23 Eylül 2024 18:29

Filistin ve İran’da savaş ve sinema ilişkisi

Rıza OYLUM

“Kimse yerinden kımıldayamazken bu sınırlar neden var?​” Nikos Panayotopoulos’un 2008 Yunanistan yapımı ‘Atina-İstanbul’ filminin unutamadığım repliğiydi. Teoride açık, pratikte bürokratik olan batı sınırımızda durum böyleyken kapalı olan doğu sınırında geçen Derya Durmaz’ın yönettiği Ermenistan-Türkiye sınırını bir çocuğun gözünden anlatan “Ziazan” adlı kısa filmi içinse yönetmen “Sınırların olmadığı bir dünyaya inananlar için” diyordu. 2018’de küratörlüğünü yaptığım, İran’da Türklerin yaşadıkları yerlerde ana dilde çekilen kısa filmlerin yönetmenlerini sınırları aşıp Malatya Film Festivali’ne getirdiğimiz festival bölümü içinse “Sınırlar Beyhudedir” demiştik. Ortadoğu coğrafyası, olanca millet ve kültür zenginliğinin iç içe geçtiği bir coğrafya olsa da; tel örgüler, mayınlı alanlar, kontrol noktalarıyla kendini var eden sınırlar arasında bir yaşam mücadelesidir. Belki de bu yüzden sanat adeta bir feryat gibi sınırsızlığı savunmakla mükelleftir. Ne yazık ki bu kültürel zenginlik sürekli kendini çatışmalarla, savaşlarla var ediyor. Savaşın yıkıcı atmosferinde var olmaya çalışan sinemanın Filistin ve İran’daki izini süreceğiz bu yazıda.

SAVAŞA VE İŞGALE DİRENEN FİLİSTİN SİNEMASI

Filistin sinemasının vücut bulması tam da savaş ve işgal kavramlarına karşı oluşan bir direnişle olmuştu. Bir manifestoyla ortaya çıkan Filistin sineması İsrail’e karşı verilen mücadelenin görsel bir koluydu. Mustafa Abu Ali’nin çabalarıyla ortaya çıkan bu ulusal sinema FKÖ’ye bağlı olarak faaliyet gösteren ve “Devrimi belgelemek ve tarihi belgelerin görüntülerinden oluşan bir arşiv oluşturmak” önermesinin sonucuydu. 1980’lerde ise savaş atmosferinin gölgesinde Michel Khleiff’in 1987’deki “Wedding in Galilee” Filistin sinemasının çıkışını müjdeledi. 2000 sonrasında savaş ve barış kavramları iş içe geçmiş haldeyken bu kaotik atmosferin insan hikayelerini Elia Süleyman’ın Divine Intervention (Yadon İlaheyya - Kutsal Direniş) ve Hany Abu-Assad’ın Paradise Now filmlerinde gördük. Mai Masri’nin ilk uzun metrajlı filmi 3000 Gece (2015), Najwa Najjar’ın ilk uzun metrajlı filmi 2008 yapımı Pomegranates and Myrrh gibi yapımlar savaşın ve işgalin gölgesinde insan hikayeleri sunan yapımlardı. Annemarie Jacir’nin çektiği 2017 yapımı “Wajib” (Düğün Davetiyesi) de en çok ödül alan Filistin filmlerinden biri olarak savaş atmosferinde gündelik yaşama dair önemli bir örnek oluşturuyor. Kızının düğün davetiyesini yurt dışından gelen oğluyla tanıdıklarına dağıtan baba ile oğulun ilişkileri üzerinden Filistin’in yaşadığı dönüşümleri resmeden film, oldukça başarılı bir çalışmaydı. Ameen Nayfeh’in ilk uzun metraj filmi 2020 yapımı 200 Metre o yıl Ürdün için Oscar yarışına katılmıştı. Venedik Film Festivali’nde ilk gösterimini yapan Filistin-Ürdün ortak yapımı olan filmde, Mustafa, Batı Şeria Duvarı’nın ayırdığı, kendi Filistin tarafında, eşi ve ailesinden yalnızca 200 metre ötede yaşayan bir inşaat işçisidir. Oğlunun yaralandığını öğrendiği gün sınırdan geçişine izin verilmez. Bunun üzerine bir kaçakçının yardımıyla 200 metrelik bir yolu katetmek için 200 kilometrelik tehlikeli bir yolculuğa çıkmak zorunda kalır. Son yılların filmlerinde ortak noktanın işgal ve baskı altında olan Filistinlilerin günlük yaşam rutinlerini ne denli etkiledikleri üstünde durulduğunu söyleyebiliriz.

İRAN’IN KUTSAL SAVUNMA SİNEMASI

İran-Irak Savaşı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde en uzun süren ve en çok insanın öldüğü savaşların başında geliyor. Ortadoğu’nun adeta kaderiymişçesine sürekli birbiri ardına başlatılan komşu milletlerin birbirleriyle sürdürdükleri çatışma ortamına uzun ve amaçsız bir halka ekleyen İran-Irak Savaşı, Irak’ın Lideri Saddam Hüseyin’in şah dönemi yapılan iki ülke arasındaki anlaşmayı yırtıp İran kentlerini bombalamasıyla başlamıştı. 8 yıl süren ve ilerleme katedilmeyen bu kanlı süreç, yaklaşık 1 milyon insanın ölüp 2 milyon civarında insanın yaralanmasından sonra 1988’de sona ermişti. Savaş döneminde İran toplumu çok büyük fedakarlıklar göstermişti. Binlerce asker ve gönüllü hayatını kaybetmiş, yüz binlerce insan-özellikle sınır bölgelerdeki köylüler- yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmıştı.

Bu savaşın İran sineması ve edebiyatı için özel bir yeri var. ‘Kutsal Savunma’ olarak adlandırılan bu alanda İran sinemasının bir kolu olarak çok sayıda üretim yapılıyor. Kutsal Savunma Sineması, İran sinemasının yurt dışı festivallerinde karşımıza çıkan örneklerine benzemiyor. Abbas Kiyarüstemi’nin kırsaldaki sadeliği yansıttığı, Mecid Mecidi’nin çocuk masumiyeti üzerinden manevi duyguları öne çıkardığı ya da Asghar Ferhadi’nin orta sınıfın vicdan muhasebelerine odaklanan yapımlarından farklı bir sinema anlayışı bu filmlerde karşımıza çıkar.

Cemşid Haydari’nin 1981 yapımı “Sınır” filmi Kutsal Savunma Sineması’nın ilk örneği kabul ediliyor. Kutsal Savunma Sineması türünde çok sayıda film çeken Rasul Mollagholipour’un 1983’te çektiği “Ninova” ilk dönem ürünlerinden biridir. Yönetmenin 1987’de çektiği “Gece Uçuşu” Fecir Film Festivali’nde İyi Film Ödülü aldı. Filmde bir grup askerin düşman hattında tankları imha edip Irak’ın kimyasal silah depolarını canları pahasına yok etmeleri anlatılır. Bu akım, Hasan Karbahş’ın 1984’te çektiği “Aşıklar Diyarı” filmiyle kısmen çıtasını yükseltir. Savaşın varlığını devam ettirdiği 1988 yılına kadarki filmlerin hemen hepsi savaşın aksiyon boyutunu ele alan yapımlardı. Basit senaryolarla çekilen bu filmler bol şiddet sahneleriyle bir nevi yerli malı Hollywood filmleriydiler. İranlıların video kasetlerden izledikleri şiddet filmlerinin yerini doldurmaya çalışan bu filmler, özellikle doksan sonrasında savaştan dönenlerin anılarıyla birlikte zenginleşip çeşitlendi. Kutsal Savunma Sineması’nın en önemli yönetmeni İbrahim Hatemikiya’dır. İlk filmi 1986 yapımı “Hüvviyet”le birlikte çok sayıda belgesel, kısa film ve uzun metrajla bu türün en önemli örneklerini ortaya çıkardı. “Hüvviyet” filminde tesadüfen bir savaş gazisinin kimliğiyle kendi kimliği karışan bir adamın bundan ötürü gördüğü itibar sonrası yaşadığı vicdan muhasebesine odaklanılır.

Savaştan günümüze kadar 250’den fazla filmin üretildiği bu alan, İran’ın festivallerde gördüğümüz filmlerine benzemeyen iç piyasada karşılık bulan bir sinema anlayışı. Kahramanlık miti, savaşın aksiyonu, direniş kültü, Şii kültürünün savaşa etkileri bu sinema anlayışında geniş bir alanı doldurur. Ayrıca savaşa giden askerlerin uzun yıllar esir kaldıktan sonra döndüklerinde yaşadıkları psikolojik sorunlar gibi savaşın insani yönleri de bu sinemada kendine yer bulur.

Evrensel'i Takip Et