02 Ekim 2024 01:21

Bir üniversitenin mimarisi bize ne anlatabilir?

Üniversite mimarisindeki eksiklikler, dönüşümler; hükümetin planlı bir programının sonucu. Düğümü açmanın “temeli sağlam” çözümüyse öğrencilerin seslerini birbirine duyuracakları organların oluşması.

Paylaş

Can FIRAT

İstanbul Üniversitesi

 

Bugün üniversite denilince ne anlaşılıyor veya ne anlaşılması isteniyor sorularını sormak çok yerinde olacaktır. Bir yanıyla modern toplumun ekonomik gerekleri neticesinde bir mevki veya para kazanmak için prestijli bir araç olarak görülürken bir yanıyla da tarih boyunca üstlendiği rol olan, toplumu aydınlatan ve dünyayı şekillendiren bir kurum olarak görülüyor. Bugün dahi üniversitelerin bu ikinci rolü de üstlendiğine şüphe yok. Dünyadaki kitlesel hareketlerin fitilinin buralarda ateşlenmesi, bunun önemli bir göstergesidir. Son yıllarda İran'da rejim karşıtı ayaklanmaların Tahran Üniversitesinden yayılması, Amerika'da Filistin çadır eylemlerinin bütün üniversiteleri sarması, Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Sorbonne Üniversitesinin işgali gibi, gördüğümüz bu hareketlerin kıvılcımlarının aslında üniversitelerde atıldığını söyleyebiliriz.

KAMPÜS BİNALARINDAN DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNE

Özellikle düşünce ve örgütlenme özgürlüğü konusunda iyi bir sınav veremeyen ülkelerde toplumsal olaylara nasıl müdahale edileceği ve bunun da ötesinde bu tür olayların ortaya çıkışının nasıl engelleneceği konusu; ucu üniversitelerin özerkliğine, yapısına, kampüs ortamı ve mimarisine de dokunan bir toplum mühendisliği çalışmasını beraberinde getiriyor. Çünkü toplumsal olaylara duyarlı ve gelecek konusunda en kaygılı kesim olan üniversite gençleri hükümetlerin gerici uygulamalarına, ülkenin ve dünyanın problemlerine, politik atmosfere bir refleks geliştiren ve bir araya gelebilen bir kitle ve dünyadaki duruma paralel olarak Türkiye’de de tarih boyunca üniversiteler toplumsal hareketlerin ve değişimlerin etkili organları olagelmiş durumda. Türkiye’de gerek kendisine karşı üniversiteyi bir tehdit unsuru olarak gören hükümetler gerekse bürokratik yapılanma, üniversiteyi dizginlemek için bir tür toplum mühendisliğini işletmiştir. Bunun en belirgin görünen yüzü yeni kurulan üniversitelerde tercih edilen kampüs ve mimari yapılaşma ve de Türkiye’deki köklü üniversitelerde yenilenen binaların tasarımları.

Cumhurbaşkanlığının şehir sorunlarına çözüm getirecekleri iddiasıyla 24 Aralık 2019’da “Ulusal Akıllı Şehirler Stratejisi ve Eylem Planı” adıyla yayınladıkları ve şehir sorunlarına çözüm getirecekleri iddia ettikleri genelgede “güvenli şehir kuracağız” adı altında Gezi gibi toplumsal muhalefetin oluşabileceği belleğinin ortadan kaldırılmanın yatması sebebiyle eleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin kararlarına rağmen Valiliklerin eylem olanaklarını kısıtladığı İstiklal Caddesi’nde Cumartesi Anneleri’ne yapılan gözaltılar; Taksim Meydanı’nın keyfi eylemlere ve gruplara açılırken 1 Mayıs kutlamalarına, onur haftasına, feminist gece yürüyüşüne engel koyularak şehri adeta ablukaya alması ve izin verilmemesi gibi antidemokratik örneklere, üniversitelerdeki düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü baskılayıcı uygulamalar eşlik etti.

Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz günlerde bildiri dağıtan akademisyenlere açılan soruşturmalar karşısında, üniversitelerde bildiri dağıtmaya, afiş veya pankart asmaya, izin almadan toplantı düzenlemeye disiplin cezası getiren YÖK Kanunu'nun ilgili maddesini iptal etti. Çeşitli hukuksal kazanımlar olsa da üniversitede yürütülen baskı ortamı, gerek baskılayıcı yasaklarla gerekse de arka planda işleyen fakat aslında hukuksal düzenlemeler kadar belirleyici olan kampüs ve mekânsal tasarımlarla devam etmekte. Buna bir örnek vermek gerekirse Beyazıt yerleşkesinde birbirine yakın ancak dağınık kampüslerde bulunan İstanbul Üniversitesi verilebilir.

Biraz geriye gidecek olursak İstanbul Üniversitesi 2018 yılında eş zamanlı olarak Türkiye’deki birçok üniversitenin başına geldiği şekliyle iki farklı üniversiteye bölündü. Büyük protestolara uğrayan bu bölünmeyi hükümet çeşitli şekillerde savunmaya kalksa da asıl meselenin birikimli bir şekilde gelen gençlik hareketinin baskılanması olduğu belirgin bir şekilde görülüyordu. İktidar kanadının kılıf bulmaya çalıştığı üniversiteleri bölme girişimlerine model olaraksa Sorbonne Üniversitesi gösterildi. “Paris’teki üniversite de bölündü. Başarılı bir şekilde devam ediyor” dendi. Dalgalar halinde Paris'ten tüm dünyaya yayılan 1968 gençlik hareketleri neticesinde öğrencileri dizginlemek ve bir araya gelmelerini engellemek için 1970 yılında 13 parçaya bölünen Sorbonne Üniversitesini iktidarın model olarak alması aslında kendi niyetlerinin de açık ilanıydı. Gittikleri her üniversitede protestoyla karşılaşan iktidar mensupları üniversiteyi planlı bir şekilde yapılandırma hareketine başlamıştı. 1980’de üniversitelerin özerkliklerini kaybetmesiyle polisin ve özel güvenliklerin varlığıyla zaten sayıları azaltılan ve bir araya gelmeleri engellenen öğrencilerin karşısına ciddi bir güvenlik gücü çıkmış da oldu. Örneğin görece küçük bir kampüsü olan İstanbul üniversitesinde idari ve mali işler daire başkanlığının verilerine göre 25 temizlikçi olmasına karşın 182 güvenlik görevlisinin bulunması bunun önemli bir göstergesidir.

KAMPÜSE GİREN GERİCİLİĞİN MİMARI AYAĞI

Üniversitelerde kulüp stantlarına bile sınırlı bir süre ve yer veren rektörlükler, üniversitelerde polislerin stant açtığı bir ortam yarattı. Son yıllardaysa bunun mimari ayağı gün yüzüne çıkıyor. İstanbul Üniversitesinde sadece son 5 yılda 6 fakültenin yeri değiştirildi ve yeni binalarına geçirildi. Çoğu bir arada bulunan bu fakültelerin binaları kampüsü olmayan dar ve izole binalara taşındı. Bu binalarınsa ortak özellikleri var. Öğrencilerin bir araya gelecekleri bahçe, bank, gibi alanların olmayışı, kalabalık grupların bir arada oturmasının mümkün olmadığı ve üniversitede vakit geçirmediği bir mekân yaratılmış oluyor. Bunun üzerine kampüsler arası geçiş yasakları da eklenince öğrenciler çok kısıtlı bir alanda az etkileşimli bir şekilde üniversite hayatını geçirmiş olacak.

Burada Türkiye’nin üniversite eksenli yakın tarihini bilmeyen ama bu tarz bir üniversite yapısında okumaktan da memnun olmayan öğrenciler yaşadıkları sorunu üniversite yönetimlerinin beceriksizliklerine, estetik değerden yoksun olmalarına bağlıyorlar. Halbuki durum hükümetin planlı bir programının sonucu. Beceriksiz olduklarından değil bu şekilde yönetmek istediklerinden üniversiteyi bu hale sokuyorlar. Üniversiteyi dışarıdan ayrıcalıkları ve farkı olmayan bir yapıya dönüştürerek üniversite içi ve dışı arasında oluşan ayrım neticesinde, tarih boyunca gençlerin dünyaya dair söz söyleme özgürlüklerinin önüne geçiliyor.

İstanbul Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü öğrencisi Efe, geçen sene taşındıkları yeni bina hakkında şunları aktardı: “2 sene önce bulunduğum binaya kıyasla yeni bir binaya taşındık buna rağmen olanaklarımız daraldı. Saat 5’ten sonra binaya alınmıyoruz. Binada arkadaşlarımızla oturacak bir yerimiz yok. Ayrıca fakültede vakit geçirmemize yarayacak tek yer olan stüdyolarımız yemekhane yapılmaya kalkıldı. Neyse ki hocalarımızla yaptığımız mücadeleyle nefes alacağımız tek alanımızı koruduk.”

Fakülteler arası geçiş yasağının yanında geçen yıl için İstanbul Üniversitesi öğrencileri, üniversitelerinin halka açılması kararıyla karşı karşıya kaldı. Yönetim bir yanıyla kendi öğrencisini üniversiteye almazken diğer yandan halkın üniversiteye alınması tezatlığı diğer pek çok tartışmayla birlikte ciddi bir tepki aldı. Kitlesel eylemlerin ardından geri çekilen duvarsız üniversite kararı, üniversite mimarisi bağlamında tartıştığımız diğer adımlar gibi üniversitede istenen dönüşümün bir ayağını oluşturuyor.

Bu meseleye dair başka bir örnek vermek gerekirse ODTÜ’de yönetimin sadece dışarıdan öğrenci alınacağı bir KYK yurdu açma girişimini gösterebiliriz. Hâlihazırda barınma koşullarında bir araya gelebileceğimiz alanların darlığını ve bu hamleyi gerekçelendirecek bir sebebin yokluğunu düşünecek olursak; okul doğal bir bileşeni olmayan öğrencileri kampüse sokarak çeşitli karışıklara sebep olacağından örgütlü refleksleri kırmaya yönelik bir hedefi işaret edebilir.

Sonuç olarak, karantina ve deprem gibi süreçler neticesinde uzun bir süre boş kalan üniversitelerde üst nesillerden öğrenilmesi gereken birikimler yeni nesillere aktarılamadığını da atlamadan, bu çıkmazdan nasıl kurtulacağını tartışmak gerekiyor. Üniversite mimarisinin ve mevcut rejimin uzantılarıyla seneler içerisinde geçirdiği bilinçli dönüşümün düşünce ve örgütlenme üzerindeki etkilerinin farkında olmak tahmin ettiğimizden daha önemli bir noktaya işaret ediyor. Bu çıkmazdan çıkmanın, düğümü açmanın da belki de en “temeli sağlam” çözümü, üniversite öğrencilerinin seslerini birbirine duyuracakları organların oluşması ve artması olacaktır.

ÖNCEKİ HABER

Gazi’de yurt yetersiz eğitim kalitesiz

SONRAKİ HABER

Güvenceli ve sömürüsüz bir gelecek için mücadeleye!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa