5 ödüllü ‘Ölü Mevsim’: Toplumsal gerçeklere sinematik bir dokunuş

“Ölü Mevsim” filmi, İstanbul’da yaşayan Nimet ve Öznur adında iki kız kardeşin hikayesine odaklanıyor.

08 Ekim 2024 04:15
Paylaş

Merve TUR
Volkan PEKAL
Adana

Doğuş Algün’ün yönetmenliğini üstlendiği “Ölü Mevsim”, İstanbul’un kıyısında, mahalle baskısı, muhafazakarlık ve aile sırları altında ezilen iki kız kardeşin dramını konu alıyor. Filmin başrollerinde Ece Yaşar ve Funda Eryiğit yer alırken, yapım 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali'nde "En İyi Senaryo", "En İyi Kadın Oyuncu" ve "En İyi Erkek Oyuncu" gibi 5 ödül kazanarak büyük yankı uyandırdı. Özellikle güçlü senaryosu ve çarpıcı karakterleriyle dikkat çeken film, sinemanın toplumsal meseleleri derinlemesine ele alma gücünü bir kez daha kanıtlıyor.

Film, İstanbul’da yaşayan Nimet ve Öznur adında iki kız kardeşin hikayesine odaklanıyor. Aile bağları, toplumsal cinsiyet rolleri ve mahalle baskısı gibi konuların gölgesinde hayatları yavaş yavaş parçalanan bu iki kadının dünyası, aynı zamanda Türkiye'nin güncel toplumsal yapısına da ışık tutuyor. 

Senarist ve yönetmen Doğuş Algün ile senaryoyu yazarken hangi temalara odaklandığını ve filmin alt metninde vermek istediği mesajları konuştuk. Aynı zamanda, oyuncu Ece Yaşar’ın filmdeki karakterine nasıl hazırlandığını, rolüne hangi bakış açısıyla yaklaştığını ve “Ölü Mevsim”in onun oyunculuk kariyerine nasıl katkı sağladığını da ele aldık.

‘HİKAYE ÇOCUKLUĞUMA TEKABÜL EDİYOR’

Selen Örcan ile birlikte senaryoyu oluştururken hangi temalar üzerine odaklandınız? Hikaye anlatımında öncelikli olarak vermek istediğiniz mesaj neydi?

Doğuş Algün: Hikaye oluşmaya başladığında bunun bir film olacağından haberim yoktu. Çünkü hikaye çocukluk yaşlarıma tekabül ediyor oradaki anılar ve günümüz baktığımız zaman bir şeyin filme dönüşmesi refleksi oluşuyor. Oradaki hikaye yavaş yavaş ortak senaristimiz Selen Örcan ile birlikte dönüştü.

Tam anlamıyla hafızamı okuduğum zaman bir his vardı. O hissin peşinden giderek oluşturduk diyebilirim.

Filmde yemek masası, kanepe gibi alanlarda yapılan diyalog sahneleri yoğun. Bu tarz sahneleri seçme nedeniniz neydi?

D. A.: Yani senaryo onu istedi diyebiliriz. Filmin senaryo yani ilk hallerinde tabii daha farklı mekanlar da vardı. Daha geniş görebileceğimiz mekanlar vardı. Ama senaryoda kurgu gereği oralaraları çıkarınca daha farklı bir şey gibi gözükmüş olabilir. Ama filmin genel atmosferiyle mekanların bütünleştiğini düşünüyorum. Yani hikayeye hizmet etmeye başladılar.

“Ölü Mevsim”de canlandırdığınız karaktere nasıl hazırlandınız? Bu rol için özel bir araştırma veya çalışma yaptınız mı?

Ece Yaşar: Senaryoyu okuduğumda ilk aklıma gelen karakterden çok da uzak bir karakter çıkmadı ortaya.

Senaryoyla atadık aslında neyi nasıl yaptığını karakterin de. Oradan yola çıktık ve tabiri caizse aslında biraz prototip bir karakterdi bir yandan ama neşesini de tutmaya çalıştım. Öznur en başından beri başka bir yerden de bakabilen bir karakter. Beni heyecanlandıran da biraz burası oldu. Yani çok mağdur ve kurban gibi görünse de aslında öyle hissetmediği bir dünyası var bence.

‘KADIN MESELESİ ÜZERİNE DÜŞÜNMEK HAYATIMIZIN BİR PARÇASI’

Karakterinizin geçirdiği duygusal değişimlerin sizi en çok etkileyen yönü neydi? O duygusal geçişleri ekrana taşımak zor oldu mu?

E. Y.: Aslında kadın meselesi üzerine düşünmek hayatımızın bir parçası. Aslında bunları biliyoruz ve sürpriz değil hiçbirimiz için. Bu yüzden de çok zorlandığımı söyleyemeyeceğim. Çünkü zaten dert ettiğimiz şeylerdi. Hatta karakteri özellikle dramatize etmemeye çalıştım. 

‘FİLM SAKİN BİR DERE GİBİ AKSIN İSTEDİK’

Filmde seyirciye bazı bilgileri vermeme ya da geç verme tercihiniz vardı. Bu yaklaşımınızın arkasında hangi dramatik ya da estetik nedenler yatıyor?

E. Y.: Bir örüntüye başlarken bazı bilgileri almamız gerekiyor, filmin dünyası hakkında bir açılış ve bir serim görmek açısından. Filmin başında biraz öyle bir alan açtık. Yani önce karakterlerin ne yaptığını, hayatta nerede durduklarını ve başlarına gelen her şeyden önceki daha nötr pozisyonlarını anlamaya ve göstermeye çalıştık galiba. Zaten çok olay olay bir şey oluyor ve onun arkasından da hayattaki gerçekçilik gibi bir günde bir şey değişiyor ama burada daha üstü kapalı. Maalesef hüzün de orada yani. Ne olduğunu çok da anlamıyorsunuz. Onun için de çok aksiyonlu bir giriş hizmet etmeyecekti bence filmin sonuna.

D. A.: Film çok sakin bir dere gibi akıp gitsin istedik ve bu büyük anlar zihnimizi çok bulandırabilir. Filmin çok önüne geçebilirdi. Tamamen bunun üzerine konuşuyor olabilirdik. Çünkü bir şeyi görmek bizi o konuda hassaslaştırıyor. Örnek veriyorum, kötü bir anın bir videosu gelse önümüze belki sokaklara bile dökülüp isyan edecek noktaya gelebiliriz. Bir cinayet olabilir, bir şiddet anı olabilir ama bunu bir haber küpüründe gördüğümüz zaman hızlıca geçebiliyoruz. Seyirci o konularda nasıl hissedecek, merak ettiğim buydu. O büyük anların hiçbirini göstermemeyi tercih ettim açıkçası. 

‘HEPİMİZ GÖÇMEN ADAYIYIZ’

Filmde günümüz Türkiye’sine dair işaretler var. Toplumsal cinsiyet rolleri, göçmen emeği ve göçmen karşıtlığı gibi sosyal konular hikayeye yansıyor. Bu temaları işlemedeki amacınız neydi?

D. A.: Benim lisans tezim göç üzerine zaten. Önceki belgesel filmim “Sıcak Yatak” da İstanbul'daki Afrika kıtasından gelen göçmenler üzerine kurulu. Önceki kısa filmim yine bir iç göç hikayesi. Göç etmek bana çok kendine has gelir. Zihnimizde bir göçmen, mülteci profili var ama hepimiz göçmen adayıyız. Yani öyle bir coğrafya burası. Türkiye'yi merkeze okuyup şöyle pergelle çevirdiğimiz zaman bizim coğrafyamız bunu her an yapabilir. Biz de o reflekste insanlarız aslında. Filmimizde, kurduğumuz öyle bir aksın da çalıştığını düşünüyorum açıkçası, yani oradaki göçmenlik meselesi ve ona karşı duruş meselesi ile ilgili. 

Filmde güçlü bir oyuncu kadrosu var. Funda Eryiğit, Erdem Şenocak ve Serkan Ercan gibi isimlerle çalışmayı nasıl deneyimlediniz? Oyuncu seçiminde belirleyici unsurlar neydi?

D. A.: Harika Uygur’la yaptık kastı (oyuncu seçimini). Nasıl kast yapacağız diye zorlanırken isimler belirlenmeye başlayınca çok kolaylaştı bizim için. Çünkü çok kafa dengi ve bizimle aynı bakalabilen insanlarla çalışacağımızı hissettik. Yani Ece de onlardan biri. Böyle yönetmen için de güvende hissettiği bir alan oluyor. 

E. Y.: Benim için başta biraz korkutucuydu. Ama sete girince o kadar akışında bir şeyle karşılaştım ki saldım gitti.

İlk uzun metrajında Doğuş Algün ile çalışmak nasıldı? Yönetmenin çalışma tarzı ve setteki iletişiminden bahsedebilir misiniz?

E. Y.: Doğuş en başından beri herkese ne istediğine ve ne anlatacağına yönelik güveni verdi. Bu kısımları bize çok zarifçe açıkladı. Çok sabırlı da davrandı. Masa başında hakikaten uzun bir mesai yaptık. 

Oyunla ilgili de gerçekten çok büyük alan açıyor. Müdahil olmaması gereken yerleri çok iyi saptıyor.

“Ölü Mevsim”den sonra hangi konulara veya temalara yönelmeyi planlıyorsunuz? Bu film, gelecekte yapmayı düşündüğünüz projeler için bir referans noktası mı olacak?

D. A.: Bunu bilemeyiz açıkçası nasıl bir filmografim olacak nereye doğru yönelecek bilmiyorum. Yine yapımcımız Burak Kaplan’la çalıştığımız bir senaryomuz var. Onun üzerine odaklanacağız ama tabii “Ölüm Mevsim” ile çoğu noktada organik bir bağı var. O konuyu hiç analiz etmedim ama nereye doğru gidecek, nasıl temalarda dolanacağız meselesinin cevabını bilmiyorum. Bizi heyecanlandıran bir şey olduğunda kenetleniyoruz ve sonuna kadar devam etmeye çalışıyoruz. 

Daha önceki projelerinizle kıyasladığınızda, bu film kariyerinizde nasıl bir adım oldu? “Ölü Mevsim”deki performansınız sizi nasıl geliştirdi?

E. Y.: Aslında çekimleri tamamlandıktan sonra da önü belli sonu belli ve derinliği olan bir karakter hissettim. “Bundan sonrakiler de güzel olacak, böyle olacak” dedim içten içe. Umarım yine Doğuş'la ve herhangi bir bağımsız filmde çalışırım.

ÖNCEKİ HABER

1'inci Ahmet Say Müzik ve Edebiyat Ödülleri: Edebiyatta Ahmet Telli, müzikte Can Çakmur'a ödül

SONRAKİ HABER

Hollanda’dan Ukrayna'ya 400 milyon avro destek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa