Gidecek yer neresi?
1970’lerden beri direnişle üretmenin yollarını bulan Filistin sineması, son bir yılda hem güncel örnekleri hem de mihenk taşı filmleriyle özgür seçkiler yapabilen festivallerin merkezindeydi.
They Don't Exist filminden bir sahne
Nil KURAL
“Filistinli sinemacıların ve Filistin’i destekleyenlerin ifade özgürlüğünü savunun.”
Son bir yılda gerçekleşen festivalleri Filistin Film Enstitüsünün Soykırım Zamanı için Protokolü’nün uygulanması hiç de zor olmayan yukarıdaki ilk maddesinin testine tabi tutalım. Ateşkes diyememekle başlayıp devlet kriziyle sonlanan Berlin Film Festivali (Berlinale) ve “Nehirden denize özgür Filistin” sloganı nedeniyle adeta sinir krizi geçiren Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali (IDFA) politik festivaller olarak duruşlarına büyük bir darbe aldılar.
Diğer yanda, daha küçük ve yapısı gereği daha özgür kararlar verebilen Kosova’daki DokuFest Belgesel ve Kısa Film Festivali veya Londra’da düzenlenen Open City Belgesel Festivali gibi örnekler ise işgal ve katliam karşısında Filistin konusunu bir an olsun unutturmayan ve kültür insanlarının nasıl tavır alabileceğine dair ders niteliğinde programlara imza attılar. Open City’nin sadece filmlerle değil, Filistin Ses Arşivi adlı tüm festivale yayılan bir ses kuşağıyla konuyu gündemde tutma müdahalesinin altını da çizmek gerekir.
Dünyada birçok festivalin programında yer verdiği “Gidecek Yer Yok / No Other Land” yılın Filistin konusuna eğilen simge filmi haline geldi. Berlinale’de En İyi Belgesel Ödülü almasının ardından festival yolculuğuna devam eden belgesel, Batı Şeria’da İsrail’in sistematik işgaline uğrayan Masafer Yatta bölgesinin insanlarının hikayesi. İsrailli ve Filistinli aktivistlerin ortak çabalarıyla ortaya çıkan belgesel, yaşananların arka planında on yıllardır süren şiddet ve işgal konusunda sert bir tablo sunuyor. Basel Adra, Hamdan Ballal, Yuval Abraham ve Rachel Szor’dan oluşan yönetmen ekibinin beş yıllık çalışmasının sonucu, hem İsrail ve Filistinlilerin barış ve uzlaşma için birlikte hareket ettikleri bir film olması hem de yaşananları cesurca göstermesi açısından bu dönemi temsil etmesi şaşırtıcı olmayan bir belgesel. Ortak çalışan kolektiflerin ve belgesel formatının imkansız gözüken şartlarda belgeleme esnekliğini gösterebilmesi açısından da değerli. Film, bir bakıma Filistin sinemasının geleceğinin nasıl yöntemlerle ilerleyebileceğini de ortaya koyuyor.
Bu yıl Visions du Réel festivalinde gösterildikten sonra festival yolculuğuna devam eden ve programlarda sıklıkla karşımıza çıkan “A Fidai Film” Yönetmeni Kamal Aljafari’nin İsrail’in işgaline ait kayıtları ve İsrail’den görüntüleri bozması üzerinden ilerleyen, sabotaj amacı da taşıyan bir arşiv belgeseli. “A Fidai Film”, hem yapısı hem de izleyicisine geçirdiği hisle tam anlamıyla bir direniş filmi. Aljafari’nin teori ve uygulama arasında güçlü bir temelden yükselen filmi de üretim olanakları imkansıza yakın bir ülkenin sinemacılarının yaratıma devam etmek için çözümler bulabildiğinin kanıtı.
Hem DokuFest hem de Open City, güncel sinemayla yetinmeyip Filistin sinema tarihinden öne çıkan filmlere de programlarında yer verdiler. Programlarda ortaklaşan filmlerden “They Do Not Exist” (Mustafa Abu Ali, 1974), Filistin sinemasının kurucu yapımlarından. Güney Lübnan’daki mülteci kamplarında geçen ve Filistinlilerin zorlu hayatta kalma koşullarını gösteren belgesel, konusuyla ironik bir şekilde bağlı bir gösterim hikayesine sahip: 1982’de Beyrut’ta yıkıntılar arasında bulunduktan sonra Kudüs’e kaçırılan film, yakın zamanda restore edildi ve ilk kez 2003 yılında Filistin’de gösterilebildi.
Bu kadar ağır bir yıkım ve baskının altında varoluş mücadelesi veren Filistin sinemasının geleceği sadece geçtiğimiz yıl boyunca tartışılmadı; on yıllardır tartışılıyor. “They Do Not Exist”in Yönetmeni Ali, 20 yıl aradan sonra filmini yeniden izlediğinde “Eskiden ‘Mücadele için sanat’ derdik şimdi ise ‘Sanat için mücadele’ deme zamanı” demişti. Ali’nin sözleri arşivden, gerilla usulü çekimlere üretmek için yollar bulan güncel Filistin sinemasının birçok sanatçısı için geçerli gözüküyor. Aljafari’nin “Memleketi olmayan bir insan için yazmak memlekettir. Bir Filistinli için sinema memlekettir” sözü de düşünüldüğünde mücadelenin ekseni kendini gösteriyor.