'Döngü'nün Yönetmeni Tahhuşoğlu: Herkes sınıfının refleksini gösteriyor

Altın Koza Film Festivali’nden 2 ödülle dönen “Döngü” filminin Yönetmeni Erkan Tahhuşoğlu: “İnsanların kötülüğü, onların kişisel özelliklerinden değil, sınıfsal konumlarından kaynaklanır" diyor.

01 Ekim 2024 04:15
Paylaş

Merve TUR
Volkan PEKAL
Adana

Yazarlığını ve yönetmenliğini Erkan Tahhuşoğlu’nun yaptığı “Döngü”, 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nden 2 ödülle döndü. Yönetmen Tahhuşoğlu, Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü’nü “Hakkı” Filminin Yönetmeni Hikmet Kerem Özcan’la paylaşırken En İyi Senaryo Ödülü’ne de layık görüldü.

Ev içi emek, sınıf çatışmaları ve kadınlar arası dayanışma gibi temaları işleyen filmde yönetmen, saf iyi emekçi karakterler ya da saf kötü burjuva karakterler çizmek yerine çatışmayı kişilerin sınıfsal refleksleri üzerine kuruyor. Tahhuşoğlu bu konuyu şöyle dile getiriyor, “İnsanların kötülüğü, onların kişisel özelliklerinden değil, sınıfsal konumlarından kaynaklanır. Günün sonunda Ayten elinden gelenin en iyisini yaptığını düşünüyor ve bunda da samimi. Buradaki sorun, Ayten’in kendi sınıfının refleksini gösteriyor olması”

Filmde, Sevim, 75 yaşındaki Ayten’in evine senelerdir gündeliğe giden bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. 25 yaşındaki Göçmen İşçi Lena'nın bakıcı olarak işe alınmasına vesile olmuştur. Evde kaza geçiren Lena, Kosova’da bakmakla yükümlü olduğu bir çocuğu ve tekrar çalışıp çalışamayacağına dair belirsizlik nedeni ile verilen “sus payı”nı kabul etmeyerek Ayten’e dava açmayı seçmiştir.  Ortaya çıkan çatışma yıllarca bağlılık ve minnet hissi ile ailenin yanında çalışan Sevim’in de kendi içinde bir altüst oluşu tetikler. Sevim, bir karar vermek zorundadır. Bu söyleşide, Erkan Tahhuşoğlu ile filmdeki sınıf çatışması, karakterlerin birbirleriyle olan ilişkileri ve hikayenin arka planındaki temalar üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.

Filmde ev içi emek üzerinden bir anlatım var. Aslında işçi dendiğinde aklımıza genellikle fabrikada çalışan işçiler geliyor. Siz sınıf çatışmasını anlatırken neden böyle bir anlatım tercih ettiniz?

Bu çok planlanmış ya da hesaplanmış bir şey değil aslında. Genellikle anlatmak istediğiniz bir hikaye olur ama karakterleri en başından planlamazsınız. Onlar da bazen otomatik olarak şekillenir. Bu hikaye de böyle gelişti. Hikayenin ilk hali çok farklıydı ama başından beri Sevim ve Ayten vardı. Ev içi emek üzerine bir hikaye anlatacağım en baştan belliydi ama bu, üzerinde çok düşündüğüm ya da planladığım bir şey değildi.

‘KADINLAR ARASINDA BİR DAYANIŞMA VAR’

Ülkede göçmen ve yerli işçiler, özellikle emek alanında birbiri karşısında konumlandırılıyor.  Bu konuda film bize ne söylüyor?

Aslında filmde böyle bir karşıtlık yok. Sevim ve Lena’nın hikayesi ilerledikçe, aralarındaki dayanışmayı fark ediyoruz. Hatta Sevim’in mahalleden arkadaşı Çiçek de devreye giriyor. Çiçek, Sevim ve Ayten’le konuşarak Lena’yı bir işe aldırıyor. Burada, kadınlar arasında bir dayanışma var. İşler ne zaman çetrefilleşirse, o zaman karşı karşıya geliyorlar. Ancak çıkmaz bir noktaya geldiklerinde, Sevim, Lena’ya karşı “yabancı işçi” kartını ortaya koyuyor. Bu noktada kendini mecbur hissetmiş olabilir. Ama filmde net bir şekilde göçmen işçi ve yerli işçi karşıtlığı yok. Göçmen işçilerin, nerede olursa olsun, Almanya’da da Türkiye’de de Suriyeli işçilerde olduğu gibi dezavantajlarını ortaya çıkarmak açısından Sevim’le karşı karşıya gelmesi önemliydi.

Sevim, burjuva değerlerini içselleştirmiş bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. (Aileyi, ekmeğini veren bir figür olarak görüyor.) Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Aslında burjuva değerlerini içselleştirmiyor. Kendini o ailenin bir parçası olarak görüyor. Filmde Sevim ve Ayten’in birlikteliği burjuva kadın ve çalışan kadın şeklinde değil. Filmde, Sevim’in ev içerisindeki hakimiyeti belirgin. Zaman zaman Ayten üzerinde de hakimiyeti var. Karakter, evin içinde kontrol alanı olan, güçlü bir figür. Örneğin, Lena’yı işe aldırması bile bu hakimiyetin bir göstergesi.

‘İNSANLARIN KÖTÜLÜĞÜ SINIFSAL KONUMLARINDAN KAYNAKLANIYOR’

Ayten karakteri de saf kötü bir figür değil. Sınıf karşıtlığını bu filmde nasıl ele aldınız?

Bu filmde benim için en değerli şeylerden biri, sınıf çatışmasını ele alırken her iki tarafın da klişe “iyi” ya da “kötü” karakterler olarak çizilmemesi. Genelde burjuva sınıfına mensup olanlar kötü gösterilir, işçi sınıfı ise iyi. Ancak ben bu ikiliğin böyle işlemediğini düşünüyorum. İnsanların kötülüğü, onların kişisel özelliklerinden değil, sınıfsal konumlarından kaynaklanır. Günün sonunda Ayten elinden gelenin en iyisini yaptığını düşünüyor ve bunda da samimi. Buradaki sorun, Ayten’in kendi sınıfının refleksini gösteriyor olması. Kendisi kötü olduğu için değil. Ayten’in oğlu, Ergün mesela, o da kendince makul olanı yapmaya çalışıyor. Hastane masraflarını karşılamaya çalışıyor, bir tazminat bedeli teklif ediyor. Mahkeme sürecinde ise herkes kendi sınıfının refleksini göstermeye başlıyor. Kötülük varsa eğer buradan çıkıyor.

‘BEYAZ YAKALILAR KENDİLERİNİ İŞÇİ SINIFI OLARAK GÖRMEDİ’

Filmde patron-işçi ilişkisine dair gözlemleriniz var. Bu gözlemleri nereden kazandınız?

Ben de 9 yaşında çalışmaya başladım ve üniversiteye kadar farklı işlerde çalıştım. Sonra reklam ajanslarında çalıştım ve kendi ajansımı kurdum. İşçi sınıfı ve beyaz yakalılar arasındaki sınıfsal farkları net bir şekilde gözlemledim. Beyaz yakalılar, uzun süre kendilerini işçi sınıfı olarak görmediler ama ekonomik krizden sonra bu farkındalık artmaya başladı. Kendim de işçi oldum, patron oldum, tekrar işçi oldum. Türkiye’de pek çok insanın hikayesi inişli çıkışlıdır. Bu deneyimler gözlem olanaklarını artırıyor.

Filmde Sevim ve Lena’nın karşı karşıya geldikleri sahneler çok güçlüydü. Lena’nın “Ben çalışarak ekmeğimi kazanırım” demesi çok güçlü bir an. Bu yalınlık çok çarpıcı.

Bu tür sahneler benim için çok önemli. Filmde böyle yalın sahnelerle sınıf çatışmasını göstermek istedim. Bu tür anlar, sınıfsal farkları ve çatışmaları açık bir şekilde gösteriyor.

Son olarak, sinema izleyicilerine ne söylemek istersiniz?

En büyük isteğimiz, filmimizin izleyiciyle buluşması. Film yapmak artık her yerde zor ama Türkiye’de ekstra zorluklarla karşılaşıyoruz. Uzun yıllar emek veriyoruz ve tek isteğimiz, filmin izlenmesi. Bu filmi izleyin, paylaşın. Çok emek verdik ve izleyicinin desteği bizim için çok kıymetli.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Demet Sabancı: Eric Adams'a Türk konukseverliğini gösterdim

SONRAKİ HABER

Adalet Ağaoğlu’nun ‘Çıkış’ oyunu Esenyurt’ta sahneleniyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa