Louvre Müzesi’ne giden var mı?
Tatillerde bir işe girip ailesine yük olmamak için çalışan öğrencilerin derdi nasıl Louvre Müzesi’ni görmek olabilir ki?
Berivan ÖZKARA
Anadolu Üniversitesi
Eylül ayı okulların açılamasıyla telaşların da başladığı bir ay. Çocuklarına kırtasiye ihtiyaçlarını nasıl alırım diye düşünen, çocukların karnını doyurmak için kendi kısıp beslenme çantasını doldurmaya çalışan anne ve babalar, MESEM’lerde patronlara ucuz iş gücü olarak çalıştırılan çocuk isçilerin uzun çalışma saatlerinin başladığı “okul günleri”, ÇEDES programıyla dinci-gerici eğitimin adım adım hazırlandığı laik eğitimi hedef alan uygulamalar, yeni dönemde yeniden karşımıza çıkan sorunlar. Ancak bu ay tüm bu sorunlarla birlikte mücadeleyi de beraberinde getiriyor.
SINIFIN ÇOĞU OKUYABİLMEK İÇİN ÇALIŞIYOR
Üniversitelerde barınma sorunu, atanmış rektörler ve yemekhane zamları gibi birçok sorunla karşılıyoruz. Benim bugün paylaşmak istediğimse Anadolu Üniversitesi Sanat Tarihi öğrencilerinin geçen sene nasıl bir eğitim-öğretim yılı geçirdiği olacak.
Sanat Tarihi okumaya gelirken birçoğumuz aslında işsiz kalacağımızı göz önünde bulundurarak geliyoruz. Ama buna rağmen geliyor, çabalıyor, hayal ediyoruz. Tek adamın 22 yıllık iktidarında da sanatın; sansür, yasak ve cezalarla mücadelesini sürdürdüğünü görüyoruz. İktidarın muhalif akademisyenlere yönelik yıllardır sürdürdüğü baskı ve yıldırma politikaları da cabası.
Ancak akademide geçtiğimiz iki senede en çok dikkatimi çeken şey bazı hocaların öğrencilerinden ne kadar uzaklaştığı, kendisini seçkin ilan eden üstenci tavırlarıydı. Derslerde öğrencileri aşağılayıp, kuşak göndermesi yaparak "tembel, yalnızca eğlenen, telefon tablet bağımlısı gençler" olduğumuzu söylediler. Ancak sınıfın yarısından çoğunun okuyabilmek için part-time işlerde çalıştığını, işten çıkıp yorgun, uykusuz bir halde sabah derse geldiklerini görüyorlardı. Her derste “Louvre Müzesi’ne giden var mı? Vatikan’ı gören var mı?’’ gibi hayalini dahi kurmadığımız soruları sorup, bayramda ailesinin yanına gidemeyen öğrencilere "Gençler böyle olmaz siz sanat tarihçisi olacaksınız gezmeniz lazım" diyerek aslında sanat tarihi okumanın da sınıfsal konuma göre bir tercih olması gerektiğini bizlere hatırlattılar.
SANATLA MEŞGUL OLMAK EGEMEN SINIFIN ELİNDE
Her sanat eserinin kendi dönemini yansıttığını hepimiz bir yerde illaki okumuşuzdur. Dönemin tarihsel evrelerinin koşullarını tartışmadan bir sanat tarihi anlatımı mümkün olamadığını biliyoruz. Bir Orta Çağ mimarisi olan Gotik mimaride kiliselerden, fresklerden, ne kadar görkemli olduklarından bahsedildi. Fakat Orta Çağda Engizisyon Mahkemeleri’nin başlatmış olduğu cadı avlarından bahsedilmedi. Salgın hastalıkların yayıldığı, insanların kıtlıktan öldüğü bir dönemde yalnızca uçan payandalardan, kaburgalı tonozlardan konuştuk. Sanırım bu tarihsel olayların bitmiş, uzak bir geçmişte kaldığı düşünülüyor. Ancak geçmişte yaşanılmış şeylerin anlamı tarihin uzak bir noktasında sabit değildir. Şimdiki zamanda da mevcuttur. Bu yüzden sanat eserini de yalnızca ortaya çıkış anından tamamen açıklanabilir olduğunu düşünemeyiz, sanat eserini şimdinin içine burkmak gerekir.
Derslerin içeriğini bir kenara bırakacak olursak; peki ne yapmalı sanat tarihçileri? Aldığımız iki bin TL bursla kitap mı almalı, barınmayı, beslenmeyi, giyinmeyi mi karşılamalı yoksa gezmeli mi? Bugün neredeyse her hocamızın önerdiği Sanatın Öyküsü (Ernst Gombrich) kitabı 1300 TL’yken nasıl daha fazla okuyabilir öğrenciler? Tatillerde bir işe girip ailesine yük olmamak için çalışan öğrencilerin derdi nasıl Louvre Müzesi’ni görmek olabilir ki? Kuşkusuz bu söylemler istemeyerek değil. Hocalar da karşısında öğrenci dayanışmasından kopuk bir sınıf görüyor. Birbirleriyle notlarını paylaşmayan, arkadaşının başarısını istemek yerine onu atlayacağı bir basamak olarak gören öğrencilerini fark ediyor. Bugün sanat tarihinde birçok arkadaşımızın okulu bırakmasının sebebi yalnızca ekonomik sebepler değil aynı zamanda sınıfında kendini yalnız hissetmesidir. Bu yüzden küçük gruplaşmaların aşıldığı, dayanışmayı büyütüp alternatif bir sanat tarihi tartışmalarını yapabileceğimiz buluşmaları arttırmamız gerekiyor. Sanat tarihçilerinin kulüplerinde, derneklerinde örgütlenmesi ve bununla beraber üniversite yönetimlerinde de söz sahibi olabilmesinin yollarını tartışması gerekiyor.
Sanatla meşgul olmak, boş zamanın arttırılması bugün yalnızca egemen sınıfın ihtiyacını karşılayan bir aktivite. Yazıyı sonlandırırken Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi adlı eserlerinden bir alıntı paylaşmak istiyorum:
“Sanatsal yeteneğin belirli bireylerde özellikle yoğunlaşması ve geniş kitlelerde bastırılmış olması, iş bölümünün bir neticesidir… Komünist bir toplumda ressam yoktur, olsa olsa diğer aktiviteleri arasında resimle de ilgilenen insanlar vardır.”