İşçiye adalet işçinin elinde
"Fabrikadakiler dışarıda ödenemeyen krediler, ev sahipleriyle olan davalar yetmezmiş gibi fabrika içerisinde de patron ve şürekası ile bir adalet kavgasına girişiyor."
Görsel: Microsoft Copilot
Fırat ÇOBANOĞLU
Sincan’dan fabrika işçisi
Geçtiğimiz ay Dilan Polat’ın serbest bırakılması ve peşinden en büyük adalet sarayı inşasının haberi kafaları karıştırmakla kalmıyor; işçilerin genelinde de gündeme oynandığı üzerine bir düşünce yaratıyor. Bu düşüncenin oluşmasıyla birlikte işçiler adalet meselesine nasıl yaklaşıyor ve gerçekten ülkemizdeki adalet kimin için buna bakacağız.
Son üç aydır hukuksuzluklar üst üste geliyor. Sürekli yaşanan olayların bu kadar sıklaşması işçilerin gözünde “Gündemi değiştiriyorlar” şeklinde yorumlanıyor. Bu düşüncenin böyle olması aslında iktidar açısından sorun yaratmıyor. Çünkü bir yandan karmaşık gibi görünen “adalet” ve arkasındaki ekonomik yaşantıdaki çöküntü arasındaki bağ, işçiler açısından silikleşiyor. İşçilerin “Gündemi değiştiriyorlar” demesinin sebebi kendisinin asıl gündeminin “ekonomi” olması.
Dilan Polat’ın serbest bırakılmasının ardından “Bilerek çıkardılar, gündemi değiştiriyorlar” denildi ama işçilerin gündeminin ekonomi ve geçim olması da tartışma zemininin sürekli buraya kaymasına sebep oluyor. Çok büyük miktarda aklanan paranın ardından bir yıl bile yatmadan tahliye olmaları ilk olmamakla beraber bu sistemde anormal da değil. Fabrikada bir işçi arkadaşımız “Kulaklarını çektiler sonra biraz sırtlarına vurdular ve affettiler. Ben şuradan iki ekmek çalsam iki yıl yatarım” demişti. Bu hafta yine birçok sabıka kaydı olan biri, Polis Şeyda Yılmaz’ı öldürdü. İşçiler tarafından hemen sabahında “Bu kadar sabıka kaydı olan ne geziyor dışarıda, bu mu adalet? Tatlı çaldı diye 7 yıl ceza alan çocuk var bu ülkede” benzeri yorumlar yapıldı.
Adalet meselesi, işçinin bir yandan her gün fabrika içerisinde deneyimleyerek gördüğü ve karşı karşıya geldiği bir durum. Ücret düşüklüğünden koşulların ağırlığına her bir sorun dile getirildiğinde insan kaynaklarına gidilmesi söyleniyor. Çoğu işçi gitmese de bir umut giden işçiler “Beğenmiyorsanız kapı orada”, “Bu koşullarda çalışmak isteyen çok” gibi cümleler duyup geri geliyor. Fabrika içerisinde bir avuç insan dışında diğerleri için hiçbir adalet ve eşitlik bulunmuyor; bütün çıkarlar hep o bir avucun hizmetine sunuluyor. Fabrikadakiler dışarıda ödenemeyen krediler, ev sahipleriyle olan davalar yetmezmiş gibi fabrika içerisinde de patron ve şürekası ile bir adalet kavgasına girişiyor. İçerisindeki kavgaları sonucu, adaletin terazisinde kendi yerini görmeye başlıyor. Adalet nasıl sağlanır tartışması yürüttüğümüzde ise işçiler “adil ve eşit olmak” istediğini söylüyor. Çünkü kendi patronu karşısında nasılsa genel karşısında da öyle görüyor kendini. İşten çıkarmalar olduğu zaman fabrika içine ara bulucu gelip hızlıca işten çıkarmalar yapmıştı. “Ek zam istiyoruz” dediğimizde “Devletin düzeni böyle” ile karşılaşmıştık. Her gün koşulların adilce değişeceğine olan inanç ile gerçeklik arasında kapitalist sistem makası bulunuyor.
“Düşünceleriniz, görüşleriniz, burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerinin ürünleridir. Tıpkı hukukunuzun kendi sınıfınızın yasa katına çıkarılmış bir iradesi oluşu gibi. Bu öyle bir iradedir ki içeriği de yine kendi sınıfınızın maddi, ekonomik yaşam koşullarınca saptanır.”
KENDİ HAKLARIMIZ VE ADALETİMİZ İÇİN
Fabrikadaki sohbetlerimizde “Böyle gelmiş böyle gider”, “Adalet mi kaldı?”, “Ülke bunların” eğilimi işçilerin geneli açısından ortak bir zemin oluyor. Değişmez bir kanun gibi görünen bu durum kapitalizmin karmaşık hale getirdiği hukuk sistemi ve ekonomik bağların sonucunda oluşuyor.
Egemen sınıfın üretim ilişkisi etrafından şekillenen hukukun ılımlı gösterilebilmesi için “İşçi genelde iş davalarını kazanır” gibi üç yıl süren mahkemeler çözüm gibi sunuluyor. -Buradan mahkeme yoluna gidilmemelidir anlaşılmamalı- ama egemen olan patronlar kendilerini denetleyecek, düzenleyecek veya düzenlerinin işleyişini engelleyecek bir üstyapı oluşturamıyor. Mahkeme heyetini seçimle getiremez, görevini yapmayanı görevden alamaz, sosyal bir iş haline getiremez; rüşvetin önüne geçemez, halkın geniş kesimleri ucuz ve karşılanabilir bir adalet terazisi kuramaz. Bunun kurulabilmesi için işçilerin en geniş kesiminin mücadele etmesi gerekiyor. Bir dönem ek zam için bir araya geldiğimizde “Ne yapabiliriz?” diye tartışırken; iş yavaşlatma, iş bırakma veya grevi konuşurken araştırmalarımızın sonucunda sendikasız olduğumuz için hepsinin haklı fesih sebebi olduğunu öğrendik. En küçük bir hak kazanımı çabası bile hukuksal zeminde işçiler önüne engel oluşturuyor.
Bütün bunlarla birlikte yemekhanesi ve soyunma odası bile olmayan; sadece asgari ücret verip hiçbir ek hak sağlayamayan bir fabrikada yemekhane ve soyunma odası kurdurmak dışında yılda dört ikramiye ve banka promosyonu kazanabilmiştik. Haklarımız için mücadele ederken sendikalı değildik, güvendiğimiz tek şey birliğimizi kurmuş olmaktı. Bize o zaman “Bu yaptığınız yasal değil” dendiyse de kendi adaletimizi sağlayabilmek için devam ettik. İşçilerin güveneceği tek yer yine kendi birliği ve elleri.