylar zincirini getirdi. Bunda üç önemli halka var. Birinci halkada adli yargı, “Ben AYM kararına uymuyorum” dedi. İkincisi, “Bu kararı verenlere karşı suç duyurusunda da bulunuyorum” dedi. Üçüncüsü ise, bunları yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesi başkanının yargıtay başsavcılığına atanması. Mahkeme kararına uyumamak ve suç duyurusunda bulunmak ödüllendirildi.

ANAYASAL DÜZENİ İLGA GİRİŞİMİ!

Bu üç aşamalı halkada, devletin temel işlevlerine denk düşen üç organ da devrede. Yargı “Ben uymuyorum” dedi, yasama “Ben de Anayasa Mahkemesi kararını uygulamıyorum” dedi. Yargının hukuken doğmamış kararını, Meclise okuttu. Yürütme “Ben o kişiyi başsavcılığa atıyorum” dedi. Böylece cumhuriyetin üç organı, “Anayasa’ya aykırı kolektif işlemler” dizisi yaratmış oldu!

Bu Anayasa dışı durum, Türkiye'nin Osmanlı devleti dahil olmak üzere bugüne değin katettiği birikimle taban tabana zıt. Böyle bir uygulamaya Avrupa'da kesinlikle tanık olunamayacağı gibi, bir Asya Güney Amerika veya Afrika devletinde de rastlanılması kolay değil. Böylece son 10 ay şöyle özetlenebilir: Anayasal düzeni ilga girişimi.

AYM kararının tanınmamasına Meclisin de dahil olmasını nasıl değerlendirirsiniz? Türk tipi başkanlık sistemiyle işlevsizleştiği tespitleri yapılan Meclisteki 16 Ağustos tablosu bu tespitleri nereye taşımış oldu?

16 Ağustos aslında sözde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen 2017 kurgusunun nasıl bir uygulamayı beraberinde getirebileceğini ortaya koydu. Anayasa’da madde 75’ten 160’a kadar yasama, yürütme, yargıya ilişkin hükümler var. Ama bunun nasıl işletilmediğini, 2017’deki kurgusuna bile yabancı olan bir uygulamanın nasıl yapılabileceğini bütün çıplaklığıyla gösterdi. Son 10 ay ve son 2 hafta sözde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ya da benim adlandırmamla parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütmenin sürdürülemezliğini gösterdi. Meclis önünde hesap verebilir bir hükümet ihtiyacını ortaya koydu.

ANAYASA DIŞILIĞI KANIMSAMAMAMIZ GEREKİYOR

Can Atalay konuyla ilgili yaptığı açıklamada, 10 Eylül’deki toplantının bir fırsat sunduğunu belirtmekle birlikte, bir süredir sorulan soruları da dillendirdi: Can Atalay’ın serbest bırakılması olayı kapandı mı, yoksa Meclisi de içine alarak daha devasa bir boyuta mı taşındı?

Evet, Can Atalay haklı. Burada sorun, anayasal düzene sahip çıkma sorunu. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını bağlayan, onların barış içerisinde birlikte yaşam sürmelerini sağlayan tek ortak norm anayasadır. Bunu sürekli vurgulamak, bu anayasa dışılığı kanıksamamak gerekir. 10 Eylül'e giden yolda bilgi kirliliklerini sürekli teşhir etmemiz gerekiyor.

Burada şu ayrıma dikkat çekmek siyasal ahlak ve etik ilkeleri bakımından önemli. 2017 değişikliği, demokratik hukuk devletini zedeleyici düzenlemeler öngördüğü için otoriter bir anayasal kurgu. Bu, Anayasa’ya açıkça aykırı söylem, eylem ve işlemleri meşru ve haklı kılmaz. Başka bir deyişle, Anayasa’nın otoriter olması, keyfi olarak uygulanmasını haklı kılmaz. Keyfilik ve anayasa suçu kavramlarını da tartışmamız gerekir.

Anayasal düzeni sahiplenmenin yalnızca Can Atalay’ın, TİP’in, CHP'nin sorunu değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün yurttaşlarının, ‘Türkiye ahalisinin’  sorunu olduğunu sürekli hatırlamamız gerekiyor.

AYM, AİHM kararları tanınmıyor. Can Atalay nasıl tahliye olacak?

Her seferinde “Bu da oldu” diyoruz. 16 Ağustos'ta tanık olduğumuz o yumruk, kavga, kan, kadın kan; şimdi “o da oldu.” 16 Ağustos'tan itibaren yeni bir yol için söylem oluşturmamız gerekirdi. O kadar çok hukuk dışılık var ki... Örneğin kaçak Ahlat Sarayı. Bahçeli'nin Cumhurbaşkanının elini öpme girişimi, komutanların domuz bağcılarının yanında poz vermesi üzerine haklı eleştiriler yapıldı. Fakat Ahlat Sarayı'nın kaçak olduğu dile getirilmedi. Demek ki anayasa dışılıklar konusunda biraz unutkanız. AYM’nin iptal kararına karşın AKP-MHP o dönem ikinci kez yasa çıkardı. Can Atalay kararına uymamakla, Anayasa Mahkemesinin Ahlat iptal kararına uymamak arasında nitelik farkı yok. Şimdi Malazgirt'e gidiliyor, bininci yıl gibi hamasi söylemler... Cumhuriyetin yüzüncü yılı yok ortalıkta. Anayasal düzen karşıtlığı bir vekilin mahpus tutulmasıyla sınırlı değil, Türkiye'nin yağmalanması sürecini kapsamını alan bir yıkım sürecidir.

SÖZDE, SAHTE ANAYASALCILIK SÜRECİNDEYİZ

AYM kararlarının tanınmadığı, üstüne kapatılmasının talep edildiği süreç devam ederken iktidar cephesinden her fırsatta yeni anayasa açıklamaları geliyor. Anayasızlaştırma, yargı darbesi olarak adlandırılan süreç derinleşirken, AKP-MHP blokunun yeni anayasa ısrarının altında ne yatıyor, nasıl bir anayasa tahayyül ediliyor?

Öncelikle bu konuda yaratılan bilgi kirliliğine, Anayasa’ya saygısızlık ve hedefin ne olduğunun ortaya konulmamasına dikkat çekmek gerekir. 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kullanımı bir bilgi kirliliğidir. Sivil anayasa kullanımı bir bilgi kirliliğidir. Öncelikle bilgi kirliliğini aşmamız gerekiyor. Anayasal dezenformasyon, resmen yanlış anayasal bilgi yayılması söz konusu. İki, yürürlükteki Anayasa’ya saygı göstermiyorsunuz. Üç, anayasal hedefi koymuyorsunuz. Eğer “Meclise önce sorumlu bir hükümet ihdas edeceğiz” diyorsanız o zaman gelin oturalım. Anayasal bilgi kirliliğini kaldıralım, yürürlükteki Anayasa’ya saygı gösterelim. Anayasa değişikliği ile özü itibarıyla demokratik bir yönetim öngörelim. Hükümetsiz Türkiye yönetilemez.

Eğer bunları tartışamıyorsak, sözde, sahte ve yalancı anayasacılık sürecindeyiz demektir. Yurttaşlar, bunun farkında olmalı.

EN ÇOK MÜDAHALE EDİLEN ALAN YARGILAMA SÜREÇLERİ OLDU

Değişim için Avukatlar Grubunun çağrısı üzerine 9 Ağustos’ta İstanbul Barosu başkanlığı için adaylığınızı açıkladınız. Adaylıkla ilgili temel motivasyonlarınız neler oldu?

Çağrı üzerine “ben” değil, “biz” hedefiyle yola çıktık. Savunmayı sahiplenip, etkili ve saygın kılabildiğimiz ölçüde adil, düzgün yargılanma hakkı gerçekleşir. Türkiye'de anayasal yıkımla birlikte, yargılama süreci en çok müdahale edilen alan oldu. Meslek kuruluşu olarak barolar bunu öne çıkarmalı. Savunma ve savunmanın saygınlığı, adil yargılanma hakkını ve adil yargılanma gerekleri, yalnızca avukatlıkla sınırlı kalan bir alan değil. Bu gerçeğin ortaya çıkmasını sağlayacak bir süreçtir. Türkiye'nin en büyük barosu ve dünyanın en büyük barolarından İstanbul Barosunun bu konuda en güçlü baro olma potansiyelini dikkate alarak yola çıktık.

İSTANBUL BAROSU ANAYASA’YI SAVUNMALI VE SAHİPLENMELİ

Adaylık için yaptığınız açıklamadaki “Türkiye’nin anayasızlaştırma sürecine seyirci kalmama” vurgusu önemli. İstanbul Barosunun ve genel olarak baroların anayasızlaştırma sürecine yaklaşımlarını nasıl değerlendirirsiniz?

Önce anayasasızlaştırma başladı; sonra 2017 kurgusu, son 6 yılda anayasal yıkım, anayasal dezenformasyon. Bu süreçte de yalnızca kitap yazan, ders veren değil; hem de sahada olan bir kişi oldum hep. Milletvekiliyken yargılandım, 27. yasama döneminde norm denetimi için Anayasa Mahkemesine yapılan her başvuruya son şeklini veren kişi olarak anayasa avukatlığı da yaptım. Kuşkusuz bunlara, geçen on yıllardaki çok yönlü yerel, ulusal ve uluslararası çalışmalar eklenince bu denli çok yönlü birikimi olan bir kişi olarak, bu sürece seyirci kalmanın ötesine geçip, biz söylemi ile, kurumsal çatı altında birlikte yola çıkma ve anayasal düzeni sağlamaya katkıda bulunma tarihsel sorumluluğunu hissettim.

Barolar farklı biçimlerde çaba gösteriyorlar; ama İstanbul Barosu bu anayasal yıkım karşısında sessiz kalamaz. İstanbul Barosu hukuku, Anayasa’yı sahiplenebilmeli ve savunmalı. Ayrım gözetmeden işkence gören avukatı sahiplenmeli, intihar eden avukatın niçin intihar ettiğini sorgulayabilmeli. Hiç kimsenin İstanbul Barosunu bu şekilde edilgin konuma sürüklemeye veya tutmaya hakkı yok. 

Nasıl bir çalışma/kampanya yürütüyorsunuz?

Kampanyamız ilk adımımızla tutarlı olacak. Kolektif, kurumsal, örgütsel dayanışma içerisinde ilk adım “ben” değil “biz”! Kampanyayı da adliye koridorlarında, buluşmalarda özellikle genç avukatları dinleyerek yürüteceğiz. Bu konuda çok ciddi çalışmalarımız olacak. Kampanyamızda başta İbrahim Kaboğlu olmak üzere, yeni stajını bitirmiş avukata kadar bir öğrenme sürecimiz var. Onların sorunlarını öğreneceğim. Onlar da benim görüşlerimi, bu yol açıcılığımı görecekler ve ilerleyeceğiz. Çok katmanlı, çok eksenli, çok yelpazeli ve haliyle genç ağırlıklı. 

BARO BAŞKANININ İL BAŞKANI OLARAK ATANMASI…

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde Maraş Barosu Başkanı Muhammet Burak Gül’ü AKP Maraş il başkanlığına atadı. Yargının siyasallaşmasının örneklerinden biri olarak kayıtlara geçen bu atamada bu eşiğin de atlanmasını nasıl değerlendirirsiniz?

Bu parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme adını verdiğim bu yolla kişi-parti-devlet birleşmesinin savunmaya doğru genişletilmesi iradesidir. 2017 değişikliğinde Anayasa’da öngörülmediği halde Cumhurbaşkanı parti başkanı oldu ve Hakimler ve Savcılar Kurulu yürütmenin güdümüne konuldu; yargı bağımlı ve güdümlü hale getirildi. Şimdi savunma da hüküm altına alınmak isteniyor. Savunmanın özellikleri hem savı hem hükmü etkiler. 2020'de savunma kurumu barolara “Eğer benim siyasal partim doğrultusunda çoğunluk çıkmazsa, ben böleceğim seni” dedi. O operasyon kendi açısından başarılı oldu ama amaçlarına ulaşamadılar. Mecliste komisyonda yaptığım konuşmalar, genel kuruldaki konuşmalar, Anayasa Mahkemesi başvuru sırasında öne sürdüğüm görüşler, baroların birleşmesi gereğini hukuk devleti açısından açıkça ortaya koyuyor.

Baro başkanının parti başkanlığına atanması ise, mahkemelerin bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedeleyeceği erkler ayrılığı açısından kabul edilemez. Başkanı seçen avukatların iradesine aykırı olduğu için demokratik devlet ilkesi açısından da sakıncalıdır.

ADİL YARGILANMA HAKKI İHLALLERİ İZLEME MERKEZLERİ KURULMALI

Anayasa hukukçusu ve İstanbul Barosuna başkan adayı olarak, yeni adil yıl açılışı için neler söylersiniz?

Hangi hakkı kullanırsak kullanalım, adil yargılanmaya ihtiyacımız var. “Ben bu hakkımı kullanıyorum ama biliyorum ki bu hakkım ihlal edildiği zaman adil yargı güvencesinden yararlanacağım!” Bu bakımdan adil yargılanma hakkı gerekleri üzerinde sürekli olarak vurgu yapıyorum. Bunun için yeni bir anayasaya ihtiyacımız yok. İstanbul Barosu, adil yargılanma hakkı ihlallerini izleme merkezi de kurmalı. 3 Eylül Salı günü Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi içinde ve önünde yapacağımız 2024-25 adli yılı açış toplantısında konuya ilişkin görüş ve önerilerimizi ortaya koyacağız.

ÖNCEKİ HABER

Serra Bucak: Halka hizmet vermeyen bir anlayışla barışmıyoruz

SONRAKİ HABER

Sendika, direnişin sürdüğü AKP'li vekilin madenindeki göçük anını paylaştı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa