Yunanistan ve Türkiye: Sorunun mu bir parçası yoksa çözümün mü? Bu bize bağlı!
Basit gerçek şu ki, Ege’nin her iki yakasındaki hükümetler ve burjuvazi, Ortadoğu’da ve Güneydoğu Akdeniz’de çözümün değil, sorunun bir parçasıdırlar.
Fotoğraf: Murat Kula/AA
George PAVLOPOULOS*
İsrail’in Filistinlilere ve Ortadoğu’nun diğer halklarına karşı yürüttüğü soykırım savaşı devam ederken, bölgesel bir savaşa dönüşme tehdidi son yıllarda hiç olmadığı kadar açık ve büyük. Özellikle de İsrail birlikleri ve tanklarının, Hizbullah liderinin ve ülkedeki FHKC ve Hamas’ın da aralarında bulunduğu birçok üst düzey yetkilinin öldürülmesinin ardından Lübnan’ı işgale başlamasından sonra.
Gazze ve Batı Şeria, Lübnan, Suriye ve Yemen’e yönelik saldırılar, ABD ve diğer batılı hükümetlerin desteğini alan terör devletinin durmayacağını kanıtlıyor. En azından durmaya zorlanana kadar, ki bu da ancak kitlesel ve küresel bir savaş karşıtı hareketle başarılabilecek bir şey.
Bölge ve insanlık için tehlike çok büyük. Her şeyden önce halklar için, çünkü onlar (yani biz) çağımızın emperyalist savaşlarında, Ukrayna’da açıkça görüldüğü gibi, “kurbanlık et” olacaklar. Gideon Rachman’ın Financial Times’ta yazdığı gibi, “Netanyahu Ortadoğu’da yeni bir bölgesel düzen getirmeyi hayal ediyor olabilir. Ancak bölgesel kaos -getirdiği tüm tehlikelerle birlikte- daha olası bir sonuç gibi görünüyor.”
Bu bağlamda, ülkelerimizin hükümetlerinin bilinçli olarak seçtikleri rolün farkında olmalıyız. Yunan hükümeti İsrail’i ve savaş hedeflerini destekliyor ve kendisini “tarihin doğru tarafına” koyduğunda ısrar ediyor. İsrail ordusuna mümkün olan her türlü yardımı sağlıyor, Yunanistan hava sahasında sık sık askeri tatbikatlar yaparak bölgedeki diğer egemen ülkelere karşı saldırıları teşvik ediyor. Bazı medya kuruluşlarına göre, ABD’nin uçan radarlarının (AWACS) Beyrut banliyölerinde Hasan Nasrallah’ın öldürüldüğü bombardımanla ilgili olarak İsraillilere önemli bilgi ve yardım sağlamak üzere Yunanistan’dan havalanması tesadüf değil.
SAHTE ANLATI: YUNANİSTAN TÜRKİYE’YE KARŞI
Hükümet aynı zamanda Yunanistan’ı NATO ve ABD’nin büyük bir askeri ve hava üssüne dönüştürüyor. Ülke halihazırda Kiev’e silah ve mühimmat transferi için önemli bir merkez konumunda ve bu da onu son 31 ayda her iki taraftan da bir milyondan fazla can kaybına neden olan bu çatışmada da aktif bir oyuncu haline getiriyor.
“Batı’nın iyi adamı” olduğunu kanıtlayan Yunan hükümeti, savaş uçakları, fırkateynler ve çok daha fazlası gibi yeni, gelişmiş ve daha ölümcül silahlar için milyarlarca dolar harcıyor. Üstelik bunu, milyonlarca insanın düşük ücretlerden, yüksek hayat pahalılığından, işsizlikten ve kamu sağlık ve eğitim sistemlerinin tahribatından muzdarip olduğu bir dönemde yapıyor.
Bunu nedensiz yapmıyor. ABD ve AB’nin çıkarlarına hizmet etmek, onları bölgedeki enerji rüşvetinden daha büyük bir pay alacaklarına ve Türkiye ile çatışmada Batılı “büyük güçlerin” desteğini alacaklarına inandırıyor. On yıllardır bize söylenen, her şeyin sorumlusunun, ne pahasına olursa olsun karşı koymamız gereken “Türk tehdidi” olduğudur.
Uluslararası alanda tanınan Kıbrıs hükümetinin tutumu da neredeyse aynı. Ada, Yunanistan ve Türkiye’den çok daha küçük olmasına rağmen, kritik ve stratejik konumu çok daha büyük bir rol talep etmesini sağlıyor. Elbette bunun karşılığında bölgedeki İngiliz ve ABD savaş makinelerinin ana tesislerine ev sahipliği yapmakta ve İsrail’in şiddetli bir destekçisi olmaktadır.
Tüm bu argümanlar her iki ülke halkından gerçeği gizleyerek sanal bir gerçeklik ve sahte ikilemler yaratıyor. Erdoğan’ın sürekli olarak “Mavi Vatan” gibi davalar için bastırdığı ve ikiyüzlü şekilde kendisini İsrail saldırganlığına karşı Filistinlilerin savunucusu olarak sunduğu Türkiye’deki duruma benzer bir şey: Halbuki Kürtlerin haklarını bastırırken Suriye ve Irak gibi komşu ülkeleri de işgal etti.
Basit gerçek şu ki, Ege’nin her iki yakasındaki hükümetler ve burjuvazi, Yunanistan ve Türkiye arasındaki çatışmada ve toplumlarımızda ekilen nefrette aynı sorumluluğu paylaşmaktadır. Ortadoğu’da ve Güneydoğu Akdeniz’de çözümün değil, sorunun bir parçasıdırlar.
Onlara karşı, NATO ve AB’ye karşı, her türlü zalime karşı, barış-ekmek-sağlık-demokrasi için mücadele, tüm savaşların sona ermesi için verilen acil mücadeleye katkıda bulunabilmemizin en iyi yoludur. Pink Floyd’un onlarca yıl önceki anıtsal albümü “The Wall/Duvar”da söylediği gibi, birlikte ayakta kalırız, bölünürsek düşeriz.
* PRIN Gazetesi Editörü