04 Eylül 2024 06:00

Gençler örgütlülüğe nasıl bakıyor, neden örgütlenmiyor?

Önce “az olsun bizim olsun” kafasından çıkmak gerekiyor; ardından da bulunduğumuz her alanda her arkadaşımızla oturup okumamız, tartışmamız ve değiştirmeye çalışmamız.

Paylaş

Timur AYBEK

Bahçelievler/İstanbul

 

Son zamanlarda gençlik arasında çokça söylenen “Bu halktan bir şey olmaz”, “Biz bir araya gelsek ne olur?​”, “Ne örgütlenmesi terörist miyiz biz?​” sorularını eminim ki hepimiz duyuyoruz.

POLİTİKLEŞEN SOSYAL MEDYA TÜKETİMİ

Gençlerin örgütlülüğü neden böyle ele aldığını, gençlik içerisinde tarihimizde olmayan ve yeni ortaya çıkan bu olguların neden oluştuklarını incelememiz için hem ekonomik sorunlara hem de iktidarın gençler üzerinde ne hedeflemeye çalıştığına bakmalıyız. Ekonomi tarafıyla başlayacak olursak özellikle son 1,5 yıldır Şimşek eliyle sürdürülen Orta Vadeli Program ve 12. Kalkınma planı ile ekonomik olarak iyice ezilen emekçi aileler, karınlarını doyurmak için uzun saatlerde mesai yapıyor; hem çocuklarıyla gereken zamanı geçiremiyor hem de onların sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli bütçeyi ayıramıyorlar. Tüm bunların sonucundaysa daha küçüklükten itibaren gençler neredeyse tüm zamanlarını sosyal medyada geçiriyorlar. Üstelik artan döviz kurları teknolojik cihazlara, bilgisayarlara ve oyun konsollarına erişimi de kısıtlıyor, eskiden oyun oynayan gençler, artık “oyun izliyor.” Twitch, Youtube vb. platformlarda izlenilen Jahrein, Erlik, PurpleBixi gibi figürler tarihi çarpıtarak anlatırken gençlerin gözünde “kahraman” figürlerine dönüşürken izleyen gençler kendi çıkarları için mücadele etmeye düşman oluyorlar. Peki bu “kahramanlar” nasıl kahraman oluyorlar, gençler neden her söylediklerine inanıyorlar? Bunun çeşitli nedenleri olsa da aslında hepsinin ortak yönleri özellikle sosyal medya platformlarında muhalif görünen, iyi bir eğitim aldığı ve okumuş olduğu imajı çizen kişiler olmaları. Ama her konuda yalan-yanlış kaynaklar göstererek yaptıkları konuşmalar özellikle gençler için “Bir şeyler biliyor da konuşuyor” ya da “Adam mı yalan söylüyor baksana verdiği kaynaklara” gibi güven sözleriyle karşılanıyor. Hatta daha da ünlü edilerek “kahramanlaştırılıyorlar.” Tabii ki sosyal medyada gördüğümüz tek şey bu “kahramanlar” değiller. Tüm burjuva partilerin gençler için etkileme alanı olarak gördükleri sosyal medyada özellikle Ümit Özdağ gibi ırkçı ve faşist söylemleri yayan kişiler “muhalif olmaya” dair algıyı bozuyor, bu gibi sözde muhalif yaklaşımlar gençler tarafından sıklıkla takdir edilerek karşılanıyor.

Gençlerin örgütlenmemesinin tek ayağı sosyal medyada gördükleri değil. Tüm dünyada gençliğin dinamizmden tüm hükümetlerce korkulmuştur. Bu hükümetleri, gençleri mücadeleden uzak tutmak için her türlü role sokuyor. Özellikle ’80 Darbesi sonrası Türkiye’de uygulanmaya başlanan neoliberal politikalarla işçi sınıfı için kapatılan örgütlülük yolu, gençlik kesimlerinin de kendi kurtuluş yollarını işçi sınıfının yanında mücadele etmekte arayabileceği yolu kapattı. Yani örgütlenebileceğimiz sendikaların, öğrenci derneklerinin ve gençlik örgütlerinin istikrar adı altında kâr ve rantı garanti altına almak için kapatılmaları; örgütlenmeyi olanaksız hale getirdi. Bu, ’90’lara kadarki bütün bir kuşağın elinde yalnızca “bireysel kurtuluş denemeleri” kalması demekti. Ama şunu da atlamamak gerekir: Gençliğin darbeden etkilendiği görülmüşse de, akademik vb. nitelikteki hak mücadeleleri asla durmamış, devam etmiştir.

AKP’NİN ÖRGÜTLÜLÜKLE DERDİ

AKP hükümetinin şu ana kadar gençlik üzerinde oynadığı tüm oyunlarını saymak yerine son zamanlarda oynadıkları oyuna bakalım. Özellikle eğitim sistemindeki dinci-gerici müfredat AKP hükümetinin istediği gençliği yaratması için en önemli adım olmuştur. Dinci-gerici eğitim politikalarının tamamına bakmak yerine son zamanlarda yaşadıklarımızı hatırlayalım. Başta okullara ÇEDES projesi ile okullara atanan imamlara, maarif müfredatı denilerek bilimden koparılan ders içeriklerine kadar AKP istediği gençlik kesimini yaratmak için yapmadığını bırakmıyor. AKP tam olarak sorgulamayan, biat eden, her türlü mücadeleyi terör eylemi olarak gören bir gençlik yaratmak istiyor. Bunların karşısında kendi talepleri için mücadele eden mitinglere eylemlere giden tüm gençlik kesimlerini 1 Mayıs’ta gördüğümüz gibi gözaltına alarak, tutuklayarak sindirmeye çalışıyor.

Tabii ki tek bir örnek Türkiye’deki gençlik mücadelelerini ve kazanımlarını açıklamakta yeterli olmaz ama yine de geçmişe bakacak olursak, “Ferman devletinse üniversiteler bizimdir” diyen İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin akademik talepleri için başlattıkları üniversite işgali, dönemin İstanbul Valisi Vefa Poyraz’ın Deniz Gezmiş’in babasını arayarak öğrencilerin talepleri dinlemek için aracı olmasını istemesi ve öğrenci taleplerinin kabul edilmesiyle son bulmuştu. Bu örgütlülüğün gücüdür.

Biri, “İyi, güzel ama 50 yıl önceki kazanımı örnek veriyorsun. Artık mücadele olmuyor” diyebilir. Peki ’68 gençlik hareketinden 90’lardaki demokratik üniversite eylemlerine ve şundan 10 yıl öncesine kadar devam eden gençlik hareketi kazanımları şu anda neden olmuyor?

En yakın zamandaki eğitim kazanımı, yine İstanbul Üniversitesinde olan bir diğer kazanımsa “duvarsız üniversite” adı altında yapılan antidemokratik kararlara karşı öğrencilerin birleşerek, polis baskısına rağmen kazandıkları ve kararı geri aldırttıkları mücadeleydi. Yani örgütlülük de mücadele de durmadı; gençler hala üniversitelerde, liselerde, semtlerde, fabrikalarda ve atölyelerde bir araya gelerek kendi gelecekleri ve haklarına sahip çıkıyorlar ve mücadele ettikleri çoğu zaman da kazanıyorlar.

Üstte cevaplanan “Artık mücadele olmuyor” iddiası gibi, “Tüm bu yazının ne faydası var?​” sorusu da sorulabilir. Kendine daha iyi bir hayat isteyen Türkiye’deki tüm gençlerin önce kendilerini sonra da arkadaşlarını örgütlemek için bir sorumluluğu var. Bu sorumluluksa, yalnızca birlikte kazanabilecek olmamızdan geliyor. Bir arkadaşımızla tartışırken “Bundan zaten bir şey olmaz” ya da “Zaten biz kendi aramızda bir şeyler yapıyoruz” gibi söylemlerle isteyerek olmasa da mücadeleyi küçültecek, kalabalıklaşmasını engelleyecek her türlü tavırdan kaçınmamız gerekiyor. Burada bizlere düşen en önemli görev ilk önce “az olsun bizim olsun” kafasından çıkmak, ardından da bulunduğumuz her alanda mahallede, lisede, fabrikada, üniversitede, atölyelerde her arkadaşımızla oturup okumak, tartışmak ve değiştirmeye çalışmak.

ÖNCEKİ HABER

Özgün E. Bulut: Devrim tarihine bakıldığında şiir çıkar, onlar yol arkadaşıdır

SONRAKİ HABER

Kaba bir Osmanlı son dönem hatırlatması (3/3) - İttihatçılığın sonuçları ve bugünü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa