Doç. Dr. Fatih Yaşlı: NATO’yla hamasetten öteye gidilmez
Doç. Dr. Fatih Yaşlı, Erdoğan yönetiminin New York’ta finans çevreleriyle temasları ve NATO’cu çizgiye tam bağlılık konusunda ikna turlarını değerlendirdi.
Fatih Yaşlı | Fotoğraf: Cebrail Arslan
Birkan BULUT
Ankara
Erdoğan yönetimi, Birleşmiş Milletler (BM) 79. Genel Kurulu için gittiği New York’ta, finans çevrelerini kemer sıkma politikalarını ve ABD yönetimini ise NATO’cu çizgiye tam bağlılık konusunda ikna turlarını sürdürüyor. İsrail bölgeyi savaşa sürüklemesini seyreden BM’nin buluşmalarındaki söylemleri değerlendiren Doç. Dr. Fatih Yaşlı, bu kadar ABD’ye bağımlı durumdaki bir iktidarın hamasetten öteye gidemeyeceğini dile getirdi.
İktidar Birleşmiş Milletler 79. Genel Kurulunda İsrail karşıtı hamasi söylemlerini sürdürürken, asıl olarak Türkiye’nin bağımlı ilişkilerini derinleştirme çabalarını da sürdürüyor. Sermaye ve finans çevreleriyle buluşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, birinci ağızdan Şimşek’in yönettiği kemer sıkma politikalarına tam destek verdiğini anlatarak yabancı yatırımlar için Türkiye’yi pazarlamaya çalıştı. Erdoğan’ın ikinci hedefi ise ABD ile ilişkileri geliştirmek için birçok şeyi yapmalarına rağmen bitmeyen savunma sanayi yaptırımlarıydı. Ancak S-400’ler hala anlaşmazlığın merkezinde ve gözler 5 Kasım’daki ABD seçimlerinde.
"EMPERYALİST HİYERARŞİYİ DEĞİŞTİREMEYECEĞİNİ GÖRDÜ"
Peki Erdoğan yönetimi ve ABD’nin birbirlerinden beklentileri nelerdir? Gelişmeleri gazetemize değerlendiren Doç Dr. Fatih Yaşlı, AKP’nin bir dönem emperyalizmin krizinden de kaynaklı bir şekilde ve elbette onu doğrudan karşısına almadan Türkiye’nin emperyalist hiyerarşi ve güç ilişkileri içerisindeki yerini değiştirmeye çalıştığını anlattı: “Örneğin bizim yeni-Osmanlıcılık dediğimiz ve Arap Baharı sonrası ortaya çıkan İhvan rejimlerine hamilik iddiası üzerine kurulu dış politika bu adımlardan biriydi. Sonrasında Rusya’dan alınan S-400 füzeleri ve yaşanan kısmi yakınlaşma, Akdeniz’de sondaj çalışmalarına girişilmesi, ‘Mavi Vatan’ söylemi, Libya iç savaşına müdahil olunması, Yunanistan’a karşı yürütülen “bir gece ansızın gelebiliriz” siyaseti de bu sürecin bir parçasıydı. Ancak bunların hepsi nihayetinde hakikatin duvarına çarpıp darmaduman oldu. Bugün gelinen noktada Rabia unutuldu ve ‘Darbeci Sisi’ geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye ziyarete geldi, ‘Mavi Vatan’ söylemi geri çekildi ve sondaj çalışmaları durduruldu, Libya’daki etkin rol terk edildi, Yunanistan ile yeni bir yakınlaşma sürecine girildi ve S-400’ler ise kutusundan dahi çıkartılamadı. Tüm bunlara İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerinin onaylanması, ABD ile F-16 savaş uçağı anlaşması ve Karadeniz’in ABD ve NATO’ya açılmasına dair birtakım planlar eşlik etti. Yani AKP, Türkiye’nin emperyalist hiyerarşi içerisindeki yerini öyle kolay kolay değiştiremeyeceğini gördü ve fabrika ayarlarına döndü.”
BAĞIMLILIK DIŞ POLİTİKAYI HAYALE DÖNÜŞTÜRÜYOR
Bunun sebebinin Türkiye kapitalizmi olduğunu söyleyen Yaşlı, Türkiye’de kapitalizmin ithalat ve ihracatıyla, bankacılık ve finans sistemiyle, borçlanma mekanizmalarıyla, yani bütünüyle batıya bağımlı bir karakter taşıdığını, küresel kapitalizmin tedarik zincirlerinin bir parçası olarak iş gördüğünü vurguladı. Üstelik Türkiye kapitalizminin ihraç ettiğinden daha fazlasını ithal ettiğini, sürekli döviz kaynaklı krizler yaşadığını ve dış kaynak bulamadığında bu krizleri atlatamadığını dile getiren Yaşlı, “Bulduğunda ise bunu ancak sıcak para olarak bulabiliyor, yani halkın yarattığı zenginlik düzenli olarak uluslararası finans kapitale aktarılıyor. Hal böyleyken, yani Türkiye bağımlı bir ülkeyken, öznel iradeyle alınan kararların hayata geçirilmesi imkânsız hale geliyor, Türkiye kapitalizmin bağımlılığı, iktidarın dış politikasının hayal olmaktan öteye gidememesini beraberinde getiriyor, zaman zaman kimi kırmızı çizgiler zorlansa da nihayetinde başlanan yere geri dönülüyor” dedi.
Erdoğan’ın maceracı dış politikadan ve “Nas” üzerine kurulu akıl dışı ekonomi yönetiminden beklediğini alamayınca, şimdi mecburen “rasyonel” olarak adlandırılan politikalara dönmeye çalıştığını söyleyen Yaşlı, “Bu ise Atlantik/NATO eksenine daha sıkı bir şekilde eklemlenmek ve Şimşek programına koşulsuz destek vermek anlamına geliyor. ABD de bunun farkında olsa gerek ki; örneğin kulis bilgisi olarak aktarıldığı üzere S-400’lerin İncirlik’te tutulmasını F-35 programına dönüş için bir ön şart olarak koşuyor. Öte yandan ABD seçimlerinden Kamala Harris’in başkan olarak çıkması durumunda Harris’in Biden’ın Erdoğan’a yönelik mesafeli tutumunu değiştirmeyeceğini söylemek mümkün” dedi.
KEMER SIKMAYI BEĞENİYORLAR AMA YETERLİ GÖRMÜYORLAR
Şimşek programına batının bakışını da değerlendiren Yaşlı, “Elbette ki IMF’siz IMF programı diyebileceğimiz bu kemer sıkma politikaları batı finans çevrelerinin takdirini kazanmış durumda; ancak bu takdir Türkiye’ye beklenen ölçüde bir sıcak para ya da reel yatırım girişini beraberinde getirmiyor. Küresel finans kuruluşları Türkiye’nin notlarını artırmaya devam etseler de bu notlar hala beklenen sermaye girişi için yeterli değil. Oysa bu programın işleyebilmesi ve kendi hedefleri doğrultusunda başarıya ulaşabilmesinin yolu, bugünkünden kat be kat fazla yabancı sermaye girişinden geçiyor” dedi.
ABD’NİN YANINDA, İSRAİL KARŞISINDA OLMAK MÜMKÜN MÜ?
İktidarın daha fazla ABD çizgisine çekildiği koşullarda İsrail’e karşı söylemler ne kadar gerçekçi olduğu da 7 Ekim’den bu yana tartışma konusu. Son yerel seçim sonuçlarında da bu konudaki tepkilerin yansıması uzun süre konuşuldu. Yaşlı şöyle diyor: “Tüm bu anlattıklarım aslında Türkiye İslamcılığının ve Erdoğan iktidarının Filistin’e dair söylemlerinin hamasetten öteye gidemeyeceğini de gösteriyor. Aylar boyunca İsrail’le ticareti durdurmayan iktidar bugün de Azerbaycan petrolünün İsrail’e akışını kesecek bir müdahalede bulunmuyor, ticaret ise anlaşılan o ki eski seviyesinde olmasa da farklı mekanizmalarla devam ediyor. Öte yandan bugünlerde Lübnan’a saldırarak bölgesel bir savaşın taşlarını döşeyen İsrail’in arkasındaki en büyük gücün ABD olduğunu ve NATO’nun da aslında ABD demek olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla ortadaki riyakârlığa dikkat çekmek şart ama bunu da aşacak bir şekilde hem emperyalizmin dünyayı adım adım bir felakete sürüklediğini hem de Türkiye yönetici sınıfının bunun bir parçası olmaya dair arzu ve iştahını görüp, buna karşı antiemperyalist bir siyaseti var etmek gerekiyor.”