Üniversiteler nasıl savaş sanayinin arka bahçesi oldu?
Dünyadaki gelişmelerle birlikte yükselişe geçen savaş sanayi sektörü, Türkiye’de teknokentler ağı ve zorunlu staj gibi adımlarla üniversiteleri arka bahçesi haline getirmiştir.
Fotoğraf: DHA
YTÜ öğrencisi
Özellikle son yıllarda üniversitelerin resmi sitelerinde, tanıtım günleri ve materyallerinde sıklıkla göze çarpan bir husus var: üniversite-sanayi ortaklığı.
Dünya 2022 yılında başlayan Rusya-Ukrayna savaşı, devamında Filistin’in Siyonist rejim tarafından işgali ve günümüze kadar yaşanan çeşitli çatışmalar ve diplomatik krizlerle gerilmiş, üçüncü bir dünya savaşı ihtimaliyle ilgili söylemler hiç olmadığı kadar artmıştır. Dünyada yaratılan bu atmosferin egemen olan siyasetin, ideolojinin bir ürünü olduğu ve atmosferin de bu siyaseti karşılıklı bir etkileşim ilişkisi içerisinde etkilediği gün kadar açıktır. Bu sebepledir ki sermayedarların güvencesi olan bu siyasi anlayışın dünyadaki savaş atmosferinden de aldığı ivmeyle savunma sanayiyi öne çıkarması ve bu sanayiye büyük bütçeler ayırması şaşırtıcı değildir. Kendilerine ayrılan büyük bütçeler ve savaş atmosferinin içi boş milliyetçi söylemlere açtığı verimli alanlarla birlikte yükselen yerli ve milli nidaları eşliğinde özel savunma(savaş) sanayi şirketlerinin şaşalı yükselişi göze çarpmaktadır.
Üniversite-sanayi ve özellikle son zamanlarda yükselmekte olduğu için üniversite-savaş sanayi etkileşimi de bu gelişmelerle paralel ilerlemiştir.
Bu etkileşimi ortaya koyan en iyi örneğin üniversite kampüslerinde açılan teknokentler ve zorunlu stajlar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Üniversitelerin teoride yıllardır hâlâ aynı metotları uygulamasının yanı sıra özellikle mühendislik ve diğer sayısal bölümlerinde göze çarpan en büyük eksiklik pratik eğitimin imkân ve kapsamlarının yetersizliğidir. Eğitimde bu geri kalmışlık ve yetersizlik hâli öğrencilerin güncel üniversite müfredatıyla kendilerini yetiştirmelerinin son derece zor olduğunu, mesleki ve akademik yeterliklerini sağlamaları için her türlü çalışma koşullarına boyun eğmelerini gerektirse de zorunlu stajlarını yapmaları gerektiğini zihinlerine işlemeyi başarmıştır. Uygulamalı eğitimin stajlar yoluyla özel şirketlere havale edildiği, şirketlerin stajyer statüsü altında kesintisiz ucuz işgücü kaynağına erişip hem de üniversite kampüslerinde teknokent çatısı altında bazı vergi muafiyetleri ve teşviklerle yer alabildiği bu sistemde de devreye üniversite-sanayi iş birlikleri bir çözüm olarak sunulmuş, bu çözümün uygulanmasıyla birlikte eğitimde pozitif bir değişim gözleneceği öne sürülmüştür.
Uygulamalı eğitimdeki niteliksizlik sebebiyle önemi artan staj sayesinde, artık öğrencilerin şirketlere kabul edilebilmeleri için şirketlerin peşlerinde koştuğu ve bu uğurda kendilerini son derece samimiyetsiz kişisel gelişim eğitimleri ve kariyer kulüpleri etkinlikleriyle “geliştirmek” zorunda kaldıkları, öğrencileri adeta CV adında etiketlerle birer metaya dönüştüren bu düzen ilmek ilmek örülmüştür. Tüm bu etiket ve rekabet ortamında bilinçsizce oradan oraya koşuşturmaya başlayan öğrenciler hakları ve gelecekleri için demokratik mücadele yöntemlerinden uzaklaşmış, derin bir gelecek kaygısına düşmüştür. Gençliğin bu yalnız ve umutsuz durumlarından yararlanmak ise artık sermayedarlar için tabiri caizse farz olmuştur. Savaş sanayi, siyasetle etkileşimi sayesinde elde ettiği bütçenin de kendisine verdiği güçle gençlere diğer sanayilere oranla görece daha iyi bir maaş vaadi sunabilmiş, Teknofest gibi organizasyonlar ve bu organizasyonlardan sonra sayılarında büyük bir artış gözlemlenen üniversite savaş sanayi öğrenci kulüplerinin düzenledikleri savaş sanayi zirveleriyle birlikte üniversitelere çok daha etkin bir şekilde yerleşebilmiştir. Öyle ki bazı bölümlerde bu sanayiye özel seçmeli derslerin açıldığı bile gözlemlenmiştir. Her ne kadar yerli ve milli propagandalarıyla öğrencilerin aidiyet duyguları hedef alınarak varlığı bir nevi tartışılmaz kılınsa da unutulmamalıdır ki savaş sanayisinde de diğer sanayiler gibi büyük oranda kâr amacı güden özel şirketler faaliyet göstermektedir ve bu etkileşim sonucu ortaya çıkan dönüşüm, iddia edilenin aksine üniversitelerdeki eğitimin niteliğinin gerilediği, patronların yararına bir düzenin daha da geliştiği bir dönüşümdür.