Bir meydan okuma meselesi: Kılıçlar ve teğmenler
Tartışmadaki illüzyon, Türkiye kapitalizminin çekişen gibi gözüken iki koçbaşlarından İslamcı Erdoğan ya da darbeci asker arasından bir seçim yapma illüzyonudur.
Fotoğraf: TCCB
Tunç DİKKAN
ANKARA
Geçtiğimiz 30 Ağustos günü yapılan Kara Harp Okulu mezuniyet töreni ve arkasından yapılan gayrı resmi tören herhalde herkes tarafından izlenmiştir. Kaçıranlar için hatırlatalım. Kara harp okulu mezunları resmi mezuniyetin hemen ardından geleneksel olduğu ileri sürülen bir yemin ediyorlar. Yemine okul birincisi önderlik ediyor. Laiklik vurgusu olan bu yemini sonlandırılırken kılıçlı kolları havada mezun olan genç teğmenler “Mustafa Kemal’in askerleyiz” sloganı atıyorlar. Yemin belirli çevrelerin hedefi haline geldi. İktidara bağlılığı ile tanınan yazarlar, gazeteciler çeşitli sosyal medya platformlarında yemin videosunu paylaşarak teğmenleri hedef haline getirdi. “Askeri vesayet geri geliyor, ülke demokrasisi elden gidiyor” diyerek memleket savcılarını, ilgili makamları ve hatta bizzat Erdoğan’ın kendisini göreve, müdahale etmeye çağırdılar. AKP içindeki çeşitli farklı sesleri bir kenara bırakırsa, Devlet Bahçeli Erdoğan’dan önce davrandı ve meseleyi yine “milli güvenlik” gündemine çekerek “dış bağlantılı operasyon” ifadeleriyle belirsiz ama belirli bir adres gösterdi. Tabii mesele darbeler ve askeri vesayet olunca Bahçeli’nin kendi partisinin pratik ve tarihine bakması gerekir. Zira kurucu genel başkanı darbeci olan 12 Eylül askeri darbesini “fikrimiz iktidarda” diye karşılayan bir partinin genel başkanı için fazla çelişkili bir tutum. Benzer bir çelişkili tutum içinde olan Erdoğan meseleyi bir hayli geç ama manidar bir toplantıda gündeme getirdi, 21. İmam Hatipliler Kurultayında. “Kılıçları kime çekiyorsunuz” diye naralanan Erdoğan hedefine teğmenleri değil aynı zamanda askeri vesayeti ve darbeci anlayışı aldı! Memlekete en uygun yönetim biçimini tek adam yönetimi gören, bunun başına da daima namzet olmuş, yetinmemiş yetki ve yürütmeyi eline almış biri olarak Erdoğan’ın çelişkisi de herhalde açıklamadaki demokrasi nutukları. Nitekim Erdoğan aynı konuşmada imam hatipli gençlere seslenirken “Cihat meydanları pehlivansız kalmasın diye imam hatipler var” ifadesini kullandı. Burjuva muhalefet ise tutumunu teğmenlere destek çıkarak belirledi. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Erdoğan’ın “bunları temizleyeceğiz” ifadelerini referans verirken “vazgeçin” demekle yetindi. İfadelerden bağımsız burjuva muhalefetin teğmenleri savunma duygusu kutuplaştırıcı iklimi güçlendiren bir hava kattı. Bir yanda teğmenlerin yemininin ülke demokrasisi için tehlike gören ama “temizleyeceğiz” gibi ifadelerden kaçınmayan beride yumuşak görünse de kılıçlı bir yemin törenini “ebedi başkomutana” sahip çıkarak savunanlar…
ÖZÜNDE AYNI TARİHSEL İKİLİK
Yaşanan hadiseden bağımsız Türkiye siyasi tarihi birçok açıdan yorumlanabilir. En popülerlerinden biri ise Kemalist elit bürokrasi ile siyasal İslam arasında çekişmeli bir egemenlik yarışı olduğu görüşüdür. Öyledir ki bu görüş memleket tarihi boyunca birinin egemen olduğu yerde diğerinin mağdur olduğunu öne sürer. Örneğin, 1923’te saltanat 1924’te hilafet kaldırılmış, tekkeler ve zaviyeler kapatılmış, yeni rejim tarikat örgütlenmesinin önünü büyük oranda kesmiştir. 1950’de Demokrat Parti (DP) iktidarı ile önü açılan siyasal İslamcı görüş bu kez Kemalizm’in “inkılaplarını” hedef alabilmiştir. Türkiye tarihinden birçok örnek verilebilir. Hatta II. Abdülhamid’i “Kızıl Sultan” ya da “Ulu Hakan” olarak nitelemek bile bu anlayıştaki pozisyonununuz belirleyebilir. Başta makul ve anlamlı görünebilecek bu görüş esası itibariyle Türkiye tarihinin asıl çelişkisini gizler. Şayet ülkedeki gelişmeleri iki sınıf arasındaki çatışma değil iki klik arasındaki çatışma olarak ele alırsak 1908’i vergi ayaklanmalarının arkasına gelen bir devrim olarak değil halifeye karşı yapılmış bir darbe olarak, 1960 darbesini DP iktidarının politikalarına karşı gelişen halk tepkisinin önlenmesini de kapsayan bir darbe değil, Türkiye’yi ileri götüren bir devrim olarak görürüz. Tarihsel örnekler bir yana dursun, birbirini cennet–cehennem olarak ilan eden bu ikilik ülkede işçileri, köylüleri sömürmek noktasında birleşmiş olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Cumhuriyetin ilk yıllarında da DP iktidarı gibi iktidarlarda da AKP iktidarında da palazlanan güçlerin laik ya da İslamcı olması değişken olsa da esası itibariyle her dönemde Türkiye kapitalizminin sömürü programını örgütlemişlerdir. Teğmen krizi diye önümüze çıkan bu olay birçokları tarafından böylesi bir perspektifle gündem edilmiş, ülke emekçilerini onların genç kuşaklarını böyle bir çatışmanın tarafı, kutbu haline getirmeye çalışmıştır. Burjuvazinin partilerinin tartışmada ülke gençliğine dayattığı iki uç şudur: Ya askeri vesayete, darbelere karşı olmak için Türkiye kapitalizminin koçbaşı Erdoğan yönetimini destekleyeceksiniz ya da Erdoğan yönetimine karşı olmak için kılıç ile yapılmış bir yemini savunacak, tarihteki başka bir koçbaşını yâd edeceksiniz.
SADECE GENÇ SUBAYLAR MI RAHATSIZ?
“Genç subaylar rahatsız.” Türkiye’de yaşayan bir için oldukça derin manaları olan bir ifade. Darbeyi, askeri müdahaleyi çağrıştırmasıyla bilinir ve anılır. Gazete manşetlerine[1], ders kitaplarına değin yer etmiştir. Bazı kesimler tarafından genç subayların rahatsızlığı tüm ülke gençliğinin rahatsızlığı olarak lanse edilir ve örgütlenir, milliyetçi hezeyanlarla da zaman zaman “işte Türk gençliği” benzeri çıkışlar da bu lansmana eşlik eder. İnsan böyle durumlarda şu soruyu sormadan edemiyor. Türkiye gençliğinin içinde sadece genç subaylar mı rahatsız? Aklı başında her kişi bu soruya elbette hayır cevabını verir. Gerçekten de memleketin her yerinde Türkiye gençliği çeşitli sorunlar ile boğuştuğu görülüyor. Şimşek programı olarak ifade edilen Türkiye kapitalizminin dönem programının ağırlığı öğrenci, işçi–işsiz gençleri ülke tarihinde hiç olmadığı kadar etkiliyor. Genç işçiler ücretlerinin enflasyon karşısında erimesini, belirli işletmedekiler ise vergi dilimine kurban gitmesini görüyor. MESEM programı binlerce genç işçinin katili oldu. Çalışma koşulları, işyerindeki baskı olabildiğince geride. Liselerin açılmasıyla eğitim masrafları hem liselileri hem de velileri can evinden vurdu. Ulaşım, beslenme gibi temel sürekli masrafların yanı sıra eğitim masraflarına, kırtasiye, forma gibi dönemlik masraflar da eklendi. Eğitim müfredatındaki yapılan/yapılması öngörülen değişiklikler eğitimin bilimselliğini götürüyor, niteliğini zayıflatıyor. Üniversite gençliği daha kampüs hayatına başlamadan barınma sorunlarıyla boğuşacak. Atanmış rektörler aracılığıyla şirket gibi yönetilen üniversiteleri üniversite yapan özelliklerden arındırılmaya çalışılıyor. Üniversite içinde kırıntısı kalmış demokratik yapılara yönelik saldırı şiddetleniyor. Dünya ölçeğinde gelişen savaşlar, artan çatışmalar Türkiye gençliğinin gündemine her açıdan giriyor. İşbu koşullarda tek rahatsız kesimin genç subaylar ya da genç imam hatipliler olması anlaşılır olmaz. Tabii ülke genelinde çeşitli gerekçelerle protestolar örgütlemiş/örgütleyecek binlerce gencin eylemleri buna delil niteliğinde. Dolayısıyla genç subaylar ve imam hatipliler arasındaki bir çekişme hem özü gizleyen bir görüngü olarak karşımıza çıkar hem de sonucu ne olursa olsun kapitalistlerin kazançlı olduğu bir gerçeğin izini verir. Tarihsel örneklerinde olduğu gibi. Tartışmamız, akla Çubukçu’nun Marx ve Engels’in eseri Alman İdeolojisinin Türkçe basımına yazdığı önsözdeki bir ifadeyi getiriyor: “Gölgelere karşı savaş, gerçeğe karşı savaşın yerine geçmekle kalmaz, aynı zamanda onu engeller.”[2]
TEK ADAM YÖNETİMİNE, KAPİTALİZME MEYDAN OKUYALIM!
Herkes tarafından bilinir ki, “kılıç çekmek” bir meydan okuma meselesidir. Birçoklarının tartışmayı buradan ele aldılar. Yukarıda tartışmaların bizim için ne anlam ifade ettiğine değindik. Şimdi esas sorun şudur, Türkiye gençliği kime meydan okuyacak? Bahsi geçen onca sorunun müsebbipleri bellidir. Tek adam yönetimi Türkiye kapitalizminin ileri programının gerekliliklerini yerine getirmek için can atmaktadır. Bu uğurda her türlü saldırıyı, ağır savaş hamlesini kullanmaktan çekinmeyeceğine önceki pratikleri delildir. Türkiye gençliği eğer bir meydan okuma yapacaksa kılıç çekerek, birinin askeri olduğunu iddia ederek ya da cihat meydanlarından pehlivanlığa aday olarak yapamaz. Bu tıpkı Orta Çağ’da aristokratların namı hesabına dövüşenlere benzer. Türkiye’de işçiler, emekçiler kendi bayrakları açmak zorundadır, genç kuşakları da bunun en dinamik parçasıdır. Dolayısıyla üniversiteliler, liseliler, genç işçiler ilkin kendi talepleri ile başlayarak ülke ve dünyadaki gelişmelere müdahale etmek için birleşmeli, mücadele etmelidir. Herhalde tarihteki en anlamlı meydan okumalarla ancak böyle benzerlik kurabilir.
KAYNAKÇA:
[1] 23 Mayıs 2003 tarihli Cumhuriyet Gazetesi manşeti: “Genç Subaylar Tedirgin”.
[2] İkinci Basıma Önsöz. (2013.). Alman İdeolojisi (syf. 14).