07 Ekim 2024 04:37
Son Güncellenme Tarihi: 07 Ekim 2024 08:00

‘Yeni Ortadoğu’yu dizayn etme stratejisi

İsrail saldırılarının bir yıl sonra geldiği nokta, Arap basınında, Batılı emperyalistlerin bölgedeki durumu yeniden dizayn etmek amacıyla yürüttükleri stratejinin bir parçası olarak yorumlandı.

Fotoğraf: Houssam Shbaro/AA

Paylaş

Yusuf ERTAŞ

İsrail, bir yıl önce Gazze’ye karşı başlattığı savaşı Lübnan’ı da kapsayacak şekilde genişletirken, İran Hamas’ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ve İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Abbas Nilüferşan’ın öldürülmesine misilleme olarak İsrail’i 200’e yakın balistik füzeyle vurdu. Öte yandan ABD bölgeye askeri yığınak yapmaya devam ediyor. Arap basınında ABD ve Batılı emperyalist ülkelerin İsrail’e tam destek verme konusunda daha açık bir tutum almaya başladıklarına dikkat çekiliyor ve İsrail’in savaşı Lübnan’a doğru genişletmesinin ABD’nin onayı ve açık desteği ile gerçekleştiğine işaret ediliyor.

ABD STRATEJİSİNİN BİR PARÇASI

Gözlemciler, İsrail’in ABD ve Batılı emperyalist ülkelerin desteği ile bölgede kontrolsüz bir saldırı içine girdiğine işaret ediyor. Gazze’de belirlediği Hamas’ın ortadan kaldırılması, Gazze’de tam kontrolün sağlanması ve Gazze’de yaşayan iki milyon Filistinlinin Mısır’da Sina’ya sürülmesi hedeflerinin hiç birini gerçekleştiremeyen faşist Netanyahu Hükümeti, ağır hava bombardımanı eşliğinde Güney Lübnan’a bir kara harekatı başlatarak savaşı Lübnan’a taşıdı. Gözlemciler ABD’nin yeşil ışığı olmadan Netanyahu’nun böyle bir saldırıya kalkışmayacağına dikkat çekiyor. Tunus Emekçileri Partisi Yayın organı Sauvt El Şaab haber sitesinde Ammar Amrousiya tarafından kaleme alınan yazıda “Gazze Şeridi’ne karşı bu şekilde ve bu kadar uzun bir süre boyunca yürütülen ve bir yılını doldurmak üzere olan saldırı ve bunun Lübnan’a doğru genişlemesi, ABD ve bazı Batılı ülkelerin başını çektiği küresel emperyalist güçlerin ‘Yeni Ortadoğu’ olarak bilinen bölgedeki durumu yeniden dizayn etmek amacıyla yürüttükleri kapsamlı saldırgan stratejinin bir parçası” olarak değerlendiriliyor.

İRAN’IN FÜZE SALDIRISI

İran, Tahran’ın göbeğinde gerçekleştirilen İsmail Haniye suikastına karşı herhangi bir karşılık vermemesi nedeniyle aldığı yoğun eleştirilerin ardından “stratejik sessizlik” tutumunu terk ederek doğrudan saldırı pozisyonuna girdi. Al Kuds Al Arabi gazetesinin anlatımıyla “Yaklaşık 10 dakika içinde 200 civarı Fateh füzesi İran’ın Doğu Azerbaycan eyaletinden binlerce kilometre yol katederek Basra Körfezi’ndeki ABD savaş gemilerinin üzerinden ve Irak, Suriye ve Ürdün semalarından geçerek İsrail’i vurdu.” İsrail “aynı gece” karşılık vereceği tehdidini savurdu. Hedefin İran’ın nükleer santralleri olduğu ifade edildi. İran, İsrail’in karşılık vermesi halinde çok daha acıtıcı bir darbe indireceği sözü verdi. İsrail saldırısı gerçekleşmedi. Şimdilik bölgesel bir savaş istemeyen ABD tarafından engellendiği belirtildi. Mısır merkezli Aşşuruk Yazarı Halid Sayed Ahmed, “İran’ın füze saldırısı, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’yu, 7 Ekim’deki El Aksa Tufanı saldırısının birinci yıl dönümü öncesinde kibirlenip herkese karşı zafer ilan etmeye çok yaklaşmışken gerçeklere döndürdü” değerlendirmesinde bulundu.

GAZZE’DE BİR YILIN ARDINDAN

İsrail’in savaşı Lübnan’a doğru genişletmesinin ardından gündemden düşen Gazze’de savaş,1 yılını doldurdu. Bu 1 yıl içinde Gazze’de büyük bir katliam, yerinden edilme ve yıkım yaşandığına, buna karşın uluslararası düzeyde Filistin davasının önemli hukuki ve siyasi kazanımlar elde ettiğine dikkat çekiliyor. Dr. Saniya el-Hüseyni, Rai Al Youm’daki yazısında “Filistin arenası, çoğu Gazze’de olmak üzere, sahada büyük insani ve maddi kayıplar yaşadı. Öte yandan, Filistin davası, daha önce hiç elde etmediği önemli uluslararası siyasi ve hukuki kazanımlar elde etti” şeklinde değerlendiriyor.


SİYONİST VARLIK VAHŞİ SUÇLARINA DEVAM EDİYOR

Ammar AMROUSİYA
Savut Al Şaab/Tunus

Nazi varlığının (İsrail) hükümetindeki savaş suçlularının, aylarca Lübnan’ı yok etme ve işgal altındaki Filistin’in kuzey yerleşimlerindeki yerleşimcilerin geri dönüşünü ve güvenliğini sağlamak için Hizbullah’ın gücünü imha etme tehditlerinin ardından Netanyahu hükümeti, suç teşkil eden askeri eylemlerinin ağırlığını Lübnan topraklarına, özellikle de Güney Lübnan’a kaydırdı.

Yalan ve ikiyüzlülüğü dünya halklarına tekrarlayan resmi söylemin aksine, kardeş Lübnan’a yönelik siyonist saldırının tüm koşulları, en başından itibaren bu saldırıya başlama kararının Amerika’nın yeşil ışık yakması ve Beyaz Saray ile Pentagon ofislerinde kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmaların sonucu olduğunu göstermektedir. Dışişleri Bakanlığı 17 Eylül akşamı “Bu kötüleşmeden endişe duyuyoruz”  yönünde açıklama yaptı. Ertesi gün Biden, “Kalbim Lübnan’daki sivillerle birlikte” sözlerini sarf etti. Yine Washington Post’ta yer alan bir makaleye göre Biden “Akan kanı durdurmak için gece gündüz çalışıyoruz” ifadesini kullandı. Hiç şüphe yok ki tüm bu açıklamalar ve ABD yönetiminin tüm resmi söylemleri, ister Cumhuriyetçi ister Demokrat olsun, ABD yöneticilerinin geleneksel suç rolünün sadece kozmetik bir parçasıdır. Herkes, özellikle de bu cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde, Filistin ve Lübnan halklarının kan ve gözyaşları üzerinden İsrail’in zaferi için en iyi koşulları sağlamaya çalışıyor. Herkes onun seçmenlerinin oylarından yararlanmak için siyonist lobinin desteğini alma koşusu içinde.

İşgal ordusunun Lübnan halkına ve direnişine karşı yeni bir saldırı cephesi açmaya yönelmesi, işgal devletinin genel çıkarlarını ve başbakanı ile siyasi koalisyonunun kişisel hesaplarını gerçekleştirmeye çalışmanın sınırlarını aşmaktadır. Gazze Şeridi’ne karşı bu şekilde ve bu kadar uzun bir süre boyunca yürütülen ve bir yılını doldurmak üzere olan saldırı ve bunun Lübnan’a doğru genişlemesi, Amerika Birleşik Devletleri ve bazı Batılı güçlerin başını çektiği küresel emperyalist güçlerin “Yeni Ortadoğu” olarak bilinen bölgedeki durumu yeniden düzenlemek amacıyla yürüttükleri kapsamlı saldırgan stratejinin bir parçasıdır.

Ölüm ve imha makinesi, Gazze’nin ve onun yiğit direnişinin çamuruna saplanmış durumda ve Lübnan’ın ve Hizbullah’ın büyük askeri ve savaş kabiliyetlerinin bataklığına doğru ilerliyor.


İRAN-İSRAİL: ‘STRATEJİK CAYDIRICILIK’ MI SAVAŞ MI?

Al Kuds Al Arabi
Başyazı

Yaklaşık 10 dakika içinde 200 civarı Fateh füzesi İran’ın Doğu Azerbaycan eyaletinden binlerce kilometre yol katederek Basra Körfezi’ndeki ABD savaş gemilerinin üzerinden ve Irak, Suriye ve Ürdün semalarından geçerek İsrail’i vurdu.

Operasyonun siyasi bağlamında Tahran, füze saldırısını Tel Aviv’in İsmail Haniye, Hasan Nasrallah ve Abbas Nilüferşan’a yönelik suikastlarına bir yanıt olarak değerlendirdi ve Hamas’ın son liderine yönelik suikasta yanıt vermekte gecikmesini Gazze’deki ateşkesi durdurma çabasının bir parçası olarak gördü. Bu çaba Benyamin Netanyahu Hükümeti tarafından görmezden gelinmekle kalmamış, kısa süre önce Hizbullah liderine ve Lübnan Devrim Muhafızları Yüksek Danışmanı’na suikast düzenleyerek ve ardından Lübnan’a geniş çaplı bir saldırı başlatarak karşılık vermiştir.

Tahran’a göre İran silahlı kuvvetleri son saldırısını BM Şartı’nın 51. maddesi ve meşru savunma hakkına uygun olarak gerçekleştirdi ve füzelerin yüzde 90’ı hedeflerine ulaşmayı başardı. Tahran saldırının sona erdiğini duyururken misilleme yapması halinde İsrail’in altyapısını vuracağı tehdidinde bulundu.

İsrail’in açıklamaları “İran operasyonunun başarısızlığı”, İsrail’in hava sisteminin “dünyanın en üstün hava sistemi” olduğu ve Tahran’ın “Bedelini ödeyeceği” üzerine yoğunlaştı.

İsrailli yetkililerden gelen tepkiler büyük bir öfke ve sınırsız misilleme çağrıları şeklindeydi. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich “Lübnan ve Gazze Şeridi, pişman olduğu gibi Tahran da bundan pişman olacak” dedi. İsrailli muhalif liderler hükümet yetkililerini geride bıraktı. Eski Savunma Bakanı Avigdor Lieberman, petrol, gaz ve nükleer tesislerin vurulması ve İran rafinerileri ile barajlarının yok edilmesi çağrısında bulundu. Eski Başbakan Naftali Bennett de İran’ın nükleer programının imha edilmesi çağrısında bulunarak İsrail’in “50 yılın en büyük fırsatından” yararlanması gerektiğini savundu.

Bennett’in açıklaması Netanyahu ve hükümetinin olayların başladığı yaklaşık bir yıl öncesinden bu yana izlediği ve dünya diplomatlarının değiştirmek için boşuna çaba harcadığı stratejiyi etkili bir şekilde özetliyor.

Bu strateji, Filistinlilere karşı en aşırı siyonist hareketin gündemini gerçekleştirmek için 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısını istismar etmeye dayanmaktadır. Ancak, İran ve Arap bölgesindeki bağlantılı oluşumlarla çatışma ufku açıldıkça, bu strateji ABD ve İsrail’in Batılı müttefiklerini İran’la bir savaşın içine çekmek için çalışmaya dönüşmüştür.

Haniye’nin Tahran’ın göbeğinde öldürülmesi ve ardından Nasrallah’ın Amerikan bombalarıyla öldürülmesi ancak Netanyahu’nun bu geniş kapsamlı stratejik hedefi ışığında anlaşılabilir. İsrail’in son füze saldırısından sonra İran’a misilleme yapma şekli, İsrail’in Batılı müttefiklerinin tepkileri ve Tahran’ın bu misillemeye vereceği tepki; İran’ın füze saldırısının İsrail ile “stratejik caydırıcılığı” yeniden tesis etmeyi başarıp başaramadığını ya da Netanyahu ve soykırımcı hükümetinin dünyayı İran’a karşı tüm bölgeyi ateşe verebilecek bir savaşa zorlayıp zorlamadığını belirleyecektir.


LÜBNAN’IN BELİRLEYİCİ SAVAŞI

Yunus El-Sayed
Al Halic/BAE

İsrail’in Güney Lübnan’ı işgalinin adı ne olursa olsun, ister sınırlı bir operasyon isterse geniş çaplı bir savaş olsun ve hedefleri ne olursa olsun, önceki tüm savaşlardan farklı olarak bunun bir sürpriz olmadığı ve güpegündüz hazırlandığı kabul edilmektedir. Bu da savaşan tarafların kabiliyetleri açısından gerçek bir sınav teşkil edeceği ve sonuçlarının bölgenin şeklini ve geleceğini ya da ötesini belirleyebileceği anlamına gelmektedir.

Bu anlamda bu savaş, Güney Lübnan’da devam eden savaş, İsrail’in son günlerde Hizbullah’a indirdiği ağır darbelerden, genel sekreterinin öldürülmesi ve bunun sonucunda saflarında meydana gelen karışıklıktan faydalanmak, füze kabiliyetlerini ve altyapısını vurmak ve mümkünse sınır bölgelerinden uzak tutmak, kuzeydeki yerleşimcileri geri getirmek ve İsrail’in 7 Ekim’den sonra kaybettiği caydırıcılık prestijini yeniden tesis etmek istediği belirleyici bir savaştır.

Öte yandan, uğradığı tüm kayıplara rağmen, sadece hayatta kalma yeteneğini değil, aynı zamanda kendi topraklarında ve kendi alanında savaşan ve bunu yapmak için gerekli yetenek ve araçlara sahip olan karşı taraf, İsrail ordusuna büyük kayıplar verdirerek bu kayıpları telafi etme yeteneğini kanıtlamaya çalışıyor. Ancak savaş her iki taraf için de kolay olmayacaktır. İki taraf arasındaki güç dengesi karşılaştırılamaz, bu da İsrail’e büyüklük, savaş uçakları ve gelişmiş teknik yetenekler açısından üstünlük sağlarken, diğer tarafta düzensiz kuvvetler geleneksel savaşların standartlarına tabii değildir ve temas durumunda tüm bu yetenekleri etkisiz hale getirebilir. Arazi bilgisi ve topografik yapısı savaşın gidişatını etkilemede önemli bir rol oynar.

Bu savaş bağlamında dikkat çekici olan, ABD’nin pozisyonundaki dalgalanmalardır. Tam ölçekli bir savaşa karşı uyarıda bulunup son dakikaya kadar buna karşı çıkan ve ateşkes önerilerini başlatan ABD, onun yeşil ışığı olmadan gerçekleşemeyeceği açık olan bu operasyona pratik ve siyasi desteğini ifade etmeye başladı.

Washington, deniz kuvvetlerini yeni ve hızlanan gelişmeler doğrultusunda yeniden konuşlandırdı ve yeniden konumlandırdı ve bölgedeki kuvvetlerine ve hava savunmasına daha fazla takviye getirdi.

Her halükarda, bu savaşın sonucu ve genişleyerek tam ölçekli bir bölgesel savaşa dönüşüp dönüşmeyeceği hakkında konuşmak için henüz çok erken. Ancak birçok uzman ve analist bu savaşın uzun ve sert geçeceğine ve İsrail’in iddia ettiği gibi sınırlı kalmayacağına, çünkü iki çatışan veya karşıt iradeyle ilgili olduğuna inanıyor.


h7 EKİM, BİR YIL SONRA... YENİ BİR FİLİSTİN GERÇEĞİ ŞEKİLLENİYOR

Dr. Saniya el HÜSEYNİ
Rai Al Youm

Filistinliler ve davaları için 7 Ekim olaylarının üzerinden bir yıl geçtikten sonra hem olumlu hem de olumsuz pek çok sonuç ortaya çıktı ve geleceğe ışık tutabilecek gerçekler belgelendi. Filistinliler ve davaları bugün bu olayların neresinde duruyor?

Geçtiğimiz yıl, Filistin arenası, çoğu Gazze’de olmak üzere, sahada büyük insani ve maddi kayıplar yaşadı. Öte yandan, Filistin davası, daha önce hiç elde etmediği önemli uluslararası siyasi ve hukuki kazanımlar elde etti.

Geçtiğimiz yıl boyunca Filistinliler 50 binden fazla şehit ve kayıp verdi, yaklaşık 100 bin kişi yaralandı ve çok daha fazlası Gazze dışında sürgünde yaşıyor. Bugün Gazze’deki yaklaşık 2 milyon Filistinli, düşman ateşi, açlık, ilaçsızlık ve defalarca yerinden edilme tehdidi altında, güvenlik arayışı içinde zorlu bir yolculuk içinde. Batı Şeria’daki durum Gazze’den farklı değildi. Geçtiğimiz yıl boyunca 600’den fazla şehit ve binlerce yaralı verilirken, işgal güçlerinin şehir ve köylere yönelik baskınları, ev yıkımları, sokakların ve altyapının tahrip edilmesi, tutuklamalar, önceki dönemlere kıyasla en yüksek seviyeye ulaşan yerleşimci saldırıları, Filistin topraklarının geniş alanlarının ilhak edilmesi ve büyük yerleşim genişlemesi yoğunlaştı.

Öte yandan, Filistin davası geçtiğimiz yıl uluslararası siyasi ve hukuki düzeyde en iyi yılını yaşadı. Sadece uluslararası forumlarda değil, aynı zamanda Filistin ve Filistinliler için adalet talep eden yüz binlerce protestocu ve göstericiyle dolan büyük uluslararası başkentlerin sokaklarında da kendini göstererek dünya olaylarının ön saflarına geri döndü. Filistin davası yeni savunucular ve destekçiler kazanmış ve işgalin gerçekliğini yansıtan Filistin anlatısı daha yaygın hale gelmiştir.


ABD ATEŞKESİ BIRAKIP İRAN’A KARŞI SAVAŞA HAZIRLANIYOR

Al Arab

ABD yönetimi Lübnan’da derhal ateşkes sağlanması konusunda artık istekli değil. ABD Başkanı Joe Biden yönetimi, İsrail’in İran destekli militan gruplara (Hamas ve Hizbullah) yönelik saldırıları ile İran’ın İsrail’e yönelik misilleme füze saldırısı arasında önemli bir fark olduğunu vurgularken,  ABD’li yetkililerin müzakere fikrinden vazgeçmeye ve İsraillilerin yanında savaşa hazırlanmaya hevesli olduğu görülüyor. Washington’un, İsrail’e yönelik füze saldırısını kınaması bu tutumu yansıtıyor.

İsrail’e karşı tam bir ön yargı ve onu savunmaya hazır olmasıyla karakterize edilen ABD bu tutumunda yalnız değil. Çoğu Avrupa ülkesi İran’a karşı İsrail’e desteğini gizlemedi; bu da bir yıl önceki Hamas saldırısının ardından Batı’nın İsrail’e tam destek verme yönündeki tutumunda büyük bir değişiklik olduğunu gösteriyor.


GÜNEY LÜBNAN: İŞGALCİ DEVLET SALDIRI BATAKLIĞINDA

Al Kuds Al Arabi

İsrail işgal ordusu, Güney Lübnan’a komşu birçok bölgede bir dizi saha operasyonu başlattı ve diğer askeri önlemlere ek olarak sınırlı ve belirli hedeflerle yerel olarak tanımlanan bir dizi baskın başlattı. Bunların tümü, işgalin Hizbullah güçlerini sınırdan uzaklaştırmakla ilgili olarak ilan ettiği amaçlarla sınırlı görünmeyen bir İsrail kara saldırısının ilk aşamalarının başlangıcını gösteriyor.

Her ne kadar İsrailli politikacılar saldırının kapsamının sınırlı ve kısa süreli olduğunu vurgulamaya hevesli olsalar da, geçmiş deneyimler İsrail’in 1982’de Güney Lübnan’a yaptığı saldırının da “sınırlı” olarak başladığını ancak 18 yıl süren bir İsrail işgaline dönüştüğünü göstermiştir.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

İsrail Suriye'ye saldırdı

SONRAKİ HABER

"Nasrallah 21 günlük ateşkesi kabul etmişti, İsrail reddetti"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa