"Kriminal olayların dramatize edilmesinin sonucunda şiddet kanıksanıyor"
Narin'in öldürülmesiyle beraber medyadaki "sansasyon" haberleri ve ırkçılığın zirve yapmasını DEM Parti Milletvekili Doç. Dr. Sevilay Çelenk'le konuştuk.
Fotoğraf: Mehmet Murat YIldırım/Evrensel
Gözde TÜZER
8 yaşındaki Narin’in öldürülmesi tüm Türkiye’de yankı uyandırdı ancak medya neredeyse sınıfta kaldı. Haberler “arkası yarın” gibi yapıldı, gerçekler değil sansasyonlar aktarıldı. Tüm bu süreçte ırkçılık bir kez daha televizyon kanallarında kendini gösterdi. Gazetemize konuşan DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Doç. Dr. Sevilay Çelenk “Şiddet gündeliğin ayrılmaz bir parçası gibi yaşanıyor ve kanıksanıyor. Kriminal olayların aşırı dramatize edilmesinin kaçınılmaz sonuçlarıdır bunlar” ifadelerini kullandı.
HABER ETİĞİ: MEDYADAKİ 22 YILLIK TAHRİBAT
Narin’in kaybedilmesi ve sonrasında öldürülmesi olayında medya “sansasyon” yaratmak adına elinden geleni yaptı sanki. Ne dersiniz?
İktidara yakın medyanın öncelikle AKP MHP iktidarını sorgulamaya imkan veren bütün açıkları kapatma derdinde olması ve temel refleksinin bu olması orada bu türden kasıtlı ya da bilinçli bir magazin dilini de beraberinde getiriyor. Fakat bu sansasyonel ve “tıklanmaya” odaklı habercilik sadece iktidar medyasının zaafı değil. Yirmi iki yıllık AKP iktidarları döneminde medya alanında yaşanan ağır tahribat en fazla haber etiğine ve uygun veya sorumlu habercilik pratiklerine zarar verdi. Ticari yayıncılığın ilk on ya da on beş yılında kuralsız bir ortamda başlayan habercilik, dünyanın prestijli medya kuruluşları ve ajanslarını ya da gazetecilik meslek kodlarını ve etik ilkelerini takip etme derdindeki liyakat sahibi gazetecilerin ve medya çalışanlarının gayretiyle belirli bir gelişme yönüne girmişti.
Fakat AKP, bu gazetecilik ve habercilik pratiklerini geliştirmeye dönük pratiklere de bu çaba etrafında güçlü bir varlık gösteren kurumlara da gerek medya gerek üniversite bünyesinde olsun deyim yerindeyse “iş makineleriyle” daldı. Yerle bir etti. İşte elimizde kalan da bu...
GÖRÜNMEZ HALE GELEN FIRÇA DARBELERİ
‘Başka türlü habercilik’ yapanlar var mıydı peki?
Bir köyün enkazında küçücük bir kız çocuğunun bedenini 19 gün boyunca ne işinde uzman ekipler ne sorumlu haberciler aramadı aslında. Vicdan sahibi herkes eli yüreğinde Narin’den haber beklerken, Tavşantepe köyüne adeta “iş makineleri” daldı. Narin’den kalan, bu korkunç cinayeti açığa çıkarabilecek ne varsa hepsini talan ederek, yok ederek çalışıldı. Elbette iş makinesini bir mecaz olarak kullanıyorum ama gazetecilik de işte bu kadar özensizce sürdürüldü.
Her zaman “başka türlü bir habercilik” yapma derdinde olan mecralar ve isimler vardır. Onlar yine elinden geldiğince Narin’in, kayıp bir çocuğun üstün yararını gözetmeye gayret ettiler. Fakat genel resim içinde görünmez hale gelen fırça darbeleri gibiydi bu çaba...
"HAKİKATİN ORTAYA ÇIKMASI GECİKİYOR"
Bir de yine her konuda yorum yapan ve “uzman” olan “gazeteciler” bu kez kriminolog oldular, cinayeti çözmeye çalıştılar. Gazetecilerin “her konunun uzmanı” olması ne kadar doğru ve yeterli?
Etik olarak son derece sorunlu bir yaklaşım. Hem bu faaliyet zaten gazetecilik faaliyetinin kapsamı içinde değil hem yanlış bilgilendirmelere yol açarak hakikatin üstünü örten perdeyi de kalınlaştırıyor. Kriminal vakalarda uzman görüşü oluşturmak ve yaymak gazetecinin görevi değil.
Olayın adli boyutu henüz aydınlatılmamışken, henüz doğrulanmamış bilgiler üzerinden yapılan spekülasyonlar da hakikatin ortaya çıkarılmasında geciktirici bir etki yaratıyor ve aslında şu anda kimsenin umurundaymış gibi görünmese de şiddet olaylarının böyle bir televizyon dizisindeki gibi “seriyal” bir karaktere dönüşmesi, bu olayların “gerçek” olduğu, acı verdiği, hayatları sona erdirdiği bilgisini de geri plana itiyor.
Şiddet gündeliğin ayrılmaz bir parçası gibi yaşanıyor ve kanıksanıyor. Kriminal olayların aşırı dramatize edilmesinin kaçınılmaz sonuçlarıdır bunlar.
"GÜVENİMİZ ÇOK UZUN ZAMAN ÖNCE YOK EDİLMİŞ"
Bu noktada getirilen yayın yasağı da çok konuşuldu, üzerine fazlasıyla teori kuruldu. Habercilikte bu durum nasıl açıklanabilir?
Bu tür bütün toplumda infial yaratacak ölçekteki olaylarda, bir çocuğun ortadan kaybolması ve sonra da cansız bedeninin bulunduğu kritik konularda, yayın yasağının suç ortaklığı yapmış ve “zanlı” olarak gözaltına alınmış ya da tutuklu kişilerin birbirinin ifadelerinden yararlanarak ortak kurgu geliştirmelerini engellemek gibi birçok yararı olabilir.
Ancak Narin olayında bunca zaman sonra bugün hâlâ çocuğun korkunç biçimde katledildiği bilgisi dışında, Narin’e ne olduğu konusunda bir bilgi elimizde yokken yayın yasaklarını da bu tür bir özen ve yarar gözetme olarak görmemiz kolay olmuyor. Birilerinin korunduğuna dair hissiyatımız güçleniyor. İfade özgürlüğünün bu kadar baskılandığı ve eleştirel her tür politik pozisyonun kriminalize edildiği bir Türkiye’de yayın yasağını da kişi ya da toplum yararı çerçevesinde bir yasak olarak değerlendirmek kolay olmuyor.
Çünkü bu yöndeki güvenimiz çok uzun zamandır, çok sistematik biçimde tahrip edilmiş, örselenmiş, kısacası yok edilmiş. Yayın yasağının olsa olsa yine devletle, siyasi iktidarla ilişkileri güçlü birilerini mağdur aleyhine, toplum ya da kişi yararı aleyhine korumakla ilişkili olduğunu düşünüyoruz. Kötü niyetimizden değil, çeyrek yüzyıldır görüp durduğumuz bu olduğundan...
"BU KARANLIK BİZE ÇOK ŞEY SÖYLÜYOR"
Bahsettiğiniz ibi “Kayıp bir çocuğun üstün yararı”nı değerlendirmeye çalışan gazeteciler bir yandan da devletin ve iktidarın sorumluluğuna ya da bölgedeki AKP, HÜDA PAR, aşiret ilişkilerine değindi. Ancak “sansasyon” baskın geldi. Siz Diyarbakır milletvekilisiniz. Bölgedeki bu duruma dair aktarabilecekleriniz var mıdır?
Şimdi Narin olayı bir ayı aşkın zaman geçmesine rağmen hâlâ karanlıkta. Bu “karanlık” bile bize çok şey söylüyor. Biz bu karanlığı Kürt coğrafyasındaki zorla kaybettirmelerden, faili meçhullerden, toplu mezarlardan biliyoruz. Dolayısıyla karanlıkta kalan bir olayın ilk elden bu yapılarla ilişkili olarak düşünülmesinden doğal bir şey de yok.
En az son kırk yılını böyle geçirmiş bir toplum, bir coğrafya. Bu tekil olay aydınlatıldığında-ki buna dönük umudumuz da maalesef çok zedelenmiş durumda- belki de olayın bu tür yapılarla ilişkisi olmayan bütünüyle “adli” bir vaka olduğunu göreceğiz. Yine de bu durum bile Narin cinayetinin politik karakterini örtmeyecek ve bu cinayetin söz konusu karanlıkla rabıtasını kapatarak bunu münferit bir olay yapamayacak. Her şeyden evvel kadınların ve çocukların hayatını önemsizleştiren, eril, milliyetçi ve dinci istismar siyasetinin bir evin dört duvar arasında yaşanan her suçta payı olduğunu, bunların her birine politik bir karakter verdiğini biliyoruz.
Bir çocuk evinin elli metre ötesinde yer yarılmış da içine girmiş gibi kaybedilemez. Demokratik ve adil bir hukuk devletinde, 19 gün boyunca bu çocuğa ne olduğunun bulunamaması diye bir şey söz konusu da olamaz.
Oysa Narin vakasında, bu tür bir komploya yüz vermiyor bile olsak, en iyi ihtimalle, müthiş bir kamuoyu baskısı oluşuncaya dek küçücük bir kız çocuğunun “Yeterince ciddiyetle ele alınmayan kaybı” gibi bir hakikatle günlerce baş başa kaldığımızı söylemek durumundayız. Bu çok açık. Bütün Türkiye “Narin, Narin” diye ayağa kalktıktan sonra bulundu Narin...
KÜRTLERİ, MÜLTECİLERİ, YABANCILARI HEDEF GÖSTEREN SÖYLEM
Narin'in ölümüyle beraber ırkçılık bu kez de 8 yaşındaki bir kız çocuğunun üzerinden gerçekleşti. Televizyonlardaki tartışmalarda Kürtler üzerinden korkunç bir ırkçılık da yaşandı. Irkçılığın her olayda bu kadar kolay ortaya çıkmasına dair neler söylersiniz?
İktidarı ve muhalefetiyle ırkçılığı, ayrımcılığı kışkırtan söylemlerin kol gezdiği bir toplum hayatı yaşıyoruz maalesef. Bu nedenle Türkiye’de suç istatistikleri vs. tümden farklı bir şey söylüyor olsa da bu ezberler kolay kolay bozulmayacak. Bu tür olayların bu coğrafya ile ilişkisi ancak yukarıda verdiğim ve bizzat siyasal iktidarlarca desteklenmiş politik karakter kadardır. Aynı iktidar yapılarının etkisi -en ağır biçimde Kürt coğrafyasında yaşanıyor olsa da- bütün topluma sirayet etmiş durumda ve Türkiye’nin her yerinde gerek çocuklara gerek kadınlara aynı şiddetin yöneldiğini, korkunç saldırılara ve cinayetlere kurban gittiklerini görebilirsiniz.
Tam tersini söyleyen bir ırkçılık bu kadar kolay ortaya çıkıyor, çünkü iktidarıyla muhalefetiyle sonuçları hiç düşünülmeden Kürtleri, mültecileri, yabancıları hedef gösteren bir söylem çok kolay dile geliyor. Bu kışkırtıcı söylemler “suç” telakki edilmiyor. Fakat siyasi iktidara yönelik en basit eleştiri bile suç ve hakaret kapsamında.