Tersane işçisi Soner: Yoksulluk her hastalığın sebebi olmuş
Şişmiş ayaklarıyla doktora giden Tersane İşçisi Soner, "Önce fazla kırmızı etten olabilir dedi doktor. Ama bunun mümkün olmadığını öğrenince yetersiz beslenme teşhisi yaptı" diyor.
Fotoğraf: Evrensel
Eren YÜCEBOY
İstanbul
Tersanelerdeki ücretlendirme sistemi, basit bir formül üzerine kuruludur. Aylık ele geçen maaş hesabının yerini, günlük yevmiye hesabı almıştır. İşe kaç gün gidersen o kadar yevmiye alırsın ve gitmediğin günler gerekçen her ne olursa olsun o gün için yevmiye almaya hak kazanamazsın. Bundandır ki tersanelerde; rapor, izin, tatil gibi kelimelerin bahsi çok geçmez. Koşul böyle olunca da hiçbir işçi bir günlük yevmiyesi kesilsin istemez ve devamlılık gösterir. Çalışma saatleri içerisinde dışarıda, başkaca işlerini halleden bir tersane işçisi bulmak da zorlaşır.
Buna karşın, Soner ise mecbur kalmış bugün işe gitmemeye, yaşadığı bir sağlık sorunu sebebiyle. Şöyle anlatıyor şişmiş ayak bileklerini gösterirken: “Ne hikmetse, yılda birkaç sefer oluyor böyle. Davul gibi oluyor ayaklar. Çalış o halde çalışabilirsen... Ama mümkün değil. Bir kortizon iğnesi olsam hemen iniyor şişi ama doktoru da ikna edemedim ona. Hap verdi yerine. Hap da iyi geliyor gelmesine ama iğne gibi anında kesmiyor şişi. Bir iki güne anca iniyor. Hiç değilse, iki günlük yevmiyeden olduk anlayacağın.”
Daha evvel muayene olduğu doktorların dediklerine göre böylesi bir sorunun esas gerekçesi fazla miktarda tuz ya da kırmızı et tüketimi olabilirmiş. Katılmıyor Soner. Onun katılmama gerekçesi ise hükümetin ekonomi politikalarıyla bağlantılı: “Tuz kolay kolay ağzıma sürdüğüm bir şey değil. Onu eleyelim bir defa. Kırmızı et desen... Kim kaybetmiş ki ben bulup yiyeyim? Yarım kilosu olmuş 300-400 lira. Hadi buldum yedim diyelim, aşırı olacak kadar tüketmem mümkün mü? Öyle bir hale getirmişler ki ülkeyi, ‘Karnım doysun, yeter’ diyorsun. Kendileri lüks içinde yaşayıp mangalda sucukları, etleri götürüyor. Olan bize oluyor.”
Kırmızı et ve tuz ihtimali elenince, bu defa “Yetersiz beslenme, bozuk uyku düzeni” demiş doktorlar. Doktorların gerekçe olarak sunduğu bu fikre daha yakın Soner: “Olsa olsa bundandır. Yetersiz besleniyoruz, yalan yok. Sabah uyanıp bir poğaça yiyorsun, o kadar. Öğlen oluyor, tersanede verilen berbat yemekler. Akşam da zaten ne bulursan onu yiyorsun. Vücut dayanır mı buna? Bu ülke insanının yoksulluğunu hafife almamak gerekiyor. Yoksulluğu cebindeki telefonla ölçüyor bazısı. Ne gerek var telefona? Yoksulluk bir hastalık olmuş artık. Her hastalığın sebebi olmuş.”
Bozuk uyku düzeni olduğu konusunda da doktorlarla hemfikir: “Doktor bana böyle deyince hak verdim vermesine. Ama baktım bir ilaç yazıyor, tam o sırada sordum bir soru. Dedim ‘Doktor bey, verdiğiniz bu ilaç kıç kadar odada sekiz kişi birden kalmamıza derman oluyor mu?’ Suratıma bakıyor... Anlamadı... Tersane işçisi olduğumu, bekar evinde kaldığımı söyledim. Vereceği hangi ilaç derman olabilir buna? Kimisi horluyor, kimisi gecenin ikisinde eve gelip seni uyandırıyor, kimisinin sabaha kadar elinde telefon... Uyku düzenim tabii ki bozuk olur böyle bir evde.”
Bu soruna ilacın derman olmayacağına emin Soner. Ben soruyorum bu defa: “O halde nedir dermanı?”
Hızlıca, kendinden emin cevaplıyor: “Yoksulluğun dermanı, komünizm.”
Devam ediyor: “Başımıza ne geliyorsa zenginlerin açgözlülüğünden geliyor. Ne geliyorsa; o açgözlüleri koruyan, kollayan devletten geliyor. O zaman çözüm basit: Bu açgözlüleri ortadan kaldıracaksın. Onları koruyan devletin yerine de başka bir devlet geçireceksin.”