15 Eylül 2024 03:21

‘Dişliler’ arasında çocukluk

Yoksulluğun derinleşmesi, toplum içerisinde kutuplaşmanın keskinleştirilmesi, toplumsal çürümenin artmasıyla sermayenin ihtiyaçlarına göre çocuk bedeninin “harcanabilirliği” de artıyor.

Fotoğraf: Hine Lewis Wickes, CC BY 2.0

Paylaş

Elif TURGUT

“Eğitime adanmış ve yetişkin sorumluluklarından muaf, uzun bir çocukluk mefhumu oldukça taze bir icattır ve daha İkinci Dünya Savaşı sonrası çocukların çoğu için geçerli hale gelmiştir.”

Tarihçi Steven Mintz’in bu ifadesini Sosyolog Amy Blackstone, Gönüllü Çocuksuzlar kitabında “Görünüşe göre çocuklar ekonomik değerlerini yitirdikleri anda paha biçilemez hale geldiler” diye değerlendiriyor. Elbette, kapitalist sistem için çocuk ekonomik değerini kaybetmiş değil, çocuk emeği gayrimeşru bir şekilde kapitalizme içkin şekilde sürüyor. Ancak Blackstone, toplumun çocukları düşünme biçiminin, bakımlarının kime ve nasıl yüklendiğinin verili bir şey olmadığına, zaman içinde değişiklik gösterdiğine dikkat çekmeye çalışıyor.

Kapitalist gelişme aşamasına göre bir ülkedeki çocuğa yaklaşım da değişiyor. Örneğin Sanayi Devrimi’nin gerçekleştiği yer olan İngiltere’de sanayileşmenin erken aşamalarında çocukların bedenleri bir peçete gibi kullanılıp atılabilir, en ucuza en kötü işlerin yaptırılabileceği bedenlerdi. Bu yüzden “Onlu yaşların sonunda evlenip çocuk sahibi olmak” çocuklar çok hızla iş gücüne çekildiği için geçimi kolaylaştırıcı bir şey olarak görülüyordu. 1902’de Londra doğu yakasında bir süre yaşayan Jack London oradaki yoksulluğu anlattığı Uçurum İnsanları kitabında şu çarpıcı anekdotu aktarıyor:

“Londra’da yapılan Sendikalar Birliği Kongresi’nde Gaz İşçileri Sendikası, Parlamento Komisyonu’na on beş yaşın altındaki çocukların istihdamını yasaklayan bir kanun tasarısı sunulmasını teklif etti. Parlamento üyesi ve Kuzey İlleri Dokumacıları’nın temsilcisi Bay Shackleton, tekstil işçileri adına önergeye karşı çıktı. Bay Shackleton’a göre tekstil işçileri, çocukların gelirinden feragat ettikleri takdirde mevcut ücretleriyle yaşayamaz hale gelirlerdi. 514 bin işçinin temsilcileri önergeye kabul, 535 bin işçinin temsilcileri ise ret oyu verdiler. 514 bin işçi, on beş yaşın altındaki çocukların çalıştırılmasını yasaklayan bir önergeye karşı çıkıyorsa, ülkedeki muazzam sayıdaki yetişkine hayatlarını sürdürmelerine yetmeyecek ücretler ödendiği açıktır.”

Zamanla üretim tekniğinin gelişimi, kalifiye-formel iş gücüne duyulan ihtiyaç ile çocuğun eğitilmesi gerektiği için okullar kurumsallaştı, çocuk işçiliğe ve zorunlu eğitime dair yasalar çıkarıldı. Çocuk eğitime çekildi ama ne çocuk işçilik bitti ne de kapitalizm çocuğun ekonomisinden vazgeçti. Pazarda bir çocuk piyasasını oluşturdu.

ANNE, ÇOCUK, KUTSAL AİLENİN MEYVESİ

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından çocukların ailedeki rolü, aileye maddi gelir sağlayan bir üyeden çok “kutsal ailenin mührü” olarak propaganda edildi. Savaşın ardından artması istenen doğum oranları, evlilik teşvikleri, Amerikan hayali aile propagandası ile birleşti. Bu ailede kadına da erkeğe de çocuğa da başkaca roller düştü.

Çocuğun bakımının tamamen kadının omuzlarına yüklenmesiyle, çocukların bakımı sorununun toplumsal çözümünden kaçan siyasal iktidarlar her yerde. Çünkü hiçbir değer üretmeyen ev işlerinin, bakım yükünün toplumsallaştırılması sermaye ve onun siyasal iktidarı için pahalıya mal oluyor. Böyle olunca da kadın, iktidarlar nezdinde nerede olursa olsun önce sermayenin ihtiyaç duyduğu yeni işçi kuşağının bayrak taşıyıcısı, ilk önce ev kadını ve anne oluyor. Kız çocuklarının da geleceklerini bu kalıplar içerisinde şekillendirmek üzere eğitimleri, yaşamları sarılıyor.

Çocuğun bakımının, sağlığının, gelişiminin sorumluluğunun toplumsallaştırılmaması; tamamen ailenin inisiyatifine, bakımına bırakılan çocuğun bir koruma mekanizmasından tamamen mahrum kalması anlamına geliyor. Kapitalizm, feodalizmin en gerici kodlarını da yeniden üretmeye ihtiyaç duyuyor. Çocuğun takibinin kamu tarafından yapılmadığı boşlukları tarikat ve cemaatlerle dolduruyor. Çocuk adeta aileye ait bir nesne haline geliyor. Katledilen 8 yaşındaki Narin’in ağabeyinin Milliyet’e verdiği röportajda kullandığı, “Kendi aramızda bu kızı öldürseydik kim bilecekti, kimin ruhu duyacaktı” ifadeleri bunun kanıtı gibi… Çocukların ailelere ait nesneler haline getirilmeleri, bir koruma mekanizmasından yoksun kalmaları, çocukların katledilmesine, çocuk istismarına, çocuk evliliklerine, çocukların eğitimden koparılmasına, çocuk işçiliğe, çocukların katledilmesine cesaret veren unsur oluyor.

ÇOCUK İŞÇİ ÜRETME KURUMU

Çocuk işçilik sadece kayıt dışı gerçekleşmiyor. Bugün 21. yüzyıl Türkiye’sinde ülkenin Milli Eğitim Bakanlığının resmi bir çocuk işçi üretme kurumu gibi çalıştığını da söyleyebiliriz: MESEM’ler, meslek liseleri öğrencilerinin stajları, çıraklık okulları, çocuk işçiliğin yaşının 12’ye çekileceği “eğitim formları”, eğitimde reform ile rekabetin ilkokula düşürülmesi, 4+4+4 uygulaması… Yoksulluğun yakıcılığı, “ücretsiz eğitim”in kağıt üzerinde bile olmaması, eğitimin tüm masraflarının ailelerin sırtına ve inisiyatifine bırakılması, 1902’de Jack London’ın bahsettiği gibi çocuk işçiliğe zorla üretilen bir rızaya dönüşüyor. Sermayenin çocuğun ucuz hatta ücretsiz emeğine duyduğu ihtiyacı küçük çocuk bedenlerini dişlileri arasında öğütüyor. İSİG Meclisi son bir yılda 66 çocuk işçinin çalışırken hayatını kaybettiğini söylüyor.

Yoksulluğun derinleşmesi, toplum içerisinde kutuplaşmanın keskinleştirilmesi, toplumsal çürümenin artmasıyla sermayenin ihtiyaçlarına göre çocuk bedeninin “harcanabilirliği” de artıyor. Bırakın çocukların korunması için önlem almayı, atölye tezgahlarında can vermelerinin önü hızla açılıyor, yoksulluk ve açlık içerisinde yarının sağlıklı bireyleri olmalarının önüne bugünden geçiliyor. Bugün çocukların korunmasının mücadelesi, parasız, nitelikli eğitim hakkının, insanca yaşam koşullarının, bakım yükünün toplumsallaştırılması talebinin mücadelesi aynı zamanda. Jack London’ın anlattığı 1902 Londra’sından bugüne sefil koşullar ortadan kalkacaksa bunun tek yolu insanca bir yaşam için verilmesi gereken  mücadeleden geçiyor.

ÖNCEKİ HABER

Prof. Dr. Lale Yalçın-Heckmann: Sadece medyadaki şüpheli bilgilerle analiz yapılamaz

SONRAKİ HABER

ÖHD’li Gezer: Mülteciler adil yargılanma hakkı istiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa