Bütçe “açığı” için eğitimi “kapatan” bir iktidar
Bu bütçelerin rektörlerin insafına, iyi niyetine bırakılması hiçbir zaman söz konusu olamazdı ama artık bir hayat memat meselesi.
Fotoğraflar: AA | Kolaj: Evrensel
Batuhan ENGİNER
İTÜ
Eylül ayı, tüm Türkiye’de önce liselerin, sonundaysa neredeyse tüm üniversitelerin açıldığı bir ay oldu. Giriş yaptığımız 2024-2025 eğitim dönemi ise eğitim bütçesinin şimdiden her yaş grubunda gırtlağının kesildiği bir yıl oldu. Kendini bir “tasarruf” programı olarak tanıtan Şimşek programı, ilk günlerinde kimi akademisyenler ve ılımlı muhaliflerce “AKP’den olumlu bir adım” olarak görülmüştü. Ancak Şimşek programı, uygulanmaya koyulduktan çok kısa süre sonra, aklı selim tüm kesimler için kendisinin artık “Erdoğan-Şimşek” programı olarak anılması için kanıt istemez hâle geldi. Peki AKP’nin güncel ekonomi politikaları öğrencilere, özellikle de üniversite öğrencilerine, ne zarar verecek?
Şimşek’in göreve geldiği günler; Türkiye’nin “seçim ekonomisi” pratikleri ve “Nas” dönemi olarak adlandırılan süreçteki kararlarla kasasının boşaltıldığı, ardındansa, bu felaketin sonuçlarının Cumhurbaşkanlığı seçimi bitene kadar hissedilmeyecek biçimde planlanmış olmasıyla birlikte enflasyonun kanalizasyon kapaklarını uçuracak türden bir hızla marketlerde ve cebimizde fırtına estirdiği günlerdi. Bu koşullarda doğan Şimşek programının kendi iddiasıyla birincil amacı enflasyonu düşürmekti. Herkesin inanacağı bir açıklamaydı gelen: “AKP, ekonomi ‘bilim dışı’ bir şekilde yönetti, artık bunu düzelteceğiz.” Bunun sebebi hiçbir zaman da (oy kaygıları haricinde) orta ve alt gelir grubunun parçası olan işçi sınıfının ezici çoğunluğu, emekliler ve öğrenciler gibi kesimlerin hayat şartlarındaki travmatik kötüleşmenin önüne geçilmesi olmadı. Enflasyon, sadece halk için değil aynı zamanda da şirketler için geçtiğimiz yıl yaşanan yıllık %100’ün üstündeki durumunda basitçe kaos demekti. Yani, Şimşek programının enflasyonu düşürme yönündeki büyük gayretinin yabancı yatırımcılara ön görülebilir ve güvence altına alınmış bir kârlılık tablosu çizmekti. Enflasyona karşı sürdürüldüğü söylenen şu anki ekonomik savaşın amacı halkın alım gücünün yükseltilmesi olsaydı, enflasyonu düşürmek için sürdürülen yöntem ve çalışmalar astronomik vergi artışlarıyla veya asgari ücretin, memur-emekli maaşlarının ve öğrenci burs/kredilerinin asla zamlanmayarak yerle bir edildiği bir yolla sürdürülmezdi. Enflasyonu düşürmenin bir diğer noktasıysa, Türkiye’nin kayda değer bir sorunu olan bütçe açığının kapatılmasıydı. Bütçe açığının enflasyonla ilişkisi ise özünde, devletin topladığı vergilerle ödeyemediği harcamalarını ödemek için bastığı karşılıksız paralar.
NEDEN BÜTÇE AÇIĞI VAR?
Türkiye’de bütçe, on yıllardır gerekli-gereksiz, kimi zaman “gizli bir şekilde”, sıklıkla değerinin çok üstünde, yine kimi zaman gelecek 20 yılın bütçesinden ödenecek şekilde ve yine sıklıkla yandaşlara ihale edilen “yatırımlarla” sakat bırakılmış hâlde. Cumhurbaşkanlığı’na ait 1000 odalı saray veya yüzlerce araçlık koruma filoları… Bunlarsa, herhangi bir milyarderin yanlış harcamalarla kendi servetini eriteceği bir senaryonun aksine iktidar seçmeni kesimlere kadar sirayet eden haklı bir öfkeyi doğuruyor. Çünkü bu ülkede büyük bir çoğunluk harcananın kendi cebinden tırtıklanan parası olduğunu gerçeğini unutmuyor.
Bunu bilen iktidar da bu sebeple, 17 Mayıs tarihli Tasarruf Tedbirleri konulu Cumhurbaşkanlığı genelgesinde “bürokratik işlemlerin azaltılması ve kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanımı” ibaresiyle söze giriyor.[1] Dolaylı ve dolaysız vergilerle, gelirinin yarıya yakınını kapitalist devletin “tasarruf olmayacak itibar harcamalarına” ve kendisinin asla kullanmayacağını bildiği, milyonlarca kişilik taahhütler verilen 10 bin kişilik havalimanlarını finanse eden asgari ücretlinin veya içtiği içeceğin fişindeki KDV oranının fazlalığına şaşıran gençleri rızası, halkın taleplerinin kaypak ifadelerle yeniden yazıldığı bu tatlı sözlerle alınmaya çalışılıyor.
Kamuda Tasarruf kimden ediliyor diye soracak olursanız, “Bürokratik işlemlerin azaltılması” ile iş bilmeyen parti üyeleriyle doldurulmuş devlet kurumlarına dahi gerek olmadığı için bütün kararların doğrudan Erdoğan’ın onayına bağlanmasını; “kamu kurum kuruluşları tarafından 3 yıl süreyle yurt içinde veya yurt dışında hiçbir şekilde yeni hizmet binası alınmayacak, kiralanmayacak” derken Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın biz öğrenciler için yeni yurtlar, öğretmenler, doktorlar için yeni lojmanlar inşa edilmeyeceğinden tasarrufun kimden yapıldığını anlıyoruz. Çünkü hayatın her alanında olduğu gibi, kamuda tasarrufta da önemli olan bunun “nasıl” yapılacağı, gerçekten makam araçlarından mı yoksa üniversiteler, hastaneler ve daha pek çok “gerçekten işimize yarayan” kurumun bütçesinden mi tasarruf edileceği olacak.
Bu genelge de elbette aratılırsa bulunacağı gibi pek çok üniversitenin rektörlüğü tarafından ilgili internet sitelerinde de “retweet” edilmiş durumda. (Örneğin, Hacettepe Rektörlüğü.)[2]
EĞİTİMİMİZE KARA PERDE ÇEKEN GERÇEK İSRAF
Hâl böyleyken, akıllara okulunda Ekonomi 101 dersi almış herkesin duymuş olacağı bayat bir tanım geliyor: “Sınırlı kaynakların, sınırsız ihtiyaçlara dağıtılması.” Bugün eğitimin kaynakları hiç olmadığı kadar sınırlı, buna şüphe yok. Boğazına kadar borçlanmış bir ülkede kendine saray yaptırmak için borç alan Lale Devri padişahlarından ülkesi ambargo ve işgal altında kıtlıkla boğuşurken meclisten “her çocuk günlük en az 1 litre süte ulaşmadan hiçbir burjuva süt alamayacak” diyen Rus işçilerine; insanlık tarihinde de olduğu gibi, kaynakların dağıtımı sorunu bugün de kimin dağıtacağı, (bizim koşullarımızda) üniversite bütçesinde kimin söz aldığı ile ilgili olacak. Çünkü kaynak dağıtımının nasıl yapılacağı sorusu, dağıtımı kimin yapacağından ayrı bir sorun olarak ele alınamaz. Artan bütçe ile üniversite laboratuvarları yenilenecek, yemekhane ücretleri mi düşürülecek; yoksa rektöre TOGG makam aracı alınacak, okulda ihtiyaç duyulan bir otopark kapatılarak 14 milyon TL masrafla bir “altın arı” heykeli ve 90 bin TL aylık elektrik masrafıyla meydan mı yapılacak?[3][4] Görünen köy kılavuz istemez. Bu bütçelerin rektörlerin insafına, iyi niyetine bırakılması hiçbir zaman söz konusu olamazdı ama artık bir hayat memat meselesi. Azalan bütçe; artık beli bükülmüş okul bütçesi, hiçbir kuruşu israf edilemeyecek kadar değerli.
BÜTÇEYE NASIL DAHİL OLACAĞIZ
Eğitimimize, geleceğimizle aramıza çekilen kara perdeyi ise yırtmanın yolları yok değil. Bugün her üniversite (kimisi farklı adlara sahip olsa da) birer Öğrenci Temsil Konseyi (ÖTK) mekanizmasına sahip. Bu kurumların-konseylerin pek çok yetkisi ve hukuki hakları bulunduğu gibi, bu kurumlar öğrencilerin oylarıyla seçilen sıra arkadaşlarından oluşuyor. Bu demokratik kurumlar, okul yönetiminin bir parçası olabilecekleri gibi, ÖTK seçimlerinde sürdürülen tartışmalarla okulun işleyişi ve yanlış giden şeylerinden tüm öğrencilerin de haberdar olmasını sağlıyor. On parmağında on marifet olan ÖTK’nin gücü ise ne adından ne şanından değil, öğrencilerin birliğinden geliyor. ÖTK’lerde seçime gitmek, seçilmiş öğrencilerin sınıflarında ve bölüm/sınıf toplantılarında aldıkları kararlar, aslında tüm öğrencileri okuldaki ortak bir sorun karşısında birleştiriyor. Bugün Türkiye’de öğrencilerin ihtiyacı birleşmek değilse ne? Hem de birlikte karar alıp, birlikte uygulayarak.
KAYNAKÇA:
[1] https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2024/05/SN-BAKAN_KAMUDA-TASARRUF-VE-VERIMLILIK-PAKETI.pdf
[2] https://sgdb.hacettepe.edu.tr/sayfa_dosyalari/icgenelgeler/2024/tasarruftedbirleri.pdf
[3] https://x.com/MNaciinci/status/1701965865803972738
[4] https://ari24.com/haber/israf-meydaninin-acilisi-yapildi-2963