Yılmaz Çelik’in 36 yıllık sanatına dair muhabbet: Müzik sesine bu dağlardaki kokuyu sindiriyor
Dersimli müzisyen Yılmaz Çelik’in 36. sanat yılı kapsamında Pülümür'de etkinlik düzenlendi. Etkinlikte Çelik'in arkadaşı Müzisyen Erdal Erzincan ve kuzeni Şair Hüseyin Oğur da katıldı.
Orhan KURUL
Dersim
Dersimli müzisyen Yılmaz Çelik’in 36. sanat yılı kapsamında, Pülümür ilçesindeki Cemal Süreya Kültür ve Bellek Evinde (CSKBE), etkinlik düzenlendi. Etkinliğe Yılmaz Çelik, Çelik’in kuzeni ve şair Hüseyin Oğur, Çelik’in arkadaşı ve müzisyen Erdal Erzincan da katıldı. Etkinlikte Yılmaz Çelik’in ilk çocukluk yıllarından başlayan müzisyenliğinden bugüne kadarki hayatına dair muhabbet edildi.
"UNUTULMUŞ DİL VE İNANCIN KÖPRÜSÜ"
CSKBE Genel Yayın Yönetmeni Ümit Altaş, Yılmaz Çelik için “unutulmuş, dil ve inancın köprüsü” nitelemesinde bulundu. Sanatçıların söyledikleri türkülerin yaşamlarından yoğurularak oluştuğunu söyleyen Altaş “Bu türkülerin arkasında sürgünler var, ölüm var. Acı, gözyaşı, aşk, sevinç var. Bu muhabbetleri de tüm bunları yüz yüze konuşmak için yapıyoruz” dedi. CSKBE bahçesinde düzenlenen etkinlikte Yılmaz Çelik’e dair çokça şey konuşuldu. CSKBE Genel Yayın Yönetmeni Ümit Altaş sordu, Yılmaz Çelik ve Erdal Erzincan yanıtladı. Muhabbete katılımcıların da dahil olmasını esas alan bir talep olduysa da dinleyiciler dinlemeyi seçti.
"SEN DE DEDEN GİBİ SADECE BAĞLAMA ÇALIYORSUN, BAŞKA İŞE YARAMIYORSUN"
1969 yılında Dersim’in Ovacık ilçesine bağlı Kedek köyünde doğan Çelik aileden müzisyen. Dedesi Ali Çelik aynı zamanda ‘Aşkın Şarabını İçerler Dilber’ şarkısının da kaynak kişisi. Hem keman hem bağlama çalarmış, çok da severmiş ancak baba “Biz çingene değiliz, çalmayacaksın!” deyince bırakmış müziği. Yılmaz Çelik’in annesi kendisine bir gün “Senin göbeğini kestik, dedenin cebine attık o yüzden sen de sadece bağlama çalıyorsun başka bir işe yaramıyorsun” demiş. O göbek bağının müzisyen dedenin cebine girmesiyle olsa gerek, o günden beridir müzikle uğraştığını söylüyor Yılmaz Çelik. Dersimli müzisyenler Hüseyin Doğan’ı ve Hıdır Akgül’ü “hayatımda en etkili olan isimlerden” diye niteliyor Çelik ve ekliyor “Hıdır Akgül olmasaydı bir sürü klam yok olup gidecekti.”
"ABİ TEŞEKKÜR EDERİM ALBÜMÜNÜN KORSANINI YAPTIM, SAYENDE BİR DAİRE ALDIM"
Babası gurbetçi olduğu için İsviçre’ye giden Çelik’in profesyonel anlamdaki ilk albümü de 88’de çıkıyor: Çeke Çeke-Hal Yamano! İlk Zazaca albüm olan Hal Yamano, Arif Sağ ile birlikte hazırlanıyor. Albüm Zazaca olduğu için bir süre sonra toplatılıyor, yargılanıyorlar. Ancak o dönem milletvekili de olan Arif Sağ ‘üstlenince’ sorun olmuyor. 3 ay gibi kısa bir zaman içerisinde toplatılmış olsa da milyon satıyor albüm. Yılmaz Çelik o zamana dair bir anısını şöyle anlatıyor: “Elazığ’da bir gün yanıma biri geldi. Abi çok teşekkür ederim dedi. Bende ‘ben seni tanımıyorum, hayırdır’ diye sordum. Bana, ‘Abi sayende bir daire aldım dedi. Nasıl dedim, albümün korsanını yaptım’ dedi.”
"HASRET GÜLTEKİN’LE ÇALIŞMAMIZ ARŞİVDE DURUYOR"
Hasret Gültekin ile tanışıklığının 1990’da Köln’de bir konserde Nadir Demirçivi aracılığıyla başladığını da söylüyor Yılmaz Çelik. Beraber bir çalışma da yaptıklarını ancak yayınlanmadığını söyleyen Çelik, “Yayınlanmasını bekliyoruz” diyen Altaş’a “Artık, Yeter’e (Gültekin) kalmış. Yeter Hoca'mız tamam derse yayınlarız” diye ekliyor. Etkinlik sonrasında da konuştuğum birkaç kişi, ‘Keşke Yılmaz Çelik ve Hasret Gültekin’in ortak çalışması yayınlansa’ dediler, keşke dedim!
"NE OLDUĞUMU BİLMİYORUM AMA SEN NEYSEN BEN O’YUM"
1996 yılında ilk tanıştıkları zamandan beridir dostluklarının ‘konuşmadan’ devam ettiğini söyleyen Erdal Erzincan’ın söyledikleri Yılmaz Çelik’e dair oldukça önemli şeyler anlatıyor: “Biz konuşmadan anlaşabiliyoruz. Bu çok önemli bir seviye. Niye? Ben dilini de anlamıyorum, Zazaca bilmiyorum. Ama hep yan yana geldiğimizde ben çalıyorum O, Zazaca söylüyor. Belki matematiksel olarak anlamıyorum ama Yılmaz’la aramızdaki bağı çok uzun uzun düşündüm. Çıkardığım sonuç şu; Yılmaz’ın birçok sanatçıdan, belki hepimizden bir küçük farkı var: Müzik sesine kokuyu sindiriyor. Buradaki dağlardaki kokuyu ben Yılmaz’ın sesinde hissediyorum. Bunu tarif etmek çok zor. O yüzden konuşmadan anlaşmayı tercih ettik. Kelimeler fazla geliyor!” “Bu dili bilmiyorum ama buradayım. Ben Yılmaz’a şunu söylemişimdir, o da öyle düşünür: Ben bilmiyorum ne olduğumu ama ben neysem sen O’sun sen neysen ben O’yum”
ARİF SAĞ İLE İLK TANIŞMA
Yılmaz Çelik’in üzerinde etkili olan isimlerin başında Arif Sağ geliyor. İlk tanışma şöyle gerçekleşmiş: “Arif Hoca, her Avrupa’ya geldiğinde ben onun konserindeyim. En önde otuyorum, kulise gidiyorum. En son Arif Hoca dedi ‘Oğlum sen benden ne istiyorsun?’ dedi 'Çalıyor musun?', dedim 'Çalıyorum hocam'. 'Çal' dedi, çaldım. Sonra bana İstanbul’a gel, görüşelim dedi. Emre Saltık da var o zaman ASM’nin ortaklarından biriydi. Hal Yamano albümünü o zaman yaptık. Sonra toplatıldı. Tabii Unkapanı’nda böyle oyunlar oynanıyor. İlk başta enstrümantal olarak Kültür Bakanlığına gönderiliyor, ondan sonra da üzerine sözler ekleniyordu. O dönem bizde öyle yaptık, sonra albüm toplatıldı. O zaman Arif Hoca milletvekiliydi. Davayı üstlendiği için dava düştü.”
"RAYE XO RAŞT BO"
Etkinlik boyunca gâh konuşuldu gâh türküler söylendi. Muhabbet derindi… Yılmaz Çelik’in kuzeni ve dostu şair Hüseyin Oğur, Yılmaz Çelik’i anlattığı 4 sekanslık bir metin de kaleme almıştı. Bölümlerin her biri Çelik’in hayatının çeşitli bölümlerini anlatıyordu. En sonunda ‘Ne mutlu ki buradayız, bu tılsımlı dağların huzurunda… Unutmayın, unutmayın ki bu ses dört dağın içindeki aslanlar diyarın en hikmetli silsilesinden geliyor… Bize, yıllar var ki sürüp gelen ve fakat hiç dinmeyen kırılmış dalın türküsünü söylüyor. Öyleyse, bizimkilerin Gölün Hafızası diyerek bağrına bastığı Yilo’yu yeniden selamlıyor, bundan sonraki yolu için de Raye xo raşt bo (yolu açık olsun)” diyordu, biz de Oğur’la aynı duygulara katılıyor, Yılmaz Çelik’in 36. sanat yılını kutluyoruz…
Evrensel'i Takip Et