06 Ekim 2024 03:31

Devletler soykırımın, halklar Filistin’in yanında

Avrupa'nın Gündemi'nde İngiltere'de değişen hükümetin değişmeyen İsrail destekçiliğine karşı halkın Filistin'le dayanışması, Almanya'da yeni polis yasası ve Fransa'daki 2025 bütçesi tartışmaları var.

Fotoğraf: Arif Bektaş/Evrensel

Paylaş

Yarın 7 Ekim’in yıl dönümü. Gazeteci Owen Jones İngiltere hükümetinin daha sağduyulu ilerlemesi ve barış çağrısı yapması gerektiğini söylüyor: “7 Ekim’in intikamını almak için her türlü suça göz yumuluyor. Ancak siyasetçiler not almalı: İngiliz halkı aynı fikirde değil.” Yapılan anketler de İngiltere halkının İsrail saldırılarına karşı çıkıyor. İngiltere’de neredeyse her hafta sokağa çıkan yüz binler de Filistin ve Lübnan halklarıyla dayanışmayı yükseltiyor.

Almanya’da İçişleri Bakanlığı, Federal Kriminal Dairesine (BKA) gelecekte evlere gizlice girme ve arama yapma yetkisi vermek istiyor. Bakanlığa göre BKA, cezai kovuşturmada ve uluslararası terörizm tehlikesini savuşturmada merkezi bir konuma sahip ve bunun için analog ve dijital dünyada etkili ve modern araçlara ihtiyacı var. Dairenin yetkileri 2017’de de genişletilmişti. 2017’deki düzenleme Anayasa Mahkemesine götürüldü ve kısmi başarı elde edildi. Ancak İçişleri Bakanlığı, güvenlik adına özgürlükleri kısıtlamada ısrarcı.

Fransa’da Michel Barnier’in açıkladığı 2025 bütçe taslağı, kamu hizmetleri ve sosyal güvenlik sisteminde toplamda 45 milyar avroluk kesinti öngörüyor. Bu kesintilerden en fazla etkilenecek olanlar emekliler ve hastalar olacak. Emekli maaşlarının enflasyonla uyumunun ertelenmesi ve sağlık sigortası harcamalarının sınırlı artışı, bu kesintilerin boyutunu gözler önüne seriyor. Sendikalar ve sol muhalefet ise isyan ediyor: Bu bütçe, zengini koruyup, emekçiye fatura çıkaran acımasız bir saldırı.

İNGİLTERE: LİDERLERİMİZİN SESSİZLİKLERİNİ BOZMASI İÇİN İSRAİL’İN HANGİ VAHŞETİ İŞLEMESİ GEREKİR?

Owen JONESThe Guardian

İki paralel evreni düşünün. Biri, 21. yüzyılda işlenen en kötü zulümlerden bazılarına sahne olan Gazze, İsrail’in soykırımcı saldırısı türümüzün ahlaksızlık kapasitesine dair yeni bir hatırlatma sunuyor. Oxfam tarafından yapılan bir araştırmaya göre, geçtiğimiz yıl İsrail ordusu tarafından öldürülen kadın ve çocuk sayısı, “Son yirmi yıldaki diğer tüm çatışmaların eş değer dönemlerinden daha fazla.”

Bunu daha da rahatsız edici kılan şey ise rakamların ihtiyatlı olması: Şiddet kullanılarak öldürülen 11 bin 355 çocuk ve 6 bin 297 kadın, sadece resmi olarak tespit edilenler. Enkaz altında kalan, kayıp olarak listelenen ya da İsrail füzeleri tarafından yakılan ve geride hiçbir iz bırakmayan binlerce kişi de dahil olmak üzere, ölenlerin çoğu bu şekilde kaydedilmemiştir. İsrail’in Gazze’deki hastaneleri yerle bir etmesi de ölümleri raporlama sistemini yerle bir etti. Bu uyarılara rağmen, hiçbir 12 aylık dönemde Irak ve Suriye’deki ölüm tarlalarında bu kadar çok kadın ve çocuk katledilmemiştir, üstelik bu ülkelerin nüfusları Gazze’den çok daha fazla olmasına rağmen.

İsrail’in Gazze halkını kasıtlı olarak aç bırakmaya çalıştığına dair yeni bir ifşa var. Geçtiğimiz hafta ABD’li araştırma kuruluşu ProPublica, bir devlet dairesi olan ABD Uluslararası Kalkınma Ajansının (USAid) Dışişleri Bakanı Antony Blinken’a İsrail’in Gazze’ye gıda ve ilaç sevkiyatını kasıtlı olarak engellediği sonucuna varan ayrıntılı bir değerlendirme sunduğunu bildirdi. Ajans, İsrail’in “Yardım çalışanlarını öldürdüğünü, tarımsal yapıları yerle bir ettiğini, ambulansları ve hastaneleri bombaladığını, ikmal depolarının üzerinde oturduğunu ve rutin olarak gıda ve ilaç dolu kamyonları geri çevirdiğini” anlattı.

Özellikle korkunç bir örnek olarak, sınırın 30 mil ötesindeki bir İsrail limanında, Gazzelilerin çoğunu beş ay boyunca beslemeye yetecek kadar un da dahil olmak üzere gıda stoklanmıştı; ancak bu stoklar kasıtlı olarak saklandı. Dışişleri Bakanlığının mülteci kurumu da İsrail’in yardımları kasten engellediği sonucuna vardı ve ABD destekli yardımları engelleyen devletlere silah sevkiyatının dondurulmasını zorunlu kılan ABD mevzuatının kullanılmasını tavsiye etti. Ancak Blinken, bu değerlendirmeleri reddetti ve ABD hükümeti, kendi kurumlarının Gazze halkını kasıtlı olarak aç bıraktığı sonucuna vardığı bir devlete 8.7 milyar dolar değerinde yeni bir askeri yardım paketini onayladı.

Şimdi kendinizi başka bir evrene taşıyın: İngiliz siyasi elitinin evrenine. Muhafazakar Partinin iki lider adayı İsrail’e bağlılığın Britanyalılığın temel bir özelliği haline getirilmesini önerdi. Robert Jenrick, “İsrail’in yanında olduğumuzu” göstermek için Britanya’ya giriş yapılan her noktada Davut Yıldızı’nın sergilenmesi gerektiğini ilan ediyor. Kemi Badenoch, “Birleşik Krallık’a yeni göç edenler arasında İsrail’den nefret eden sayısından” etkilendiğini belirtiyor ve ekliyor: “Bu duygunun burada yeri yok.” Bu arada, İran’ın balistik füze saldırısının ardından -İsrail’den herhangi bir kayıp bildirilmedi- İngiltere Başbakanı Keir Starmer, yaptığı resmi konuşmada tutkulu bir şekilde “İsrail’in yanındayız” dedi. Filistin’den Lübnan’a kadar İsrail tarafından katledilen on binlerce Arap için bu duygunun en ufak bir parçasını bile göstermeyen bir adam var karşımızda. Tepkilerdeki bu eşitsizliği ırkçılıktan başka hangi kelime açıklayabilir?

Neyse ki İngiliz halkının yaşadığı evrenler bunlar değil. Seçmenlerin üçte ikisi İsrail’e olumsuz bakarken, yüzde 17’si olumlu bakıyor: Bu oran rekor düzeyde düşük. Her 10 kişiden yedisi İsrail’in savaş suçları işlemiş olabileceğine inanırken (Sadece yüzde 8’i karşı çıkıyor), yüzde 54’ü Benyamin Netanyahu hakkında savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle tutuklama emri çıkarılması gerektiğine inanıyor (Yüzde 15’i karşı çıkıyor).

Ancak yöneticilerimizin İsrail’e olan bu bağlılığı hem tarifsiz vahşetlere hem de giderek daha da tiksinti verici hale gelen kamuoyuna rağmen ayakta kalmayı başarmıştır. Rasyonel bir dünyada, böylesine canice katliamlar yapan bir devletle gönülden bir ittifakı savunmak sizi utanç içinde kamu hayatından uzaklaştırırdı; burada ise bu ana akım, saygıdeğer bir pozisyon ve buna karşı çıkanlar nefret dolu aşırılık yanlıları olarak şeytanlaştırılıyor.

İsrail’in bunu sarsmak için tam olarak ne yapması gerekiyor? Bebeklerin kafalarına keskin nişancı atışları yapılmasından, dehşete düşmüş ailelerin arabalarında katledilmesine kadar, zamanımızın en kötü çocuk katliamını gerçekleştirdi ve şimdi de tüm bir nüfusu kasten aç bıraktığı açık. “Save the Children/Çocukları Koruyun” örgütü, İsrail askerlerini hapishanelerde Filistinli çocuklara cinsel istismarda bulundukları için kınarken, İsrail hem erkek hem de kadın tutuklulara tecavüz etmekle suçlanıyor. En az 885 sağlık çalışanını öldürmüş, kadınlara sezaryen, çocuklara ise anestezi yapılmadan ampütasyon ameliyatları yaptırmıştır. Askerleri, İslam Devletini andıran sahnelerde Filistinli cesetleri çatılardan aşağı itiyor. Bu arada İsrailli bakanlar, politikacılar, subaylar, askerler ve gazeteciler kan dondurucu cinayet ve soykırım söylemleri konusunda birbirleriyle yarışıyor.

Batı’ya düşman bir devlet böylesine çirkin bir vahşetten suçlu olsaydı, bunun çağımızın en büyük suçlarından biri olduğu konusunda yaygın bir fikir birliği olurdu. Ancak Filistinli Avukat Diana Buttu’nun da belirttiği gibi, “Dünya bize hiçbir şeyin 7 Ekim’i haklı çıkaramayacağını söylüyor ama yine de İsrail’in yaptığı her şey 7 Ekim ile haklı çıkarılabilir.” İsrail’in eylemlerinin en kuduz amigolarına odaklanmak kolaydır, ancak yorumculardan kamuya mal olmuş kişilere kadar, ülkeleri bu bitmek bilmeyen kan banyosunda suç ortağı olmasına rağmen, özellikle de devam eden silah satışlarıyla, sessiz kalan ya da üstünkörü ellerini ovuşturan pek çok kişi de var. Geçmişimizin dehşeti her zaman sessizler tarafından mümkün kılınmıştır.

Cidden, ne gerekiyor? Müttefikliğimizi savunmanın kamuoyu nezdinde bir utanç meselesi haline gelmesi için İsrail’in hangi vahşeti işlemesi gerekir? Böyle bir eşik var mı? Ve Batı, varoluşları yok edilen bu Arap hayatlarına çok az değer verdiğini dünyaya bu kadar açık bir şekilde söylediği için hangi korkunç hasadı toplayacak?

Çeviren: Sarya Tunç

ALMANYA: YENİ FEDERAL KRİMİNAL DAİRESİ YASASI ANAYASAYA AYKIRI

Matthias MONROYNeues Deutschland

Anayasa Mahkemesi, salı günü, Federal Kriminal Dairesi (BKA) Yasası’nın 2017 versiyonunun bazı bölümlerinin anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Karar özellikle irtibat kişilerinin izlenmesine ve polis bilgi ağında (INPOL) aşırı veri depolamaya ilişkin düzenlemelerle ilgili. Bu, 2019 yılında Özgürlük Hakları Derneğinin (GFF) yardımıyla dava açan beş şikayetçinin kilit noktalarda başarılı olduğu anlamına geliyor. BKA Yasası’nın 31 Temmuz 2025’e kadar değiştirilmesi gerekiyor. Mahkemenin birinci senatosu, BKA’nın şüpheli veya sanıkların irtibat kişilerini “terörle mücadele amacıyla özel araçlarla” gizlice izlemesine izin veren 45. fıkranın, bilgi edinmede kendi kararını verme temel hakkıyla bağdaşmadığına hükmetti. Bunun için öngörülen müdahale eşiği, kararın gerekçelerine göre orantılı değil. Gazeteciler, iş ortakları, seyahat acenteleri veya diğer hizmet sağlayıcılar gibi irtibat kişileri BKA tarafından izlenecekse, onlarla ilgili “en azından somut bir tehlikenin” mevcut olması gerekir. Ancak o zaman uzun vadeli gözetim, gizli polis memurları veya muhbirler onlara karşı kullanılabilir.

Mahkeme ayrıca polisin INPOL ağında veri depolamaya ilişkin düzenlemelerini de eleştirdi. Mahkemeye göre, BKA Kanunu’nun “ihtiyati depolama”ya ilişkin 18. maddesindeki özel bir paragrafta “uygun depolama eşiği” ve depolama süresine ilişkin yeterli spesifikasyonlar bulunmuyor. GFF, Almanya genelinde polis ve gümrük yetkilileri tarafından kullanılan INPOL veri tabanının, gelecekte suç işlemesi beklenen kişileri de tehlikeli olarak işaretlediğinden şikayetçi olmuştu. Bu, etkilenenler için muazzam bir damgalanma potansiyeline sahip.

Salı günkü kararda Karlsruhe Senatosu, BKA’nın gözetim tedbirlerinden elde edilen verileri başka amaçlarla işlemeye devam etmesini de eleştirdi. Hakimlere göre, asıl nedenin kullanılması, anayasa hukuku kapsamında özel olarak gerekçelendirilmesi gereken, temel haklara yönelik yeni bir ihlal. Ancak bu yalnızca INPOL sistemine bağlı diğer Alman makamları tarafından daha ileri işlemlere ilişkin düzenlemelerle ilgili. Ancak Federal Anayasa Mahkemesine göre BKA’daki iç süreçlerin amaç değişikliği yasal gereklilikleri karşılıyor.

BKA Yasası, 1951’de yürürlüğe girmesinden bu yana birçok önemli değişikliğe uğradı. Federal Anayasa Mahkemesinin nüfus sayımı kararındaki gereklilikleri dikkate almak amacıyla 1997 yılında önemli bir revizyon yapıldı. En köklü değişiklik 2009 yılında yürürlüğe girdi ve uluslararası terörle mücadeleyle ilgiliydi. BKA’ya ilk defa 24 yeni maddeyle tehlikeyi önleme yönünde geniş yetkiler verildi.

Yeni soruşturma yöntemleri ve gözetleme seçenekleri arasında, ağ aramaları, çevrim içi aramalar, internet ve telekomünikasyonun izlenmesi, cep telefonlarının yerlerinin belirlenmesi ve şüpheli olmayanlar için bile yaşam alanlarının izlenmesi yer alıyordu. Ayrıca BKA’ya belirli bir suç şüphesi olmaksızın önleyici soruşturma yapma hakkı da verildi.

2009’daki bu değişiklik sonuçta çok sayıda, bazıları başarılı anayasa şikayetlerine yol açtı. Ancak genel eleştiri hâlâ sürüyor: BKA Yasası, suçları çözmeye yönelik bir araçtan, “ihtiyati” bir gözetleme aracına dönüştü ve aynı zamanda temel haklara şüpheli müdahalelere de izin veriyor. Bu, Özgürlük Hakları Derneği (GFF) gibi sivil haklar kuruluşlarının çalışmalarını daha da önemli hale getiriyor. GFF salı günü yaptığı açıklamada, BKA Yasası’na karşı verilen kararın, anayasaya aykırı gözetim yasasına karşı alınan yedinci başarı olduğunu belirtti.

Mahkemede Federal İçişleri Bakanı sertleştirme ve BKA’nın yetkilerini genişletmeyi savundu. Davacıların kısmi başarısından sonra neler olacağı merakla bekleniyor.

Çeviren: Semra Çelik

FRANSA 2025 BÜTÇESİ: SOSYAL GÜVENLİK VE KAMU HİZMETLERİNDE 45 MİLYAR AVROLUK KESİNTİ

Stéphane GUERARDHumanité

Michel Barnier nasıl ağırlayacağını bilen bir başbakan. Geçen hafta işçi sendikalarını (bBaşbakanlık konutu) Matignon’a davet ettiğinde, çok fazla konuşmadan dinledi, not aldı ve ilgi gösterdi. Konukları, önceki başbakanlar Philippe, Castex, Borne ve Attal yönetiminde geçen yedi yıllık “Sürekli bela yaratan” dönemden sonra, sağcı yaşlı kurdun emekçilerin sesine dikkat etmeye başlayabileceğine dair bir umut ışığı olduğunu görmekten memnun ayrıldılar. Ta ki çarşamba günü 2025 yılı kamu bütçe çerçevesi yayımlanana kadar. “Açıklamalarını düzenlediğimiz mitingden önce yapmamış olması yazık oldu. Sokaklarda daha da fazla insan olurdu! Bu gerçekten çok acımasız bir sağcılığın ifadesi” diye iğneliyor Solidaires Sendikası Yöneticisi Murielle Guilbert.

Matignon ve Bercy (Hazine Bakanlığı) tarafından sunulan bütçe teklifi, çarşamba akşamı yapılması planlanan sendika liderleri toplantısını heyecanlandırmış olmalı. Başbakan Michel Barnier, kamu harcamalarında 45 milyar avrodan fazla kesinti yapılacağını resmen açıklarken, en zengin ve en büyük şirketlere 15 milyar avrodan daha az geçici vergi koyulacağını ifade etti. Bu da ona sosyal koruma ve kamu hizmetlerinin büyük kasabı ünvanını şimdiden kazandırdı. Fransa’nın kesinti rekortmeni Manuel Valls’ın 2014-2017 yılları arasında bütçede yaptığı 50 milyar avroluk tasarruftan daha fazla. Tıpkı François Fillon ve onun 2012’deki 11 milyar avrosu gibi.

“Barnier’in sunduğu plan (Bir Önceki Ekonomi Bakanı) Le Maire planından daha kötü,” diye özetliyor CGT Konfederal Büro Üyesi Denis Gravouil: “Dengeliymiş gibi görünmek için en zengin insanları ve büyük şirketleri geçici olarak vergilendiriyor. Ancak bu kamu harcamaları üzerinde uygulanacak kemer sıkma politikalarını gizliyor. Üstelik bu kesinti çok daha büyük çaplı” (...)

2025 yılına kadar harcamaları GSYH’nin 5 puanına eş değer bir oranda azalmış olması hedefleniyor. Ancak hükümet bütçede değişiklik yapılması ihtimalini göz ardı etmediği için el freni 2024’te olduğu gibi erken bir tarihte de çekilebilir. Sonraki yıllara gelince, Michel Barnier’nin 2029’da kamu açığını yüzde 3’ün altına düşürme sözü veren Attal ve Le Maire’in izinden gitmesi de şaşırtıcı olmayacak. (...)

“Harcama kısıtlaması” yerel yönetimlere de uygulanacak. Bercy bize bunun “cezalandırıcı” bir şey olmadığını söylüyor. Harcamalarındaki artışın “GSYH’nin 0.4 puanıyla sınırlı” olması dışında, finanse edilecek işler, ihtiyaç seviyesinin çok altında olacak. Hükümet, Sayıştayın 2030 yılına kadar 100 bin memur kadrosunun azaltılması önerisine de uyacak.

Sosyal güvenlik sistemine gelince, kesintiler herkesi etkileyecek. Emekli maaşlarının enflasyona endekslenmesinin altı ay ertelendiği ve bunun da sabit avro cinsinden gelirlerinde düşüş anlamına geldiği emekliler de dahil olmak üzere. Ayrıca, sağlık sigortası harcamaları için ulusal hedefte öngörülen yüzde 2.8’lik artış, bakım ve sağlık ihtiyaçlarını karşılamasa da enflasyona ayak uyduracağından, hastalanma talihsizliğini yaşayacak herkesi etkileyecek.

Parlamentoda sol görüşlü üyeler ise bu bütçe taslağı karşısında iki kat dehşete kapıldı. “Salı günkü genel politika açıklamasının boşluklu olması bazıları tarafından zekice olarak nitelendirildi. Aslında bu bir tür küçümseme ve parlamentoyu baypas etme yöntemiydi” diyor Place Publique Milletvekili Aurélien Rousseau.

“Fransızlar, bu politikanın sonucunda zarar görecek olanların çalışan ve orta sınıflar olduğunu görecekler. Hükümetin yedi yıl boyunca en zenginlere verdiği hediyelerin yarattığı borcu ödeyecek olan emekçi halk olacak” şeklinde de özetliyor komünist Senatör İan Brossat.

Çeviren: Eren Can

 

ÖNCEKİ HABER

3 aydır ücretlerini alamayan işçiler inşaatın çatısına çıktı

SONRAKİ HABER

Ataması yapılmayan öğretmenler: Mülakatla değil liyakatla atama

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa