Acıları sözcüğe dönüştüren yazar Tezer Özlü
Tezer Özlü; anları, anılara; anılarını da yazıya dönüştürür. “Çocukluğun Soğuk Bahçeleri”, “Yaşamın Ucuna Yolculuk” ve “Eski Bahçe/Eski Sevgi” eserlerinde, yaşamının izlerini edebiyatına yansıtır.
Tezer Özlü, Yeryüzüne Dayanabilmek İçin kitabının kapağı
Tarık ÖZYILDIRIM
Ferit Edgü, dostu Tezer Özlü’nün ölümünün ardından onu ve edebiyatını anlatmak için bir yazı kaleme alır ve yazıda şunları söyler: “Yazdıklarında kendi çırılçıplak gerçeğini okuruna sunmak isteyen, bu anlamda korkusuz, ender yazarlardan biriydi. Ölümün kokusunu (korkusunu değil) çok genç yaşlarda içine çekmişti. Bu nedenle yaşamak ve yazmak arasındaki sınırı silmek istemişti.” Ferit Edgü, Tezer Özlü edebiyatını özetleyen bir tespitte bulunur. Çünkü Özlü; anları, anılara; anılarını da yazıya dönüştürür. “Çocukluğun Soğuk Bahçeleri”, “Yaşamın Ucuna Yolculuk” ve “Eski Bahçe/Eski Sevgi” eserlerinde, yaşamının izlerini edebiyatına yansıtır Özlü.
ÇOCUKLUĞUN SOĞUK GECELERİ
Tezer Özlü, 1943 yılının 10 Eylül’ünde Kütahya Simav’da bir taşra kasabasında doğar. Memur bir ailenden geldiği için çocukluğu göçebedir. Simav, Ödemiş, Gerede’yi arşınlar ailesiyle çocuk yaşlarda. Özlü, bu göçebeliği sırasında edebiyatla, romanla erken yaşta tanışır. John Steinbeck 10, Kafka’yı 15 yaşında okur ve böylece okuduklarıyla artık o da huzursuzlar kervanına katılır. Özlü, varoluş sancısıyla kendi benliğini, toplumdaki yerini sorgulamaya başlar ve çocukluğunun tutukevinden kurtuluşa ulaşmaya çalışır. Bu dönem için şunları söyler: “Sanırım Kafka’yı ilk kez ‘Değişim’ öyküsüyle okudum. On beş yaşlarımda. Her böceğin daha önce insan olduğunu düşünecek kadar etkiledi beni. İnsanların, yaşam ve toplumsal düzeni örgütlemekteki tutumlarının hepimizi bir böcek ya da Türkçe deyimiyle ‘koyun’ kıldığını düşünemeyecek kadar gençtim.” (*)
Aile baskısı, toplumun cinsiyetçi yaklaşımı Özlü’yü daha doğarken kökünden koparır ve çağdaşı Sevgi Soysal gibi yabancılaştırır insanoğluna. Ülkeler, kentler, günler, geceler ve her gökyüzü yabancı kalır Özlü’ye. Bu yabancılaşma, yalnızlık ve var olma kaygısıyla Özlü, gece gündüz ölümü düşünür. ‘Yaşasam da olur yaşamasam da’ dediği bu dönemde, henüz 18’inde Camus’un ‘intihar bir başkaldırıdır’ sözüne kulak verir ve bir gece yarısı intiharını planlar. “Karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. Kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel bir ölü gövdeyle öç almak istediğim insanlar var. Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun. Bir haykırış! Sessizce yatağa dönüyorum.” (**)
Özlü, ona acımasız davranan yaşamdan öç almak isterken yeniden hayata döndürülür. Özlü için bu hayata dönüş, daha acımasız bir hayat yaşatmak içindi.
OTORİTER SİSTEMİN BASKILARINA EDEBİYATIYLA CEVAP VERİR
Özlü, 20’li yaşlardan itibaren hastane koridorlarından, elektro şoklardan ve ağır ilaçlardan uzaklaşmak, onların etkisinden kurtulmak için yazmaya koyulur. “Yazarlık hastalığını –az da yazsa– sürekli olarak içinde taşır. Ben, bu hastalığa ancak dayanamayacak hale gelince, neredeyse psikoza girecek duruma geldiğimde yazabilen bir hastayım.” (*)
Özlü; hastalık nöbetlerine, ataerkil egemen- otoriter sistemin baskılarına edebiyatıyla cevap verir. Yaşamla ve ölümle hesaplaşmak için, yeryüzüne dayanabilmek için, etrafını kuşatan kötümserliğe ve sisteme karşı yazar Özlü. “Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.” (***)
Yaşamlarıyla yaşamına yön veren yazarların gölgesini takip eder özlü: Svevo, Kafka ve Pavese. Huzursuz yazarların huzursuzluğunu, bir başkaldırıyla hem ruhunda hem de kaleminde taşır Özlü. Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabı bu başkaldırının ürünü olur. Özlü, hiçbir yerli olan bu üç yazarın ölümlerini takip eder mezar taşlarına kadar. On dört gün boyunca Avrupa’yı, bu üç yazarın nefes verdiği her mekânı içine çeker Özlü. Berlin, Prag, Torino... Ferit Edgü bu kitap için “Svevo, Kafka ve Pavese. Gönül verdiği ya da gönlünü gerçekten kaptırdığı yazarlardı bunlar. Onların çektiği acıya, yalnızlığa başkaldırıyordu. Kendi çektiği acılara, katlandığı yalnızlıklara, baskılara karşı başkaldırdığı gibi.” (****)
Özlü; bütün cesaretini ve yaşama azmini ardına düştüğü ölülerden alır, anlatılarında yaşattığı ölülerden, susuzluğunu gideren ölülerden: Pavese, Svevo ve Kafka’dan. Pavese’nin otel odasındaki son nefesini, Kafka’nın Gregor Samsa’sını, Svevo’nun acılarını anılarıyla, ânlarıyla bütünleştirerek bir Tezer Özlü edebiyatı oluşturur.
'İNSAN ÇABA GÖSTERDİKÇE MUTLU OLABİLECEK'
Özlü; varoluş, yalnızlık, yabancılaşmanın yanı sıra toplum sorunlarına da uzak değildir. Darbelerin tam ortasındadır, ağabeyi yazar Demir Özlü’nün, dostlarının tutuklanmalarına şahit olur. Bununla beraber kadın kimliğinin yok sayılmasına, sınıf farkına eserlerinde görünür kılar. “İnsan her zaman toplumsal bir yaratık olduğunun kavrayıp kendi sınıfının bilinçlenmesi ve daha insancıl koşullara kavuşması için çaba gösterdikçe mutlu olabilecek…” (*)
Özlü, 1977 1 Mayıs’ında işçi sınıfıyla beraber Türkiye Yazarlar Sendikası saflarındadır. Âni Bir sesle herkes irkilir. Meydanda bulunan Leyla Erbil, o günü şöyle anlatır:” Bir anda silahlar patlıyor, bir karışıklık ve şaşkınlık içinde peş peşe yükselen makineli tüfekler, panzerler, sirenler… Yanımda Tezer’i görüyorum. Koşarak Elmadağ yönüne koşuyoruz. Ardımızda çığlıklar, arkadaşlarımızın haykırışları…” (*****) Erbil, ertesi gün Tezer’i ziyaret eder. Ne olursa olsun mücadelenin yurtta devam etmesini söyler. Özlü ise sert bir karşılık verir: “Burası bizim yurdumuz değil ki, burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu!”
Özlü, yaşananlardan birkaç yıl sonra okuma bursuyla Berlin’e gider. Sevgi özlemini doyuran Hans Peter’le tanışır ve geçmişteki evliklerinin bütün kırıklıklarını atlatır. Sevecen bir yaşama yelken açar, huzurludur. “Yaşamın ucuna yolculuk” adlı eseri de Almanya’nın önemli ödüllerinden Marburg Edebiyat Ödülüne layık görülür. Bütün bu gelişmelerle Beraber Hans Peter’le evlenip Zürih’e yerleşir.
Hayat, belki de hiç ummadığı bir şekilde ona gülerken bir sabah göğsünde bir şişle uyanır Özlü ve hastanede yapılan tetkikler sonucu kanser teşhisi konulur. Leyla Erbil’e yazdığı mektupta “Geceleri acıdan kıvranıp duruyorum. Korkmuyorum. Hastayım ama mutluyum. Bana en güç gelen denizden (kızı) ayrılmak.” Son mektubunda ise “Okuyorum, yürüyüşe çıkıyorum… Burada yalnızım, yalnız olunca insan acı düşüncelere saplanıyor. Ama iyi olacağıma inancım büyük.” Bu umut kokan mektubundan bir ay sonra, 18 Şubat 1986’da delilik ve özgürlük arasındaki ince çizgiyi koştuğu maratonun sonuna geliverir Özlü. Bir yazısında da dediği gibi o bıraksa da yazmayı onun bıraktığı yerden birileri yeryüzü öykülerini yazmaya devam eder.
*Tezer Özlü, Yeryüzüne Dayanabilmek İçin, Yapı Kredi Yayınları 15. Baskı 2024 İstanbul
**Tezer Özlü, Çocukluğun Soğuk Geceleri, Yapı Kredi Yayınları 43. Baskı 2024 İstanbul
***Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk, Yapı Kredi Yayınları 41. Baskı 2024 İstanbul
****Tezer Özlü, Kalanlar, Yapı Kredi Yayınları 26.Baskı 2022 İstanbul
*****Tezer Özlü, Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar, Yapı Kredi Yayınları 12.Baskı 2022 İstanbul