02 Ekim 2024 01:00

“Coğrafya kaderdir”i bir kenara bırakalım: Filistin, Lübnan, Suriye…

Ortadoğu’daki çatışmalar, emperyalist ülkelerin çıkar savaşlarının bir parçası olarak büyüyor. Üstelik, Türkiye de bu emperyalist politikaların bir parçası haline getirilmek isteniyor.

Kaynak: Max Pixel

Paylaş

Bugün Ortadoğu’da ve dünyanın dört bir yanında, halkların üzerine kara bulutlar çökmüş durumda. Lübnan’dan Suriye’ye, Yemen’den Filistin’e, direniş ekseni içindeki halklar, emperyalist güçlerin saldırıları ve iç karışıklıkların gölgesinde yaşıyor.

İran’ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta suikasta uğraması ve Lübnan Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ın İsrail tarafından hedef alınması bölgedeki direniş örgütlerine yapılan saldırılar olarak kayda geçiyor. İsrail ve diğer emperyalist ülkelerin saldırganlığı bölgedeki haklara daha fazla yoksulluk ve ölüm olarak fatura ediliyor. Bugün, sadece Lübnan'da değil; Şili’de, Irak’ta, Fransa’da halk ekonomik krizlere, işsizliğe, gelir adaletsizliğine ve savaşlara karşı sokaklara çıkıyor, seslerini yükseltiyor.

Bugün savaşların ve yıkımın gölgesinde tüm dünyada halkların yoksulluğa ve ölüme karşı yaşam mücadelesi sürerken, Lübnan ve Filistin halkları, emperyalistlerin tüm dünyada yazdığı kaderin en açık vahşetini yaşıyor. Tam da bu sebeple dünya halkları diğer ülkelerdeki kardeşlerinden, kapitalist devletler ise barbarlıktan yana olmaya devam ediyor.

BAŞKA BİR GELECEK MÜMKÜN!

Politik ilişkilerine işaret ettiğimiz siyasal ve askeri gerilimlerin ekonomiyle de ilişkisini vurgulayarak, bu ilişkinin “bir nedeni var” diyorduk. Şimdi o neden, daha önce Filistin’de gösterdiği gibi, kendisini şimdi de Lübnan’da gösteriyor. Emperyalist savaşlar, krizlerin ve antidemokratik yönetimlerin üstünde yükseliyor. Ortadoğu’daki çatışmalar, emperyalist ülkelerin çıkar savaşlarının bir parçası olarak büyüyor. Üstelik, Türkiye de bu emperyalist politikaların bir parçası haline getirilmek isteniyor. Bunun ne demek olduğuna bakacak olursak, hatırlamaya çalışalım: Erdoğan hükümeti, Suriye’de Esad rejimini devirmek için Katar ve Suudi Arabistan ile birlikte hareket etmişti. Ancak bugün bile, bu politikaların sonuçlarını biz ödüyoruz.

GENÇLİK OLARAK SAVAŞA VE YOKSULLUĞA KARŞI DURMAK ZORUNDAYIZ

Türkiye gençliği, barıştan yana bir politika birleşmekten başka şansı olmayan dünya gençliğinin bir parçası. Tek adam yönetiminin arabuluculuğa soyunup, üç günlük yasla geçiştirmek istediği Ortadoğu’daki büyük yıkım karşısında İsrail’le bütün anlaşmaların iptal edilmesini örgütlemek, bize düşen en önemli görevlerden biri. “Biriktirmek” dediğimiz şey de tam da bununla ilişkili. Tek adam yönetiminin, Suriye başta olmak üzere, bölgedeki emperyalist hayallere kapılmış varlığı karşısında demokrasiden yana olmak, emperyalizmin yerli iş birlikçisi olarak onu mahkûm etmek, bugünün en gerçekçi ve güçlü seçeneği.

Savaşın ve yoksulluğun pençesine düşmüş bir dünyada yaşıyoruz. Ancak bu bizim kaderimiz değil. Geleceğimizi elimize almak için barış, adalet ve özgürlük mücadelesini yükseltmek zorundayız. Bu dünyayı değiştirebilecek güçteyiz. Yeter ki bir araya gelelim, örgütlenelim ve birlikte mücadele edelim. Tarihin bize öğrettiği tek şey var: Birlikte kazanırız!

Bugün Bilkentlilerin ringler, Boğaziçililerin demokratik üniversite ve nitelikli eğitim için sürdürdükleri mücadele bunun bir ispatı.

“Bir savaşı durdurmakla üniversitede bir şeyleri değiştirmek arasındaki ilişkiyi nasıl kuracağız?​” sorusuna gelirsek… Aslında biz kurmuyoruz bu ilişkiyi. Bu ilişki, yalnızca su üzerinde değil. Zira kapitalistler bütün yaşamı kendi sınıfsal çıkarlarına uygun olarak dizayn ettiğinde yaşamın kendisinde, onlar tarafından kuruluyor bu ilişkiler. Eğitim bütçesini kısan ve bizi en temel hakkımızdan mahrum eden uygulamaları hayata süren Orta Vadeli Program, ekonomik krizlere; kapitalist kriz, ekonomik sebeplere dayanan savaşlara, savaşlarsa daha fazla yoksul olarak dönmeye dayanıyor.

OVP ile temel haklarımızdan kısıtlamaya giden tek adam yönetimi, yurdun dört bir tarafında yaşamlarımızdan kuruş kuruş arttırma peşinde. Oysa uğruna çalıştıkları kapitalistlerse Filistin’le ticari iş birliğinde. Dolaysıyla Türkiye gençliğine savaş ilan eden kapitalistler, zaten başka coğrafyalardaki savaşların zanlısı.

Yaşamını sürdürebilmesi Erdoğan-Şimşek ekonomi programıyla mücadele etmesi için kaçınılmaz olan gençliğin, bu mücadele içinde savaşa karşı mücadeleyi büyütmesi de aynı ölçüde kaçınılmaz. İşte bu yüzden yeni döneme başlarken Bilkentlilerin kazanımını ve Boğaziçi öğrencilerinin boykotunu izlemek; onlardan öğrenmek ve bu mücadeleleri büyütmek gerek.

ÖNCEKİ HABER

MEB’in korkulu rüyası: Evrim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa