İskender Bayhan: Amaç, sermaye terörünün yarattığı yıkımı unutturmak
EMEP İstanbul Milletvekili İskender Bayhan: Halkın hoşnutsuzluğu büyürken Erdoğan iktidarı bir kez daha ‘milli mutabakat cephesi’ ve ‘büyük Türkiye koalisyonu’ edebiyatıyla bu tepkiyi ezmek istiyor.
Fotoğraf: TCCB
Zeliş IRMAK
İstanbul
CHP ile başlayan normalleşme tartışmaları, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “iç cepheyi güçlendirelim” söylemlerine oradan da Mecliste el sıkma hamlelerine uzandı. Cumhur İttifakı tarafından DEM Partiye bazen açık bazen üstü kapalı mesajlar verilirken DEM Parti somut adımlar beklediğini ifade ediyor.
Tartışmaların işçi ve emekçilere yansımasını, halkın ihtiyacını duyduğu cephenin nasıl olması gerektiğini Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili İskender Bayhan’a sorduk. Bayhan, “Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu iç cephenin temeli işçi sınıfıdır, üretici köylüdür, küçük esnaftır ve emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayan işçi ve emekçiler ile ezilen halk kesimlerinin cepheleşmesidir” dedi.
Tek adam yönetimi bir iç cepheye ihtiyaç duyuyor mu, duyuyorsa neden?
20 yılı aşkın iktidar tarihini, özellikle tek adam rejimi inşası sürecini ele aldığımızda, AKP’nin dönem dönem ‘milli mutabakat cephesi’ ya da ‘büyük Türkiye koalisyonu’ gibi kavramlar etrafında çağrı ve propagandaya yoğunluk verdiğini görürüz.
Bu dönemler esas olarak Erdoğan’ın müttefikleriyle birlikte gerileme, işçi, emekçilerin, ezilen halk kitlelerinin gözünde güç ve itibar kaybetme dönemleridir. Amacı, halk sınıflarının nezdinde kaybettiği desteğini yenilemek ve egemen sınıflar cephesindeki çelişkileri yatıştırmak olan bir politikadır bu.
Son dönemde “İsrail Türkiye’ye saldıracak” çıkışlarını da düşündüğümüzde “Büyük Türkiye cephesi” ya da beka sorunu öne çıkarılarak yapılan “Türkiye mutabakatı” şeklindeki çıkışların temelinde de işçi ve emekçilerin ekonomik ve sosyal açıdan mahkum edildikleri ağır sömürü koşullarının yarattığı huzursuzluğun, hoşnutsuzluğun ve büyüyen tepkilerin bastırılması var. Halk nezdindeki durdurulamayan güç ve itibar kaybını tersine çevirmeye çalışma hesapları var.
Tek adam yönetimi ve Cumhur ittifakı, derinleşen yoksulluk, geçim derdi, hayat pahalılığı, işsizlik tehdidi vb. altında yaşamını sürdürme mücadelesi veren sömürülen ve ezilen kitlelerinin ekonomik-sosyal talepleri karşısında herhangi bir taviz vermiyor. Ve en az 2026’nın sonuna kadar da taviz vermeyeceğini Orta Vadeli Program (OVP) ile ilan etmiş durumda.
Bu durum işçi ve emekçi halk kesimlerinin hoşnutsuzluğunu, huzursuzluğunu daha da büyütüyor ve ciddi bir tepkiyi mayalıyor. Erdoğan ve Cumhur İttifakı da bunu ezmek için bir kez daha beka ve büyük Türkiye koalisyonu siyasetine, propagandasına sarılıyor.
‘SERMAYE TERÖRÜ ESTİRECEĞİNİ İLAN ETMİŞ BİR İKTİDAR’
Kısacası, Erdoğan iktidarı bu kadar yoksulluğa, ucuz emek gücünün sömürüsüne, bu kadar huzursuzluk ve tepkiye rağmen sermaye terörü estirmeye devam edeceğini ilan etmiş bir iktidar.
Bunun içinde sık sık bu sermaye terörünün yarattığı yıkımı unutturmak, gölgelemek için iç cephe söylemini duyacağız. Erdoğan ve Cumhur İttifakı diyor ki beka sorunumuz var; bütün yıkımları boş verin; din, iman için, vatan, millet için birliğimizi sürdürelim.
Erdoğan’ın müttefikleri ile burjuva siyaseti böyle kurarken genel olarak kullandığı 3 temel başlık vardır. Birincisi Kürt sorunudur. İkincisi dış politikada “lider ülke” iddiaları, hayalleridir. Üçüncüsü başta Alevilik olmak üzere inançların sömürülmesidir.
Bu açıdan bakınca 2010 Anayasa referandumu öncesi ve referandum süreci ile IŞİD katliamlarının yoğunlaştığı 2015 Haziran seçimleri yenilgisinden sonra geçen süreçteki Yenikapı ruhu politikalarını sentezleyerek öne çıkaran bir Saray tarzı burjuva siyasetle yüz yüzeyiz diyebilirim.
‘HAYALE KAPILMAMAK GEREKİR’
Son dönemde tokalaşma ataklarının, yumuşama söylemelerinin özetlediğiniz siyasetteki yeri neresidir?
Tecrit başta olmak üzere bütün inkar siyasetine, kayyum yönetimine, tutuklamalara, gözaltılara, rehin alma siyasetine rağmen bölgede Kürt sorununun demokratik çözümüne ilişkin her türlü mücadeleyi baskıyla ezme tutumuna rağmen, ulusal demokratik haklarını savunmaktan vazgeçmeyen büyük bir emekçi Kürt halk kitlesi var. Böylesi bir dönemde Kürt halk kitlelerindeki bu beklentileri bir kez daha kullanarak, sanki yeni bir adım atılacakmış gibi yaparak bazı mesajlar veriliyor. Bu da her zaman olduğu gibi güncel siyasetin önemli bir tartışma başlığı oluyor.
Bütün ezilen uluslar açısından olduğu gibi Türkiye’de de Kürt sorununun çözümü açısından her dönem devlet ve hükümetler muhatap durumundadır. Bugün de tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı çözümün muhatabıdır. Ama Erdoğan da diyor ki “Kürt sorununu ben çözdüm. Ortada böyle bir sorun yok”. Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakının Kürt sorununu çözeceği, böyle bir planı olduğu hayaline kapılmamak gerekir. Bunun sonu geçmişte olduğu gibi sükutu hayal olur. Erdoğan aynı zamanda Suriye politikası ve Ortadoğu politikasında da ciddi bir sıkışmışlık yaşadığı için bir paralellik içerisinde Kürt halkında beklentilere yol açabilecek açıklamalarda bulunuyor. Bugün açısından hiçbir inandırıcılık ve ikna ediciliği olmayan açıklamalar.
Operasyonları durduracaksın, başta Hakkari olmak üzere kayyum siyasetinden vazgeçeceksin, anadil başta olmak üzere temel demokratik talepleri kabul edeceksin ve tecridi kaldıracaksın. Bunları yapacaksın ki çözüm için demiyorum bakın, çözüm beklentisi için somut bir adım atılıyor denebilsin.
Peki Bahçeli’nin grup toplantısındaki sözleri?
Bahçeli’nin mesajını DEM Partiye “Büyük Türkiye koalisyonu fotoğrafının parçası ol” çağrısı olarak değerlendiriyorum. Kürt halkının beklediği bir Türkiyelileşme ölçeğinde değil elbette.
‘DAR ALANDA SINIRLI İKTİSADİ MUHALEFET’
Burjuva muhalefetin iç cephe tartışmasındaki tutumu nedir?
Burjuva muhalefetin tek adam yönetimiyle temelde ortak olan bir yönü, özelliği var. Düzen muhalefeti olarak, uluslararası büyük tekellerin ve onların yerli iş birlikçilerinin sömürü politikalarının karşısında durmamak. Biçimsel bir itirazda bile bulunmuyor. Temel söylemleri şu; “Liyakatsiz bir yönetim var. Kamu kaynakları iyi değerlendirilmiyor. Cumhur İttifakı sermayenin farklı klikleri arasında yandaş sermayeye kıyak yapıyor. Dolayısıyla bu kötü ekonomik gidişatın en büyük sorumlusu bu politikalar, biz de buna muhalefet ediyoruz.” Böylesi bir zeminde durunca, işçi ve emekçi halk kesimlerinin ödediği ağır faturaya itiraz edecek temel politikaları savunmayınca, çözüm için dar alanda iktisadi muhalefet yapılmış oluyor. Politik muhalefete gelince de ‘ortak devlet çıkarımız’ diyor, ‘hep beraberiz’ diyor. Tutarlı bir savaş karşıtı barış savunusu yok, tutarlı bir anti emperyalist duruş yok, bölge siyaseti yok. Burjuva siyasetin temel özelliğidir; dış politikayı ve ilişkileri milli mesele olarak görür, o da döner dolanır gelir yine nüfuz mücadelesinden, paylaşım mücadelesinden, yağmadan yayılmacılıktan pay kapmaya dayanır. Bunun nasıl yapılacağı konusunda taktik ayrılıklar yaşanabilir. Bir taraf “En büyük payı, komisyonu kapmak için balıklama dalalım” derken, bir taraf “Dikkatli olalım, kontrollü gidelim” diyebilir. Tıpkı bugün olduğu gibi.
Onun içinde burjuva muhalefet Cumhur İttifakı’ndan böylesi bir çağrı geldiğinde tutarlı bir siyaset belirleyemiyor. Özellikle CHP Genel Başkanı’nın ABD’de Türkevi’nde yaptığı açıklamalar, Meclis’te ayağa kalkma, alkışlama vb. üzerine tartışmalar buna örnektir. Bu siyasetle de halkın lehine bir iç cephe tartışması yürütmesi mümkün olmuyor.
‘SÖMÜRÜLEN VE EZİLEN HALK KİTLELERİNİN ÖRGÜTLENMESİNE ÖNCÜLÜK EDELİM’
İşçi ve emekçilerin nasıl bir cepheye ihtiyacı var?
Türkiye’nin ekonomik, iç ve dış politik sorunlarının çözümü için güçlü bir birleşik işçi emekçi mücadelesine ihtiyacımız var. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu iç cephenin temeli Türk ve Kürt bütün milliyetlerden işçi sınıfının, üretici köylülerin, küçük esnaf başta olmak üzere kent-kır emekçilerinin birleşik, ortak mücadelesinin örgütlenmesidir.
Bunun da temeli fabrikalardır, işçi-emekçi mahalleleridir. Buralarda önemli huzursuzlukların olduğu ve giderek artan mevzi mücadelelere tanık oluyoruz. Türkiye’de bir cepheleşme olacaksa talepleri için birleşen işçi ve emekçilerin öncülüğünde olacak. Bu sömürülen ve ezilen halk kesimlerinin cepheleşmesidir.
Böylesi bir iç cephe için Emek Partisi ne yapıyor?
Fabrikalarda, işyerlerinde, yaşam alanlarında kitlelerin birleşmeleri, emek-sermaye çelişkileri ve çatışması üzerinde bir mücadelenin güçlenmesi ve yayılması için çalışıyoruz. İşçi, emekçi halk kitleleri içerisinde haklarına, taleplerine sahip çıkma, özgüvenle ve kararlılıkla mücadele etme bilincinin ilerlemesi için çalışıyoruz.
Tüm bunların illerde, ilçelerde ve toplamında ülke düzeyinde birleşebilmesi için emekten, barıştan, demokrasiden yana olan siyasi partiler, meslek örgütleri, sendikaların bir araya gelmesi, kitle mücadelesinin aşağıdan yeniden örgütlenmesi için de çaba sarf ediyoruz.
Bugün sömürülen ve ezilen halk kesimlerinin her bir bölüğü, tek adam yönetimiyle, düzeniyle kendi durdukları yerden hesaplaşıyor. Canı en çok nereden yanıyorsa oradan harekete geçip, tepkisini gösterip, mücadeleye giriyor. Bu nesnel bir durum ve öznel tercihlerle, niyet veya temennilerle değişecek bir şey değil.
Tüm mücadele güçlerine de çağrımız hep bu oluyor: İşçilerin, emekçilerin, sömürülen ve ezilen halk kesimlerinin birleşmesine öncülük edelim. Bunu koordine edecek bir ortak mücadele birikimi var, ittifak deneyimlerimiz var. Mücadeleyi büyütecek, yaygınlaştıracak acil taleplerden oluşan bir mücadele platformunu birlikte oluşturalım ve bunu kabul eden, ben de varım diyen bütün güçlerle birlikte yaygın, güçlü bir kampanya yürütelim. Bu ortak mücadelenin birikimiyle, sömürülen ve ezilen halk kesimlerinin ortak mücadele cephesinin örgütlenmesine öncülük edelim.
Birleşmenin, tarif ettiğiniz cephenin örgütleneceği yerin üretim ve yerleşim alanları olduğunu vurguluyorsunuz. Siz bir milletvekili olarak Meclistesiniz. Meclis bu konuda işlevsiz mi?
Bu meclisin partiler ve sınıf temsiliyeti açısından egemen karakteri, tariflediğimiz mücadele hattına uygun bir cepheleşmenin mecliste oluşması açısından hiçbir beklentiye girecek özellikte değil. İşçi ve emekçilerde böylesi bir beklenti dahi oluşmasını istemem. Şunu da belirtmeliyim, çok az sayıda da olsa Mecliste bu fikirde bir araya gelebilecek, mücadeleye katkı sunabilecek milletvekilleri var. Bizler, parlamentoda ne kadar uygun araç varsa onları işçi ve emekçilerin taleplerini dile getirmek, seslerini duyurmak için bir kürsü olarak kullanmaya çalışıyoruz.
Emek ve Özgürlük İttifakı çatısında Meclise girmiş arkadaşlarımızla daha yakın temastayız. Ama var olan olanakları iyi değerlendirdiğimizi, yeteri kadar örgütlü hareket ettiğimizi düşünmüyorum. Emekten, barıştan, demokrasiden yana milletvekilleri olarak Mecliste örgütlü bir yapılanma oluştursak, mücadeleye çok daha fazla katkı sunabiliriz diye düşünüyorum.