Orhan Kemal 110 yaşında | ‘O bir direnç insanıydı…’
Yaşar Kemal onun için “O bir direnç insanıydı, onun kadar işkenceye, zulme dayanan çok az insan çıkmıştır” der.
Fotoğraf: Işık Öğütçü'nün kişisel arşivinden alınmıştır.
Tarık ÖZYILDIRIM
Hakim: Konularını neden hep fakir fukaradan, işçilerden alıyorsun? Türkiye’de varlıklı insanlar, iyi yaşayan insanlar yok mu?
Orhan Kemal: Ben gerçekçi bir yazarım. En iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı yurttaşların yaşayışlarını bilmiyorum, nasıl yaşadıklarından haberim yok.
Orhan Kemal’in 1956’da yayımlanan “Arka Sokak” hikayesi kovuşturmaya uğrayınca Orhan Kemal'e mahkeme yolu görünür. Komünist propaganda suçlamasını, hakime verdiği bu cevapla düşürür ve beraat eder. Orhan Kemal, insan soyunun zifiri karanlıklar içerisindeki yoksulluğunu, sömürülmesini anlatmanın sorumluluğunu yaşar ve bu sorumluluklar ona acı bedeller ödetir: Mahkemeler, tutuklamalar, sansür ve yasaklar. Yaşar Kemal, Orhan Kemal’in bütün bu yaşadıkları için “O bir direnç insanıydı, onun kadar belaya, işkenceye, zulme dayanan çok az insan çıkmıştır” der.
UYUYAMAYACAKSIN!
Raşit Öğütçü, namıdiğer Orhan Kemal, 15 Eylül 1914’te kendi deyimiyle I. Dünya Savaşı’nın seferberlik davullarının çalındığı bir tarihte Adana Ceyhan’da dünyaya gelir. Önce ekmek dediği çocuk yaşlarda okulu bırakır ve insanca yaşamanın peşine düşer. Garsonluk, dokuma işçiliği gibi işlere girer çıkar. İlk gençlik yıllarında edebiyata yönelir, 14’ünde piyesler yazar. 20 yaşına geldiğinde çevresindeki işçi sınıfını tanır, onlarla yaşar, onlarla zaman geçirir. Böylece ilk öğretmenleri işçiler, ırgatlar, ustalar olur. “Yirmi yaşındaydım... Kafam bir türlü çözemediğim sorunlarla yara olmuştu... Sanki yere basmıyor, havada boşluktayım... Ve bir gün, bir kahve köşesinde tanıdığım İsmail Usta’nın hediye ettiği kitaplar... Serseriler, Stepte, Madam Bovari, Jerminal, Benim Üniversitelerim, Umumi Tarih, Fransız İnkılâbı tarihi...”
Orhan Kemal; okuduklarıyla, yaşadıklarıyla, gördükleriyle Melih Cevdet’in dizelerine hapsolur. “Uyumayacaksın/Memleketinin hali/Seni seslerle uyandıracak/Oturup yazacaksın/Çünkü sen artık o sen değilsin…”
Orhan Kemal, 1935’te fabrika katipliği yaparken iplikhanede çalışan Nuriye adlı genç bir kıza vurulur. Bu sevdası için “Ben yirmi iki yaşındayım, sevgilim on dördünde. Sarhoşum ve dünyada yalnız ama aşıkım” der. Ben yaşadıklarımın romancısıyım, yazarıyım diyen Orhan Kemal, ileride eşi olacak Nuriye Hanım’a, “Cemile” romanının başrolünü verir: “Kâtibin gözü Cemile’ye kaydı. Göz göze geldiler. Verilecek kandırıcı bir cevabı yoktu. Bununla beraber bir şeyler söylemeliydi herhalde. Gözü tekrar kıza ilişti.”1
Romanlaşan bu sevda, maddi zorluklara rağmen 5 Mayıs 1937’te evliliğe dönüşür. Evlilikten bir yıl sonra da Orhan Kemal, askerlik görevi için Niğde’ye gider. Askerlik yaptığı sırada Nâzım Hikmet ve Maksim Gorki okumaktan 11 Ekim 1938’de yargılanır ve 5 yıla mahkum edilir. İnsanın insana kulluğuna karşı ilk mahkumiyet, ömürden giden 5 koca yıl.
Orhan Kemal sırasıyla Kayseri, Adana ve Bursa Cezaevlerinde mahkumiyetini geçirir. Nâzım Hikmet’in de Bursa Cezaevine nakledilmesiyle bu dostluğun kesişim noktası 52. Koğuş olur. Orhan Kemal, şiirlerini Nâzım Hikmet'e okur, Nâzım bu şiirleri pek beğenmez ve ‘rezalet, berbat’ gibi ifadeler kullanır. Orhan Kemal, buna üzülse de Nâzım’ın ona vereceği edebiyat ve kültür derslerini merakla bekler.
Bir gün koğuşta bir aşk hikayesi bulur Nâzım, hikayeyi okur okumaz soluğu Orhan Kemal’in yanında alır: “Bırak şiiri miiri birader, hikaye yaz, roman yaz.” Nâzım’ın dediği gibi memleketine, halkına, dünyaya ve insanlığa yaraşır bir yazar olacağı döneme girer Orhan Kemal. 1943’te cezaevinden çıktıktan sonra “Unutabilir miyim seni hiç?/Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim/Hikâye, şiir yazmayı/Ve erkekçe kavga etmeyi senden!”dediği Nâzım ağabeyine ve halkına layık olabilmek için kolları sıvar ve ardı ardına hikaye ve romanlar yazar.
1949’da yaşamından izler taşıyan Baba Evi romanı ve Ekmek Kavgası hikayesi yayımlanır. 1952’te Murtaza Vatan gazetesinde tefrika edilir. Yaşar Kemal, Murtaza hakkında “Bir çağ edebiyatının en ilginç, gerçekte ölmez tiplerinden biridir” der. Murtaza için bir de Orhan Kemal’e kulak verelim: “Elimde hâlâ yığınla malzeme var. Bu malzemeyle Murtaza II yapar mıyım? Henüz bilmiyorum ama Murtaza galiba istiyor. Dürtüp duruyor.”
Murtaza halkın içinden gelen, yaşayan, nefes alan, capcanlı bir tiptir. Moliere’in Cimri’si nasıl ki ölmez bir tip olmuştur, Orhan Kemal’in Murtaza’sı da öyle bir tiptir. Kraldan çok kralcı, düzen çarkının hiçbir çağda eksik olmayan en sadık dişlisi. Sınıf farkının acımasızlığın karşı görev bilincine sığınarak topluma, halkına hatta ailesine yabancılaşmış bir tip. Emin Özdemir Murtaza için “Orhan Kemal edebiyatının özetidir” der.
GURBETİN İNSANLARI
1953’te Bereketli Topraklar Üzerinde romanı Dünya gazetesinde tefrika edilir. Roman, Türkiye’nin dört bir yanından her yıl Çukurova’ya çalışmak için gelenleri anlatır. Orhan Kemal’e göre Çukurova sayısız hikayenin başlangıç ve bitiş noktasıdır, insanın nefesi kesildiği yerdir. Gurbetin, yoksunluğun, yığının romanıdır Bereketli Topraklar Üzerinde. Orhan Kemal, gurbetteki insanların sömürülmesini, ezilmesini kendi yaşam dramıyla birleştirir. Onların acıları, ekmeği; kendi acısı, ekmeği oluverir.
1954’te “72. Koğuş” yayımlanır. Yazılma hikayesini oğlu Işık Öğütçü’den dinleyelim: “1951-52 yılının müthiş kışı tüm İstanbul’u esir almıştır. Vakit gecedir… Tüm ev halkı üşümemek için her zamanki örtülerin üzerine evde ne kadar battaniye, kilim varsa almış, birbirlerine sokularak çoktan uykuya dalmışlardır. Evin üç aydır kirasını ödeyemeyen babam ise uyanıktır. Diğer odaya geçer, bu oda daha da soğuktur. İçinde az buçuk gazyağı olan ocağı yakar, avuçlarına hohlayarak günlerdir kafasında dönüp dolaşan 72 Koğuş hikayesini yazmaya başlar…”2
Sabaha doğru roman biter, bir nebze olsun gelecek parayla ailesinin rahatlayacağını düşünen Orhan Kemal hikayeyi bir dergiye götürür. Dergiden “Yarın geliniz” cevabını alsa da “Olsun, Bir gün daha parasızlığa dayanabilirim” der. Ertesi gün Orhan Kemal bütün umudu avuçlarında derginin kapısını tekrardan çalar. “Sanat müşavirimiz, eserinizi müstehcen buldu” cevabıyla derin bir üzüntüye boğulur. Evinin bir köşesinde “Serde erkeklik olmasa ağlayacağım, hem de katıla katıla” der.
Reddedilen müstehcen bulunan 72. Koğuş tiyatro sahnelerinde yüz binlerce kişiye ulaşır, iki kez sinemaya uyarlanır. “72. Koğuş bütün cezaevlerinde olduğu gibi cezaevinin en yoksul, yoksul olduğu için de en pis koğuşuydu. Buranın insanları ayağa kalkmış bir solucandır.”3
HATIRANIN ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİRİZ
Orhan Kemal, 1970 mayısında Bulgaristan Yazarlar Birliğinin daveti üzerine Sofya’ya gider. Burada aniden fenalaşan Orhan Kemal hastaneye kaldırılır beyin damarlarından birinin pıhtı atması sonucu 2 Haziran 21.15’te halktan topladığını, halka veren, halkçı bir yazar olarak veda eder bizlere. Cenazesi Türkiye’ye getirildiği sırada bir işçi cenaze arabasına yaklaşarak bir demet çiçek bırakır. Çiçeğin üstünde Orhan Kemal edebiyatını, yaşamını, dünya görüşünü özetleyen bir cümle yazılıdır: “Biz işçiler hatıran önünde saygıyla eğiliyoruz.”
Not: Beyoğlu’nun Cihangir semtinde sizi Orhan Kemal Müzesi beklemektedir. Oğlu yazar-araştırmacı Işık Öğütçü, bütün zorluklara rağmen açtığı bu müzede Türk edebiyatının Orhan Abi’sini, Orhan Kemal’i yaşatmaya devam ediyor.
1) Orhan Kemal, Cemile, Everest Yayınları 109.Baskı İstanbul 2024
2) Işık Öğütçü, Sessizlerin Sesi, Everest Yayınları 1.Baskı İstanbul 2014
3) Orhan Kemal, 72. Koğuş, Everest Yayınları 50.Baskı İstanbul 2023