Yoldaşım Yusuf’a, kardeşime, oğluma!
Yusuf yoldaşları için kavgaya atılmaktan, işçi sınıfıyla dayanışmaktan mücadeleden hiçbir zaman geri durmazdı. Öfkesi insanlara değil hep olaylara, tavırlara, düzeneydi.
Fotoğraf: Yusuf Korkmaz'ın kişisel arşivinden
Adem KORKMAZ
Birçok yazı yazdım. En zoru bu olsa gerek. Bir anne ya da baba için, en mutlu olduğu anın doğan çocuğunu kucağına aldığı an, en mutsuz ve ıstıraplı halinin ise çocuğunun ölümüne tanıklık etmesi olduğu söylenir.
Onu parti ile birlikte ben büyüttüm. Gerçekten bu acının tarifini yapamam. Kardeş acısının da tarifi yok derler. Ben acının hepsini topladığımı hissediyorum kendimde. Anne, baba, abi, kardeş, yoldaş, arkadaş… Tüm bunların hepsi gibi hissedip, yaşadığım acının devasa bir ıstıraba dönüştüğünü söylemem yanlış olmaz sanırım.
Şunu söylemeye hakkım var diye düşünüyorum. “İnsanları sevin, kardeşlerinizi, çocuğunuzu sevin ve onları sevdiğinizi mutlaka söyleyin.”
Yusuf, lise yıllarında tanıştı mücadeleyle. Henüz 16 yaşında, başka bir dünyanın mümkün olduğunu öğrenmişti yaşadığı köyün sınırlarını aşınca. Eksikler ve hatalarla birlikte bu inancını hep taşıdı. Kısa yaşamında temas ettiği kim varsa bir iz bıraktı. İzler bırakıyordu yürüdüğü tüm yollarda. Büyüdükçe hayata bakışı, mücadeleye bakışı da büyüyor, genişliyordu dünyaya açılan penceresi. Mücadeleden kopma korkusu yaşıyordu. Aynı zamanda bu duygu onu diri tutuyordu. William Blake’in “Bir sistem yaratmalıyım, yoksa başka bir insanınkine köle olurum” sözünü hayatına uyguluyordu ve sömürüsüz bir dünya olan, sosyalizm inancı tamdı. Kısaca köle olmayı baştan reddediyordu. Mücadele içinde olağan şeyler de vardı. Yusuf, düştü, kalktı, kavga etti, tartıştı. Bitmek bilmeyen bir itirazı vardı. Mücadeleden geri düştüğü bir dönem sonunda “Partiye ihanet etmiş oldum mu, yeniden başlasam, gelsem kabul ederler mi?” sorusunu soracak kadar cesareti vardı. Tekrar ayağa kalktı. Farklı biriydi artık, sıradan biriydi aynı zamanda. Doğaldı, espriler yapan, güleç yüzlü, yaşam sevincini hiç kaybetmeyen bir çocuk! Yusuf, ayağa kalkmış, mücadelenin ön saflarına koşar adım ilerliyordu. Partide yoldaşıyla, mahallede abonesiyle, işçi durağında işçiyle tartışırdı geri durmazdı, sözünü esirgemezdi kimseden. Tüm bunlar bir yana yoldaşları için kavgaya atılmaktan, işçi sınıfıyla dayanışmaktan mücadeleden hiçbir zaman geri durmazdı. Öfkesi insanlara değil hep olaylara, tavırlara, düzeneydi. En çok en yakınlarıyla tartışırdı. Çocuksu yanını hiç kaybetmeyen biriydi, çocuklar gibi aniden kızar, sonra unutur giderdi, kimseye kin gütmezdi. Özgür bir rüzgar gibi yaşar, aklına esenin ardına düşerdi.
Hastalanmadan bir gün önce Kartonsan grevi ile dayanışmak için fabrika önlerinde çağrılar yapıyordu. “İnsanlık tarihinde benim yaşamım ne ki devrimi görmeden, 8 saat çalışmayı görmeden nice insan hayatını bu uğurda kaybetti” diyebilecek kadar da büyümüştü bu genç devrimci.
Hastalık ondan bırakın bir şeyler koparmayı daha çok şey katıyordu. Hasta yatağında kitaplar okuyor, notlar alıyor. Marksizmi az bilmesinden yakınıyordu. Her zaman bir okuma planı hazırlıyordu. Partinin sosyal medya içeriklerini hazırlayıp, beğenilip beğenilmediğini herkese soruyordu.
Gelecek planı hiç bitmiyor, mücadelenin içinde olmadığı, partiden bağımsız bir gelecek düşünemiyordu. Olana hep kızgındı. Haksızlığa, sömürüye, kibre, bencilliğin her türlüsüne, o anda yapamadığı şeyler için kendine hep kızgındı. Önce kendine, sonra başkasına kızgındı. “Emek vermediğin kimseyi eleştiremezsin” dersini vermişti bir defasında...
Bir şiirinde “İnsan, öleceğini bile bile nasıl yaşar? Ya çıldırır ya da öleceğini unutur...” diyen Nâzım’la çatışıyor, nefes aldığı her anında mücadelenin parçası olduğunu inatla haykırıyordu. Kocaeli’de hastalığının son günlerinde kitaplarını annesine, kısmet olup giyemediği ayakkabısını Mustafa’ya, montunu ihtiyacı olan birine vermemi vasiyet ediyordu… “Yusuf ben bir karar aldım ama sana söylemekten korkuyorum” dediğimde, “Aldığın karardan sonra da hayatında parti varsa bence sorun yok, mücadeleyi bırakma, biz ‘kişiler’ için bu yola çıkmadık” diyordu. Ölümü hissetmesine rağmen çıldırmamış, Nâzım’ı yanıltmış, hep ayağa kalkacağını söylüyordu. Daha yapacak, bu dünyaya katacak çok şeyi vardı. Yaşamak onun için bir mücadele iken hastalık sürecinde bedeniyle de mücadeleye girmişti ve inadına yaşamak, yaşamak diyordu tüm fikirleriyle. Çevremde kimse onun kadar yaşamı sevmiyordu. Yalnız kaldığımız her an ne kadar dirençli olduğunu görebiliyordum. Biz onu değil, o bizi teselli ediyordu. Kimsede görmediğim bu dirence hayran kalıyordum.
Ölmeden bir gün önce “Başaramadım, senden özür dilerim” demişti. Bu veda yazısını yazmak boynumun borcuydu. Çünkü en yakından tanıyan bendim. Birlikte büyümüş birlikte mücadele etmiştik. “Ölünce benim de arkamdan güzel şeyler söylerler mi?” diye sormuştu. Bana bu sorumluluğu yüklemişti, bu sorusuyla adeta. Bizler öğrettikleri ile Denizlerin, Erdal’ın, İmranların mirasçısıysak, bundan sonra bize bıraktıkları ile Yusuf’un da mirasçısıyız. Mirasçısıyım. Bu iradeyi, bu mücadele direncini onun gibi göstermenin kolay olmadığının da farkındayım.
Ardından hüzünlü bir yazı yazmak, gözyaşlarıyla ıslatmak da mümkündü bu satırları elbette. En başta Yusuf istemezdi böyle bir vedayı. O yüzden onun kim olduğunu, en kötü anlarında hayallerini, gelecek planlarını anlatmak istedim. Bizler onun neşesini, direncini, hayata bağlılığını, güleç yüzünü, esprilerini hatırlayacağız. Kısacık yaşamında yarım kalan ne varsa, onları tamamlamak için uğraşacağız. Bir arkadaşının Yusuf’un ardından yazdığı taziye mesajında “Beni aydınlatan ve her şey konusunda ders veren biriydi. Her şey için ona minnettarım” sözü özetliyordu Yusuf’u. Evet, senle yürüdüğümüz bu kısacık yolda bizlere öğrettiğin her şey için minnettarım, minnettarız. Seni seviyorum Yoldaşım. Güle güle...
SAKA
“Nereye gitsem, ardımda gözyaşı bıraktım”
Bir hayat öyküsünde güldüren bir cümleydi anlatımında.
Bir buseye şehir değiştiren,
Karşımda yıllanmış edasıyla “vazgeçmek yok” diyen
Tanımadan esprilerine güldüğüm
Sen, haylaz, güzel çocuk.
Tanışmak tanımak değil elbet,
Bakmak görmek değil
Bilmek yetmiyor yapmaya
Ellerim uzanmıyor buralardan sana
O gün yan yana oturduğumuz koltuktaki gibi
Benimki de yanındaki yüreklerden biri.
Sözlerin, bakışların dolaşıyor yeryüzünde, gökyüzünde
Saklı kuytu köşelere değin geziyor kokun
Sesin duvarlarına çarpıyor binaların
Arzuların hasretlerin kucaklıyor yeşilleri, ağaçları.
Senden aklımda kalan sen
Bir kuyunun dibindeki Yusuf değil
Sakadır susuz kuyudan Yusuf’u kurtaran.
Funda Tokuş/18.08.2024