16 Ekim 2024 17:44

Kadın cinayetleri politiktir!

Bir kişi daha eksilmemek, özgürce yaşayabilmek için mücadele etmek zorundayız.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Günizi ÖZEN

Kadın Çalışmaları Kulübü üyesi

İstanbul Üniversitesi

 

“Gençlerimizi modern popüler kültürün insafına terk edemeyiz” diye başlıyor Erdoğan, bütün Türkiye’yi sokaklara döken İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil cinayetlerine ithafta bulunarak, “suçlu, sosyal medya ve dijital platformlarda yayılan cerahattir”. Denmek istenilen şey oldukça açık: Türkiye artık neredeyse her gün en az bir kadının öldürüldüğü, sokak ortasında tacize ve tecavüze uğradığı, küçük kız çocuklarının cinsel istismar sebebiyle haftalarca yoğun bakımda kaldıktan sonra can vermesinin hiçbir yaptırımının olmadığı bir suç cennetiyse, bunun sorumlusu 6284 sayılı kanunu uygulamayan, İstanbul Sözleşmesini ansızın bir gece tek taraflı fesheden bizler değil, suçun kaynağı da sorumlusu da sizlersiniz.

HİÇBİR KADIN CİNAYETİ MÜNFERİT DEĞİL

4 Ekim 2024 Cuma günü öğle saatlerinde, İstanbul Fatih’te 19 yaşında iki genç kadın, Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner, cinayetlerin hemen ardından, bir süre İkbal Uzuner’in cesedini sergilediği Edirnekapı Surlarından atlayarak intihar eden yaşıtları Semih Çelik isimli erkek tarafından katledildi. Yarım saat bile geçmeden, kimi yayın kuruluşları ve gazeteciler tarafından kullanılan “Zaten akıl hastanesinde yatmış, madde bağımlısı bir caniydi” gibi söylemlerle, işlenen suç politik ve toplumsal bağlamından tamamen koparılarak bireye indirgendi, cinayet mistisize edilerek bize yıllardır iktidar tarafından pompalanan kadın cinayetlerinin münferit olduğu algısı güçlendirilmeye çalışıldı. Ancak biz biliyoruz ki, bu cinayet ne tek ne de ilk. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre bu yıl işlenen 296 kadın cinayeti işlendi, bu cinayetlerin her biri toplumsal ve politik. Tıpkı bundan on yıl önce eski sevgilisi ve okulumuz ikinci sınıf öğrencisi Özge Gündoğan’ı, defalarca şikâyet edilmesine rağmen, bir okul çıkışı sokak ortasında katledip intihar eden Mehmet Ekinözü ve binlerce suça meyilli erkek gibi, yarım saat arayla planlı bir şekilde sevgilisini ve eski sevgilisini katleden Semih Çelik de toplumsal koşulların bir ürünü. “Bir kereden bir şey olmaz.” gibi söylemleriyle toplum nezdinde şiddeti ve istismarı normalleştiren ve meşrulaştıran siyasi figürler, var olmayan kapsayıcı ruh sağlığı yasaları, yükselen intihar ve şiddet trendlerine rağmen devlet tarafından yeterli düzeyde sağlanmayan psikososyal destek, önüne geçilmeyen uyuşturucu kullanımı ve önleyici/koruyucu yasaların uygulanmaması gibi birçok sistematik sorunun meydana getirdiği bu cinayet, şüphesiz ki bir ihmaller zincirinin sonucu. Bir sene öncesinde açıkça işleyeceği suçtan ve intihar planlarından bir videoda bahseden, örgün eğitimden ayrılan katil Semih Çelik’in topluma ve kendisine zararlı davranışlarının karşısında ilgili bakanlık yetkilileri tarafından adım atılmıyor, çünkü bütün bunlar olurken Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığı kadınların nasıl doğum yapacağı hakkında ahkam kesmekle meşgul. Özellikle genç erkeklerin, Eskişehir’deki Arda K. örneğindeki gibi, gittikçe sağ radikalleştiği, topluma ve kendilerine yabancılaştığı, ekonomik krizin baş göstermesiyle terapinin ve tedavinin bir lüks haline geldiği bu gerçeklikte, Gençlik ve Spor Bakanlığı ise gözle görülür biçimde marjinalleşen bu gençleri topluma geri kazandırma yolunda hiçbir somut çözüm yolu sunmamakta. Şiddet ve istismar failleri aklanırken, korunurken ve serbest bırakılırken yaşanılan bu vahşi cinayetin karşısında can güvenliğinden emin bir biçimde yaşamayı isteyen, güvence talep eden bizlerin karşısına barikatlar dikiliyor, susturulmaya çalışılıyoruz. Sosyal hayatın her boyutunda meşrulaştırılmaya çalışılan mizojiniye, özgür bir yaşamın tam karşısında duran ataerkil sisteme karşı duran bizler kriminalize edilirken, gerçek suçlular iktidarın her mekanizması ile meşrulaştırılıyor, uygulanmayan yasalar ile suç işlemeye teşvik ediliyor.

ETKİN CİTÖK, GÜVENLİ KAMPÜS İÇİN MÜCADELEYE

“Üniversitelerimiz de bu konuda daha fazla sorumluluk almalı, kendilerine emanet edilen gençlerimize daha fazla sahip çıkmalılar.” diye devam ediyor Erdoğan açıklamasına. Belli ki kendisinin, okula 15 dakika uzaklıkta iki genç kadın katledilmesine rağmen, güvenliğimizin teminatı olan, öğrencilerin emeği ile hayata geçirilen CİTÖK yönergesinin kapsamını yazın okulda olmamamızı fırsat bilerek daraltan, akademideki hiyerarşiyi ve siyasi bağlantıları gözeterek öğretim görevlilerini yönerge kapsamı dışına iten, kullanılan “toplumsal cinsiyet” ibaresini riskli bularak kaldıran, güvenlik önlemlerini hiçe sayan, kadınların bir araya gelerek etkinlik yapmasından rahatsız olup engellemek için her yolu deneyen İstanbul Üniversitesi rektörlüğünden ve Türkiye’nin farklı şehirlerindeki onlarca baskıcı üniversite yönetiminden haberi yok. Bugün fabrikalardan üniversitelere, iş yerlerinden liselere, milyonlarca kadın hep birlikte güvenli ve adil bir yaşam talep ediyor. Biz üniversiteli kadınlar ise, sınıflarımızdan, fakültelerimizden başlayarak örgütlediğimiz bu talebi “Etkin CİTÖK, Güvenli Kampüs” sloganı altında bütünlüyoruz. Cinsel istismara, şiddete ve tacize karşı koruyan bu mekanizmanın etkin işletilmesinin önemini her bölümden arkadaşlarımızla bir araya gelerek tartışıyor, ortak sorunlarımıza çözümler üretmek için hep beraber çalışıyoruz. Bünyesinde tacizci akademisyenler bulunduran, ısrarlarımıza rağmen okul çevresini ışıklandırarak daha güvenli bir hale getirmeyen, okul içinde kimi erkek öğrencilerin kadınları rahatsız etmesine ortam sağlayan ve üniversite bileşenlerinin taleplerini tamamen görmezden gelerek üstten ve dar kapsamlı sözde önlemleriyle güvenlik teminatı sağladığını iddia eden rektörlük, bugün Türkiye’nin toplam kadın politikalarından ve siyasi konjonktüründen bağımsız değil. 6284 sayılı ailenin korunmasına ve kadına karşı şiddetin önlenmesine karşı kanunu uygulamayanların üniversitelerimizdeki görüngüsü CİTÖK’ü etkisiz hale getirmeye çalışan rektörlük. Geçtiğimiz hafta İkbal ve Ayşenur için kampüslerimizden yükselttiğimiz sesimiz, eylemlerimiz binlerce genç kadının katılımıyla ülke çapında gündem olurken bizleri pasifize etmeye çalışan bütün iktidar kurumları, mücadelemiz karşısında geri adım atmak zorunda kalıyor ve peşi sıra açıklamalarla kamuoyu baskısına karşı kendilerini aklamaya çalışıyor. Bir hayatı yaşanabilir kılan nedir? diye soruyorsak, biz kadınlar özgürce yaşayabilmek için mücadele etmek zorundayız. Her birimiz için oldukça kişisel ve hayati olan bu sorunların her boyutuyla her ortamda savaşmak ve hak ettiğimiz hayatı dayanışma ile kurmak zorundayız. Korku iklimine hapsolarak yaşanan bir hayatın yaşanamamış bir hayat olduğunun bilinciyle; üniversitelerimizden başlayarak her alanı güvenli alanlara dönüştürmek, bir kişi daha eksilmemek adına CİTÖK’ü etkinleştirme mücadelemize yaptığımız çağrı, karşımıza çıkabilecek engellerden daha güçlü.

ÖNCEKİ HABER

Rektörün atadığı değil öğrencilerin kontrolünde bir CİTÖB

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa