Film estetiği ve film eleştirisi üzerine bir deneme
Sinema teknik gelişimin üzerine oturarak ilerleyen bir sanat formu olarak varlığını sürdürmekte. Bu teknik dönüşümün, onun estetik morfolojisini de belirlediğini düşünüyorum.
Eternity and a Day/Sonsuzluk ve Bir Gün (Theo Angelopoulos, 1998) filminden bir sahne
Volkan KOYUTÜRK
Film estetiği konusu, kuşkusuz burada yazamayacağımız kadar hacimli bir çalışmayı gerektirir. Bu bağlamda, burada ne yazarsak yazalım eksik kalan bir şeyler illaki olacaktır. Eksiklik, yazının kısalığının yanı sıra konunun meşakkatli oluşundan da kaynaklanır. Sinema gibi kompleks bir sanat dalının estetik kategorilerini belirlemek, belirli bir güçlüğü her zaman taşır. Fakat bir sanat dalının estetik kategorilerini belirlemekle, aynı zamanda bir sanat eleştirisinin iki noktasından birini de belirlemiş oluruz. Benjamin’e göre bir sanat eleştirisi, epistemolojik ve estetik bağlamlarında ele alınmalıdır. Fakat bir film eleştirisi yapılırken, genel eğilim içeriğin kendisine olur. İçerik üzerinden yürüyen eleştiri bir ideolojik perspektif taşır. Bu perspektif Marxist, Freudyan, feminist vb. okumalara uzanan çok geniş bir yelpazeyi kapsar.
Son dönemlerde yaygın okuma ya da çözümleme biçimlerinin başında, yapısalcı-postyapısalcı, mitolojik göndermelere dayanan ve yoğun bir metinler arası ilişkinin kurulmaya çalışıldığı bir okuma biçimi söz konusu. Kuşkusuz bu tip bir okuma keyifli bir okumayı bizlere sunar. Fakat bu tip bir okumanın da önemli bir handikapı vardır; filmin kendisinden uzaklaşma, aşırı yorum ve filmin estetik bütünlüğünün ikincil düzeye indirgenmesi gibi.
Oysaki bir film, konu ile birlikte onun kamera, kurgu gibi araçsal özelliği ile birlikte hikayesi arasındaki performatif ilişkinin bütünlüğünü içerir. Bu noktada, kamera açısından ışık kullanımına, kadrajın içinde ve dışında kalanların hepsi filmin dramatik yapısıyla bir bütünlük arz etmelidir. Aksi halde sadece metinler arası ilişkilerle mitolojik gönderilerden oluşan filmler, en iyi filmler olması gerekir. Oysa bu tip bir yaklaşım, filmin hikaye bütünlüğünü de zedeleme riskini taşır. Bu noktada film estetiğinin ne olduğunu belirlemek, bizi iyi bir filmin ayırt edici özelliklerinin ne olduğuna götürecektir. Örneğin, bir “piyasa” filmini, bir “sanat” filminden ayıran şey nedir? İzlediğimiz pek çok “piyasa” filmi, konu anlatımları itibarıyla belirli bir bütünlüğe sahip olabiliyor ya da teknik açıdan oldukça iyi olabiliyor ya da bir sanat filminin bol entelektüel gönderisi olabiliyor ama bunların hiçbiri bir filmin kendi başına iyi olması için yeterli değildir. Bu bağlamda, ‘İyi bir filmi ayırt eden şey ne?’ sorusu önemli olmakla birlikte, bu soruya verilebilecek cevap film estetiğinin ne olduğuna verilecek cevapla doğrusal olacaktır.
Lumiére kardeşler kamerayı icat ettiklerinde, kuşkusuz yeni bir sanat formunun doğacağından haberleri yoktu. Ama bu sanat formu, sancılı süreçlerin ardından kendisini zor da olsa bir sanat olarak kabul ettirdi. Elbette ki, her sanat dalı gibi sanat olarak tarih sahnesine çıktığında sinema da kendi estetik kategorileri belirlemek zorunda kalacaktır. Sinema açısından bunu belirlemek hiç de kolay olmadı. Kendinden önceki sanat dallarının binlerce yıllık anlatı birikimine yaslanmak zorunda kaldı.
Tarkovski açısından sinemanın ayırt edici yanı, “Hayatın özgül bir parçasını, dünyanın henüz kavranamamış bir boyutunu, başka sanatlar tarafından ifade edilememiş bir boyutunu yansıtmak üzere doğmuştur.” Deleuze’e göre ise, sinema sanatı kendine özgü bir anlatım tarzı ve imgenin modern çağdaki biçimini dile getiren bir yaratımdır. “Sinemayı özel bir ilgi alanı yapan şey, resimde olduğu gibi onun kavram kurmaya yeni boyutlar kazandırmasıdır” (Deleuze). “Söz konusu olan yalnızca teknik bir olay ya da görünür dünyayı yansıtmanın yeni bir biçimi değildi. Hayır orada o an estetiğin yeni bir ilkesi doğmaktaydı” (Tarkovski).
Tarkovski, sinemanın doğuşundan kısa bir süre sonra yanlış bir yola, bir burjuva yoluna girdiğini belirtir. Bu yol, sanat dışı bir yoldur. “Sinema basit ama çekici bir tiyatro buzluğu olarak kullanıldı” diyor Tarkovski. Sinema, kendi bağımsızlığını diğer sanatlardan nasıl alacaktı? Bu soru, film estetiğinin çerçevesini de belirlemiş olacaktır. Sinemanın erken döneminde Dulac, Epstein, Gance gibi yönetmenler için sinemanın hikayeden kurtulması lazımdı.
Sinema “ritmik görüntülerden oluşturulmuş görsel bir senfoni”ydi. Bu görsel senfoniyi oluşturabilecek ya da başka bir anlamda, kendi dramatik yapısını kurgulayabilecek spesifik bir araca sahipti; buna kamera diyebiliriz belki ama ben genel anlamda “teknik gelişim” demeyi tercih edeceğim; çünkü sinema, bu teknik gelişimin üzerine oturarak ilerleyen bir sanat formu olarak varlığını sürdürmekte. Bu teknik dönüşümün, onun estetik morfolojisini de belirlediğini düşünüyorum.
Sinemanın kurgu, kamera vb. gibi özgü yapısı, diğer sanatların kendine özgü yapısını içinde eritip, onu aşan ve kendi dramaturgisini oluşturmasına olanak tanıyan bir yapıya sahiptir. Bu da bize, bir film estetiğinin ayırt edici yapısını göstermekle birlikte, aynı zamanda bir film eleştirisi çerçevesinin ne olacağının da belirlenmesini sağlayacaktır.