Katiller ve kaçakçılar dışarıda: “Adalet” kime yarıyor?
Polatların tahliyesi ve Reşit Kibar’ın katledilmesiyle adaletin yalnızca burjuvaziye yaradığını, bizlere ise sopa olarak kullanıldığını tekrardan görmüş olduk.
Fotoğraf: AA
Mert
Sena AKAY
İstanbul Üniversitesi
Özellikle son yıllarda kapitalizmin güzellik algıları üzerindeki tahakkümü karşımıza hızla popülerleşen yeni bir sektör çıkardı: Güzellik merkezleri. Özellikle son yıllarda adından çokça bahsettiren Dilan Polat ve ailesi de sektörün skandal ismi olmuşlardı. Peki ya bu kadar popülerleşmenin ve bu kadar şubelere yayılmanın altında yatan sebep neydi?
Yeni dönemde kapitalist sistemin kadınlar üzerinde kurduğu tahakküm etkisini her yönden gösterse de güzellik sektörü burada en geniş alanı kaplayan kısım olmakta. Türkiye’de güzellik sektörü ve güzellik ürünleri ithalatı 2022-2023 yılında %111,5 ile dünyada ABD’den sonra ikinci sırada yer alıyor. Güzellik merkezleri ise tüketim sektörünün neredeyse %20’sini kaplamakta. “Influencer” denilen sosyal medya ünlülerinin de bu konudaki payı yadsınamaz bir gerçek. Dilan Polat ise bu güzellik pazarında hem influencer olması hem de güzellik merkezleriyle birlikte baş köşeye oturmuştu.
Çok da yakın bir zamanda “Devlet kimin devleti?” tartışmasını açacak o şey oldu ve Dilan-Engin çiftinin “kara para aklama” davasıyla çıktığı mahkemece tahliyelerine karar verildi. Tahliye edilen sanıklar hakkında “yurt dışına çıkış yasağı” şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına hükmedildi. Savcılık, duruşmaların ikinci gününde tutuklu sanıklar lehine tahliye gerektirecek ölçüde henüz bir değişikliğin bulunmadığını belirterek tutukluluklarının devamına karar verilmesini talep etmişti. Dilan Polat’ın tahliye olduktan sonra basına söylediği ilk cümle ise şuydu: “Devletimize teşekkür ederiz.”
DEVLET KİMİN DEVLETİ?
Birçok gazeteci, siyasetçi AİHM kararları delinerek tutsak tutulmaktayken, Dilan-Engin çiftinin kara para aklama ve yasa dışı bahis suçlarından savcıların itiraz dilekçelerine rağmen tahliye edilmeleri bahsettikleri o devletin; zenginlerin, sermayedarların ve patronların devleti olduğunu bir kez daha gösterdi. Beşli çetenin silinen vergi borçları, tarikat ve cemaatlerin ödenekleri, uyuşturucu çetelerinin ve yasadışı bahis platformlarının denetlenmemesi sonrasında benzer suçlardan içeride olan Dilan-Engin Polat çiftinin de tahliyesi ile birlikte bizlere tekrar devletin ve adaletin yalnızca burjuvaziye yaradığını, halklara, gazetecilere, haksız davalardan içeride bulunan siyasetçilere, işçi-emekçilere karşı ise sopa olarak kullanıldığını görmüş olduk.
Devletin kimin devleti olduğuna dair apaçık ve aslında çok yakın zamanda gerçekleşen acı bir örnek daha, 2 aydır süregelen eylem ve gösterilerin üzerine, 3 Eylül 2024’te, ormanlık alanlarında ağaç kesimi yapılmaması, sermayeye hibe olmaması, turistik alan inşası kisvesiyle taş ocağı aksiyonları alınmaması, ormanın ve doğal yaşamın tahrip edilmemesi için Yapısoy Beton’a ve bu “mesire” alanı projesine onay verenlere karşı direnirken, sermayedarın dalkavukları tarafından öldürülen Reşit Kibar’dır. Devletin doğayı ve çevreyi umursamadığı, bunun yanı sıra halkın söz hakkının bulunmadığına ve karşı duruş sergilendiğinde sermaye ortakları tarafından canice cevaplar verilmesini ne kadar alttan aldığını gösteren bu olay, bahsi geçen Dilan-Engin Polat ikilisinde de gördüğümüz sistematik yanlılığı, sermaye yanlılığını kaçınılmaz bir biçimde gösteriyor.
Bu cinayeti işleyen piyon Muhammet Ustabaş tutuklanmış, ancak azmettirici sermayedarlar serbestlerdir. Katilin olaydan hemen önce Fikret Merttürk ile telefonla konuştuğu ve birilerinden “talimat” aldığı ifade edilse de bu cinayetin aslı astarı yargı gözünde “ayyukta” kalmış, görünürdeki tek katil Ustabaş parmaklıklar ardına girmiştir. Yapısoy Beton’un sahipleriyse Kocaelispor yöneticiliği yapmış, AKP ile yakınlığıyla bilinen Yunus ve Borçka İl Genel Meclisi’ne CHP’den üye olan Fikret Merttürk kardeşler. Tüm bunların ötesinde, halkı aptal yerine koyan her sermayedar gibi, Yapısoy Beton, yaptıklarını meşrulaştırmak, göz boyamak için Hopaspor’a da sponsor olmuştur.
Devletin organlarının tek adam rejimi ile birlikte düzgün işlememesi, devletin yalnızca zenginlerin devleti olması, devletin adaleti sağlamak isteyen savcıların dilekçelerini reddetmesi ve aniden gelen takipsizlik kararları bir kez daha gösteriyor ki Türkiye sosyal-hukuk devleti değil, yalnızca patron ve zenginlerin yanında olan, hukuku ve adaleti onlara göre yazan bir devlettir. Hukuku kendine göre yazan devletin içerisinde canımızı korumak, vergi kaçakçılarına fırsat vermemek adına da yapmamız gereken şey, vereceğimiz örgütlü mücadeledir. Ancak bu şekilde “normal” şartlarda bu tür kişilere gereken cezaları vermeyecek yargıya baskı kurup, bir nebze de olsa “adaletli” olmasını sağlayabiliriz.