Özgün E. Bulut: Devrim tarihine bakıldığında şiir çıkar, onlar yol arkadaşıdır
Marx’tan Engels’e, Vietnam’dan ülkemize kadar devrimci liderlerin ön plana çıkamayan “şairliklerine” bakan Özgün E. Bulut, “Devrimi görkemli kılan şey şiirle kurduğu yol arkadaşlığıdır” diyor.
Özgün E. Bulut | Fotoğraf: Kişisel arşiv
Halil YENİ
Özgün E. Bulut’un Totem yayınlarından çıkan “şiir ve devrim” ilişkisine değindiği “Anlatılan Onların Şiiridir” kitabı yakın zamanda yayımlanarak raflardaki yerini aldı. Kitabın ilk bölümünde yazar dünya devrimci hareketi liderlerinin şiirle kurduğu ilişkiye değinirken ikinci bölümde kalemini ülkemiz devrimci önderlerine çeviriyor ve onların az bilinen yanlarına, şiirle kurduğu bağlara ışık tutuyor.
Kitabında, Marx’tan Engels’e, Latin Amerika’dan Afrika’ya, Vietnam’dan ülkemize kadar devrimci liderlerin derinlerde kalan, ön plana çıkamayan “şairliklerine” bakmayı deneyen yazar, kitabın giriş bölümünde şu düşünceye yer veriyor: “Şiire değmeyen bir devrim görkemli olmaz. Devrimi görkemli kılan şey şiirle kurduğu yol arkadaşlığıdır.” Özgün E. Bulut’la “Anlatılan Onların Şiiridir” kitabını konuştuk.
‘ŞİİRDEN GEÇEREK DEVRİME GELDİM’
Aşk ve devrim çok kullanılan terimler. Şiir ile devrim arasında da aşka benzer bir ilişki var mıdır?
Aşktan başlayayım öyleyse. Biraz tasavvufi bir pencereden konuşacağım. Hallac-ı Mansur aşkı anlatırken şunu söyler: “Bir şey ancak anlamı kendinden daha ince olan bir şeyle açıklanabilir. Anlamı aşktan daha ince olan bir şey de yoktur, o halde aşk nasıl açıklanabilir?” Aradığımız tam da bu cümledeki anlamdır. Bana göre devrimin anlamı da böyledir. Anlamı ondan daha ince bir şey olmadığından aşkla ortaklaştırıldığını düşünüyorum. İkisi de içinde derin bir bağlılığı, sahiplenmeyi, mücadeleyi, vazgeçmemeyi ve uğrunda ölmeyi taşır. Yine aynı anlamdan şiire de gelebiliriz. Anlam inceliği bakımından aşka ve devrime benzer. Bu nedenle şiir ve devrimin muhabbeti hep canlıdır. Devrim tarihine bakıldığında şiir çıkar. Zaten çalışmamın ana ekseni bu. Devrimci liderlerin neredeyse hepsi şiir okumuş, yazmış ve içlerinde şair olanlar var. Şiir ve devrim ilişkisi biraz da bu. Her yerde Salvadorlu Devrimci Lider Roque Dalton’un sözünü de söylerim. Daha doğrusu arkadaşına yazdığı bir mektupta söylediğidir: “Ben şiirden geçerek devrime geldim.” Devrim ve şiirin en güzel ifadesidir bu söz. Üzerine ne söylersem bu sözün etrafında gezmiş olurum.
‘MARX VE ENGELS EDEBİYATTAN HİÇ KOPMADI’
Marx ve Engels’in gençlik yıllarında şiirle ilgilendiklerini okuyoruz kitabınızda. Engels’in ilk basılı eserinin şiir olduğunu ve Marx’ın sevdiği kadın için aşk şiirleri kaleme aldığını… Sonrasında ne oldu? Marx ve Engels şiir yazmaktan neden vazgeçti?
Marksist teorinin kuramcılarını konuşuyoruz. Şiir yazdıkları dönemler arayışlarda olduğu dönemler. Yani ilk gençlik yılları ve çeşitli fikir tartışmalarına daldıkları dönemler. Genç Hegelcilere dahildirler. Daha sonraları Marx gruba eleştiriler yönelterek Engels ile birlikte ayrılır. Marx onların komünizm anlayışını yüzeysel bulur ve komünizmin daha derin tartışılmasından yanadır. İşte Marx ve Engels ekonomi politik ve devrimci duruma dair çalışmalara, işin teorik kısmına yoğunlaşınca doğal olarak şiirle olan bağları artık okur düzeyinde kalır. Ancak edebiyattan hiçbir zaman kopmamışlardır. Marx, Balzac ve Shakespeare hayrandır. Parayı, paranın gücünü anlatırken Goethe ve Shakespeare’den yararlanır. “Bütün bir toplumun büyük bir fabrikaya” dönüşmemesi için teoriye yönelince şiir ve şair olma düşleri geride kalmıştır.
‘DÜŞ KURMAK GEREK!’
Çin Devrimi Lideri Mao’nun şair olduğunu biliyoruz. Peki, kitabınızda değindiğiniz Lenin’in şiirle kurduğu bağ ya da sanata dair düşünceleri nelerdir?
Aslında Stalin ve Rosa Luxemburg’un da şiirleri var. Ancak çocuk denecek yaşta oldukları için çalışmaya dahil etmedim onları. Lenin’in ise şiir yazdığını bulamadım. Türkçeye “Edebiyat ve Sanat Üzerine” başlığıyla çevrilen bir derleme kitap var. Orada Lenin’in de eşi olan Nadejda Krupskaya’nın Lenin’in en sevdiği kitapları anlattığı bir yazısı var. Ondan öğrendiğimize göre Puşkin hayranı Lenin. Lermontov ve Mayakovski okuru. Şiir dinlemeyi seven bir lider. Gençlerle olan bir sohbetinde “Puşkin okur musunuz?” sorusuna, gençlerden biri “hayır” yanıtı verir. Çünkü Puşkin’i burjuva görüyorlar. “Biz Mayakovski okuyoruz” sözüne karşılık da “Puşkin daha iyi” der. Lenin’in şiirle olan ilişkisi okur düzeyindedir. Tolstoy, Çehov, Gorki, Beethoven, Zola’ya dair yazılar yazar. Tolstoy’u ise Rus devriminin anlatıcısı olarak görür. Yine aynı kitaptan aktarırsam... Lenin “Ne yapmalı?” sorusunu sorar ve şu yanıtı verir: “Düş kurmak gerek!” Bana göre aslında özü ve özeti budur.
‘TÜRKİYE’DE ’68 KUŞAĞI SANAT VE EDEBİYATLA İLGİLİYDİ’
Kitabın ikinci bölümünde kaleminizi Türkiye’ye çeviriyor, özellikle 1968 gençlik hareketi önderlerinin şiirle olan yanlarına ışık tutuyorsunuz. 1968 gençlik hareketi önderlerinin şiirle ilişkisi nasıldı?
Benim için hem çok önemli hem de sancılı bir bölüm oldu. Çünkü onlara karşı bir sorumluluğumuz var. Türkiye devrim tarihinin en örgütlü dönemidir o yıllar ve çok hızlı yaşanmıştır. Vicdani ve vefadan öte bir şeydi. Çoğunun mezarlarını ziyaret ettim. Sadece ülkenin değil, dünyanın yükünü, dünyanın birikimini o genç yaşlarına sığdırmışlardı. Öyle bir yaşam bıraktılar ki onlar için ağıtlar yakıldı, şiirler yazıldı. Dünyada bir ’68 kuşağı vardı ve neredeyse birçok ülkede eş zamanlı devrim fitili ateşlenmişti. Bizim gençlerimiz de bu fitili tutup dahil oldular. Neredeyse çoğunun sanat ve edebiyata ilgisi vardı. Ezbere şiirler okurlardı. Özellikle Sinan Cemgil ve Hüseyin Cevahir’in okuduğu şiirler vardır. Cevahir’in şiire dair yazdığı inceleme yazıları var. Cihan Alptekin’in “Türkiye Solu”nda yazdığı metinler şiirseldir.
Beni bu çalışmaya iten şey ise Mahir Çayan’ın Mayıs dergisinde gördüğüm şiiriydi. Ana etken bu şiir oldu. Bundan sonra “Diğer devrimci liderlerin şiirleri var mı?” araştırmasına yöneldim. Marx, Mao, Che, Ho Şi Minh, Agustino Neto, Amilcar Cabral, Engels, Lumumba, Roque Dalton çalışmaya dahil oldular. Hikmet Kıvılcımlı ve Cihan Alptekin’in şiirlerini buldum. Behice Boran’ın şiir yazdığını öğrendim. Şiiri seven bir kuşak oldukları kesin. Zaten olmamalarına da imkan yok. Şiir gibi bir yaşam yaşadılar ve şiir de o yaşamlara ortak oldu. Elimde Boby Sands’ın şiirleri olmasına rağmen, arşivimin bir bölümünün ablamda olmasından dolayı onun şiirlerini bulamamıştım. Tek tek inceleyince onları da buldum. Yeni baskı olursa bu eksikliği de gidermiş olurum.
Son olarak şunu sormak isterim: Günümüzde, şiir ile devrim arasındaki ilişkide, şiir hak ettiği değeri görüyor mu?
Günümüz şiiri ile devrimin bağının olduğunu düşünmüyorum bu anlamda. Çünkü çok farklı bir dönem ve farklı bir kuşak geldi. Şairler ve şiir de farklı. Şiir için konuşursam, zaten sürecin buralara doğru geleceği belliydi. Az sözcükle üretilen bir şiir var. Yapay zeka gibi bir şey var artık. Veriyorsun sözcükleri, ne yapmak istiyorsan önüne koyuyor. Genel için konuşmuyorum ancak bu var. Kötü şiirlere kucak açtı editörler. O kötü şiirler kitap oldu, ödüller aldı. Hiçbiri de kimsenin belleğinde değil. Sosyal medya odaklı üretiliyor ve o gün tüketiliyor ne varsa. Durum bundan ibaret.