18 Eylül 2024 12:45

Hoş geldin… Kayyuma, paraşüte, üniversiteye

Liseden kurtulmuş olmanın ve artık üniversiteli olmanın mutluluğuyla Güney Kampüs’te turlarken, içinde bulunduğumuz düzenin saldırıları ne yazık ki lisedeki gibi son bulmuyor

Fotoğraf: Wikimedia Commons CC-BY-2.5

Paylaş

Berkay MORKAN

Boğaziçi Üniversitesi

 

Üniversite sınavı geçti, yerleştirme tercihleri yapıldı, açıklandı ve üniversite kampüsleri yeni girişli heyecanlı öğrencilerle dolmaya başladı. Sınavda en iyi sonuçları alan öğrenciler de bir yandan Boğaziçi’ne yerleştikleri için sevinirken bir yandan da 3-4 yıldır olan bitenlerden ötürü kafalarında soru işaretleri taşıyorlar. Liseden kurtulmuş olmanın ve birer üniversiteli olmanın mutluluğuyla Güney Kampüs’te turlarken, içinde bulunduğumuz düzenin saldırıları ne yazık ki lise hayatı gibi son bulmuyor.

Boğaziçi’yle birlikte diğer okulların da yurtlarına ve yemekhanelerine gelen zamlar, Kamuda Tasarruf Planı bahanesiyle gerçekleşen bütçe kesintileri, bütçede öğrenciler için ayrılan payın kısılmasıyla birlikte kampüslerimizde daha fazla şirket, banka ve bunların reklamlarını görmeye başlamamız aslında aynı zincirin halkaları. Öğrenci olmanın masrafları artar ve devlet bunları karşılamak için daha az sorumluluk alırken, önümüzdeki tek seçenek çalışarak ailemize destek olmak, kendi masraflarımızın ucundan tutmak olarak karşımıza çıkıyor. Gelecek kaygısıyla, prestijli iş imkânı hayalleriyle bazen şirketlerde “gönüllü” stajlar bazen mahallemizdeki kafelerde garsonluk işi kovalamaya başlıyoruz. Bütün çabamıza rağmen ya masraflarımızı karşılamakta yetersiz kalıyor ya da çalışma hayatının yoğunluğundan öğrenci olduğumuzu unutuyoruz. Peki bunları da yeterince çalışmadığımız için mi yaşıyoruz? Biraz daha çabalayıp dişimizi sıksak, istediğimiz gibi bir yol çizebilir miyiz?

Bu soruların cevabının olumlu olması her ne kadar çok zor olmakla birlikte imkânsız olmasa da sonuçlarının olumsuz olması yalnızca bizimle alakalı değil. Bu yaşadıklarımız en amiyane tabirle tek adam iktidarının üniversiteleri ve gençliği altına almaya çalıştığı boyundurukla alakalı. Diğer üniversitelerde hâkim olan ve Boğaziçi’nde de son 4 yılda hızlandırılmış bir şekilde şahitlik ettiğimiz konu da esasında az çok bundan ibaret. Neoliberalizm ve bireyselleşme rüzgarlarını da arkasına alan iktidar, öğrencilerin kazanılmış haklarını enflasyon, siyasi istikrar, hatta terör gibi çeşitli bahanelerle gasp ederek önceden devletin sorumluluğu olan şeyler için özel sektöre yer açıyor ve devasa bir rant alanı inşa etmiş oluyor. Sadece bununla da kalmayıp okurken çalışmaya muhtaç ettiği gençler için bir lütufmuşçasına “kariyer günleri” gibi etkinliklerle artık hazırlık sınıfından itibaren gençleri şirketler için birer ucuz iş gücü rezervine dönüştürüyor.

AKP’DEN “SINIFSAL” POLİTİKALAR

Ayrıca iş gücü için alelade şirketlerle de yetinmiyor iktidar. Savunma sanayii adı altında savaş tamtamlarını son ses çalarken “nitelikli iş imkânı” reklamlarıyla da bu sektörü İTÜ, ODTÜ, Yıldız Teknik, Boğaziçi gibi üniversitelerde özellikle mühendislik öğrencilerinin göz bebeği haline getirmeye çalışıyor. Mesela ASELSAN Yönetim Kurulu Üyesi ve Sanayi ve Teknoloji Bakanı Yardımcısı Ahmet Yozgatlıgil ODTÜ’ye rektör olarak atanıyor, yurt krizlerinin ortasında Boğaziçi’nin en kalabalık 2 yurdu yıkılarak yerleri teknopark alanı olarak ayrılıyor ve Boğaziçi Kariyer Merkezi tarafından öğrencilere sık sık savunma sanayiindeki iş imkanlarıyla ilgili e-postalar gönderiliyor. Görüyoruz ki iktidarın kafasındaki ideal üniversite şu şekilde özetlenebilir: daha az öğrencilik, daha az sosyalleşme, daha az refah; daha çok çalışma, daha çok mobbing, daha çok hamaset.

Gördüğümüz üzere AKP iktidarının bize dayattığı şey aslında oldukça “sınıfsal” politikalarının ürünü. Daha çok çalışıp kendimizi daha çok yıprattığımız seçenek bize “CV doldurma, tecrübe kazanma” gibi sunulurken aslında tek yaptığımız şey, temel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için bir sermayedarın ihtiyaç duyduğu iş gücünü, ona piyasada bulabileceğinden daha ucuza sunmak oluyor. “Yemekhane pahalı mı geldi? Okulun zaten seni doyurma yükümlülüğü yok, paran yetiyorsa dışarıdan ye, yetmiyorsa işe gir çalış. Yurt çıkmadı mı? İstersen parkta uyu, istersen işe gir çalış. İş bulamıyor musun? İşte senin için kariyer günleri. Buradan 50 şirkete başvurup şanslıysan birinde asgari ücretin üçte biri maaşla çalışmaya başlayabilirsin. Hatta Baykar ve ASELSAN bile burada, günde 12 saat çalışıp 8 saat çalışanla aynı ücreti alarak vatanını savunabilirsin.” İşte iktidarın bizi sıkıştırmak istediği cenderenin, daha geniş perspektifte kapitalizmin sunduğu “tercih özgürlüğünün” kısa bir özeti…

Görüldüğü üzere maruz kaldığımız saldırılar tek başına AKP’nin işgüzarlığı veya liyakatsizliğinden çok daha fazlasını barındırıyor, içinde yaşadığımız kapitalist sistemin üniversiteler üzerinde küçük bir yansıması aslında. Dolayısıyla son derece politik ve planlı. Karşısında koyacağımız tepki de bizim tahayyül ettiğimiz dünyadan talepler barındırmayı, yaşadığımız bu barbarlık düzeninin bir alternatifini kurmak için çabalamayı, en başında politize olmayı ve okyanusta küçük bir balık olarak kaybolmamak için de örgütlü olmayı gerektiriyor. Çünkü hiçbir hak kendiliğinden verilmediği gibi, korumak için mücadele edilmeyen haklar da iktidar tarafından gasp edilmeye mahkûmdur. Eğer insanca yaşamak, temel haklarımız için para ödememek, nitelikli yurtlarda barınmak ve nitelikli beslenmek istiyorsak bunun gibi en basit ve en yakıcı talepler için bile mücadele etmeye mecburuz. Maruz kaldığımız saldırılar ve motivasyonları ortada, çözümü biz neredeysek orada. Üniversitemize hoş geldin!

ÖNCEKİ HABER

Hafif ticari araçla kreş servisi çarpıştı; 8'i çocuk, 11 yaralı

SONRAKİ HABER

Sanatçılardan Karadağlı'ya tepki: ‘Yoksulluk sınırında maaşla lale devri hiç olmadı’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa