İsmet Akça: Sivilleşme değil, başkanın ordusu isteniyor
Siyaset Bilimci Doç. Dr. İsmet Akça, 12 Eylül'ün 44. yılında ordunun tek adam rejimindeki pozisyonunu değerlendirdi.
Fotoğraflar: İsmet Akça (solda), MSB
Birkan BULUT
Ankara
12 Eylül Darbesi’nin 44. yılında askeri vesayet tartışmalarını konuştuğumuz Siyaset Bilimci Doç. Dr. İsmet Akça, AKP’nin iktidarı boyunca “sivilleşme” adı altında orduyu ele geçirmeye ve gücünü kırmaya çalıştığını anlattı. Akça bunun aslında Erdoğan şahsında somutlaşan süper başkanlık rejimine uygun bir ordu yaratma çabası olduğunu kaydetti.
12 Eylül’ün Türkiye’de bir dönemi değiştirdiğini anlatan Akça, “Türkiye kapitalizminin krizi içerisinde, sermayenin lehine neoliberalizme geçişi sağlayandı. Bu hareketin ‘80-90’larda süren askeri gücü, AKP dönemi dahil tüm emek aleyhine politikaların zeminini oluşturdu. Elbette 44 yıl sonra olan biten her şeyi 12 Eylül’le açıklayamayız ama Türkiye’de neoliberalizmin kurucu öğesi olduğunu, asli sebebinin Türkiye’deki sınıfsal güç ilişkilerini sermaye lehine değiştirerek işçi sınıfının mümkün olduğu kadar darmaduman hale getirilmesi olduğunu söyleyebiliriz” dedi.
‘ZOR AYGITI HÂLÂ EMEKÇİLERİN KARŞISINDA’
Devletin bugün de emekçiler karşısında bir zor aygıtı olarak durduğunu anlatan Akça, “Bunu grevlerde, doğanın tahribatına dayalı mülksüzleştirme politikalarına karşı yapılan eylemlerde polis ve jandarmanın müdahaleleriyle görüyoruz. Ordu ‘90’lara kadar iç siyasette belirleyiciydi ama o denge değişti. Bugün polis ve jandarma iktidarın iç güvenlik aygıtı olarak kullanılıyor. Türkiye kapitalizminin Şimşek programı gibi bölüşüm şokuna karşı ortaya çıkan direnişlerde bu zor aygıtını görüyoruz. Geçtiğimiz günlerde polis amirinin Polonez işçilerine ‘Sizi gözaltına alırsam çocuklarınız zekiyse bile iş bulamaz’ diye tehdit ettiğini hepimiz gördük” diye konuştu.
Öte yandan ordunun Türkiye siyasetinde her zaman belirleyici bir rolü olduğunu anlatan Akça, “AKP’nin iktidarı boyunca yürüttüğü egemenlik mücadelesinin önemli bir kısmı aynı zamanda orduya karşı yürütülen politik bir mücadeleydi. Ordunun alışılagelmiş gücünü kırdı. ‘Sivilleşme’ adı altındaki modeli kağıt üzerinde de olsa hayata geçirdi. Önce AB uyum sürecinde yasal değişiklikler, 2010 Anayasa referandumu ve 15 Temmuz’dan sonraki yasal düzenlemeler. İkincisi polis ve yargı kullanarak yürütülen Ergenekon ve Balyoz gibi siyasi davalardı. Üçüncüsü 15 Temmuz sonrasındaki siyasi davalarda ordunun politik gücünü kırdı” dedi.
‘ARTIK ORDU İÇİNDE YAŞANANLAR GÖRÜLEMİYOR’
Bunun Erdoğan şahsında somutlaşan süper başkanlık rejimine uygun bir ordu yaratma çabası olduğunu kaydeden Akça, SADAT’ın Saray’da yetkilendirilmesi, Yüksek Askeri Şuradaki tasfiyeler ve orduda her alanda yeniden yapılanmanın bu sürecin sonraki ayakları olduğunu aktardı. “Türkiye tarihinde ilk defa ordu içinde ne olup bittiğini göremez olduk” diyen Akça, şöyle devam etti: “Askeri okullar bakanlığa bağlanmışken, öğrenci alımlarında denetim ve müdahaleler söz konusuyken en son mezun teğmenler olayını gördük. Bu kadar kapsamlı bir eğitimden sonra tam da başkanlık rejimiyle uyumlu bir süreç yürümediğini görüyoruz. Çünkü Türkiye demokratik bir sivilleşme gerçekleştirmedi. Başta Parlamento olmak üzere kamuoyunun geniş katılımı ve denetim mekanizmalarının işlediği bir demokratik sivilleşme olmadı. Aslında süper başkanlık rejimindeki neofaşizan eğilimleri de içeren otoriter bir rejimin altında değişim gerçekleşti. Ordu eskisi gibi politik gücünü kullanmaktan çıkarıldı ama demokratik siyasal kültürle işleyecek bir TSK yapısı ortaya çıkarmadı. Polis, yargı veya diğer kurumlarda olduğu gibi çeşitli güç odaklarının kontrol etmeye çalıştığı bir orduyu görüyoruz.”