20 Eylül 2024 04:16

Yakın dönem Türkiye sinemasındaki bağımsız sınıf anlatıları

Günümüz dünyasında her şey giderek politik ve sınıfsal bir hal alırken, anlatılar sanatçıların toplumsal gerçekleri ifşa etme sorumluluğunun bir yansımasıdır.

Sarmaşık filminden bir sahne

Paylaş

Güney BİRTEK

Yakın dönem Türkiye sinemasındaki bağımsız filmler, toplumsal sınıf anlatılarının derinliklerinde gezinen bir evren yaratır. Ekonomik sıkıntılar, toplumsal hiyerarşiler ve sınıfsal çatışmalar, bu filmlerin merkezinde durur. Sinemanın büyülü dili, bireylerin ve ailelerin ekonomik darboğazlarda sıkışmış hayatlarını ince bir melankoliyle anlatır. Öyle ki, bu filmler karanlık tonlarda ilerlerken, sınıfsal eşitsizliklerin bireyler üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne serer. Karakterler, sistemin onları nasıl dışladığını anladıkça, seyirci de bu adaletsizliğin derinlemesine işlenmiş katmanlarını görmeye başlar. Günümüz dünyasında her şey giderek politik ve sınıfsal bir hal alırken, bu anlatılar sanatçıların toplumsal gerçekleri ifşa etme sorumluluğunun bir yansımasıdır. Bu filmler, ülkenin işçi-emekçi sınıfına “İzlediğin film, aslında senin kendi hikayendir” hatırlatması yaparak toplumsal sefaletimizin sessiz kalmış gerçeklerini haykırmaya çalışır…

BABAMIN KANATLARI

Kıvanç Sezer’in “Babamın Kanatları” (2016) filmiyle başlayalım. İnşaat işçilerini merkeze alan bu yapım, insan onurunu zedeleyen çalışma koşullarını ele alırken, kapitalizmin çarkları arasında ezilen hayatları gözler önüne serer. Film, bireyin yaşam mücadelesi ile sistemin talepleri arasında sıkışmış varoluşu realist bir dille işler. Görsel anlatımı kadar duygusal etkisi de izleyicide derin izler bırakan film; emek ve yaşamın kırılgan dengesini sorgularken, Türkiye’deki hızlı kentleşme sürecini de masaya yatırır.

ÇOĞUNLUK

Seren Yüce’nin “Çoğunluk” (2010) filmi de bu temalara eğilir; sınıf farklarının birey ve toplum üzerindeki etkisini sorgular. Kent yaşamına adapte olamayan göçmenler, kentli sınıflar tarafından ötekileştirilir. Bu hikayeler, şehir hayatının ve sınıf çatışmalarının girdabında kaybolanların trajedisini işaret eder.

ABLUKA

Emin Alper’in “Abluka” (2015) filmi ise, alt sınıfın büyük şehirdeki varoluş mücadelesine daha derin bir odaklanma getirir. Şehir hayatının karmaşası içinde sıkışıp kalan bireyler, daralan yaşam alanlarında hayatta kalmaya çalışırken, üzerlerindeki baskı da giderek artar. Film, Türkiye'deki işçi sınıfının bunalımını işlerken yalnızca ekonomik baskılara değil, aynı zamanda psikolojik ve toplumsal travmalara da odaklanır. İşçi sınıfı, sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir abluka içindedir. Bu abluka hem bireylerin iç dünyalarında hem de toplumsal yapıda hissedilir. Çaresizlik ve sürekli gözetlenme hali, karakterlerin hayatlarına sirayet eder. Seyirciyi de bu bunaltıcı atmosferin içine çekmeyi başararak modern dünyanın kaosunda boğulan işçi sınıfının trajedisini sert ve gerçekçi bir şekilde izleyiciye sunar.

SARMAŞIK

Öte yandan, Tolga Karaçelik’in “Sarmaşık” (2015) filminde sınıfsal hiyerarşiler kapalı bir ortamda yeniden üretilir. Bir yük gemisinde geçen bu filmde, işçi sınıfı ve üst sınıf arasındaki gerilimler, adeta toplumun bir mikro-kozmosu olarak işlenir. Bu kapalı dünyada, sınıfsal farklar denizde bile ne kadar derin olduğunu gösterir.

TOZ BEZİ

Kadın karakterlerin sınıfsal pozisyonları ve bu pozisyonların getirdiği toplumsal baskılar da yakın dönem Türkiye sinemasında önemli bir yer tutar. Bu filmler, kadınların toplumdaki yerini sorgularken sınıf farklarını da gözler önüne serer.

Ahu Öztürk’ün Toz Bezi (2015) filmi, temizlikçilik yapan iki kadının hayatını merkeze alarak onların sınıfsal ve cinsiyetçi baskılar altında nasıl ayakta kalmaya çalıştıklarını ve bir nebze nefes alabilmek için nelerle, nasıl mücadele ettiklerini gösterir. Toplumun en alt basamaklarına sıkışmış bu kadınlar, yalnızca ekonomik mücadelelerle değil; aynı zamanda kadın olmanın getirdiği ekstra yüklerle de baş etmek zorunda kalırlar. Film, kadınların toplumdaki yerini sınıfsal bir perspektiften derinlemesine irdeleyerek, onların çoğu zaman görünmeyen ama bir o kadar da ağır emeğini, fedakarlıklarını ve sessiz direnişlerini izleyiciye sunar. Bu anlatım, bireysel bir hayatta kalma öyküsünü aşarak toplumsal bir başkaldırının sessiz ama güçlü kadın portresini çizer.

Türkiye sinemasında sınıfsal çatışmaları konu alan bu filmler, sadece toplumsal sorunlara ışık tutmaz, aynı zamanda çözüm yolları arayan yapıtlar olarak da karşımıza çıkar. Ekranda gördüğümüz ekonomik eşitsizlikler ve toplumsal hiyerarşiler, yalnızca birer gözlem değil; çözülmesi gereken derin sorunlar. Peki, bu sorunlarla nasıl başa çıkabiliriz? Bana kalırsa, asıl çözüm dayanışmada. Toplumsal birlik ve bireysel farkındalıkla bu uçurumları kapatabilecek kolektif yaşam biçimi her şeyin üstesinden gelebilir. Sinema da işte tam burada devreye giriyor. İzleyiciye sadece bir hikaye sunmak yerine, düşündürmeyi ve sorgulatmayı hedefler. İşçi hareketlerinin önemini, emekçilerin haklarını savunmanın gerekliliğini ya da eğitimdeki sınıf farklarını aşmanın yollarını bu filmlerin alt metinlerinde bulabiliriz. Kadın karakterler aracılığıyla verilen mesajlar da oldukça güçlü; erkek egemen toplumda var olma mücadelesi veren kadınlar, cinsiyet eşitliğine doğru atılacak adımları işaret ediyor. Bu filmler bize sadece izlemeyi değil, aynı zamanda düşünmeyi ve değişim için mücadele etmeyi de öğretir. Sinema bu doğrultuda salt bir eğlence aracı olmaktan çıkıp, insanları eyleme geçirecek bir uyanışın sembolü haline dönüşebilir.

ÖNCEKİ HABER

‘Madımak analarının anası’ Sultan Karababa son yolculuğuna uğurlandı

SONRAKİ HABER

Siz, Bangladeşleştiremediklerimizden misiniz?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa