16 Ekim 2024 18:16

Çalışabilmek ya da çalışamamak: Bütün mesele sefalet

Yaşadıkça tek bir şeyi anlıyoruz: Eğer işe girebilirsek zorunlu mesailerle, mobbinglerle bir evin arabanın hayalini kurup onlara bile sahip olmadan hayatımızın bitip gideceğini.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Mustafa TEZCAN

Kocaeli Üniversitesi

 

Ağırlaşan yaşam koşullarından dolayı üniversitedeki diğer arkadaşlarım gibi ben de okurken çalışmak zorunda kalanlardanım. Yaklaşan kiram ve biriken faturalarım ile birlikte iş aramak için yollara dökülüyorum. Kafamda herhangi bir iş olmadığı için evime en yakın alışveriş merkezine doğru yola koyuluyorum. İçeri girdikten sonra sırasıyla gözüme uygun gelen bütün dükkanları gezmeye başlıyorum.

Kahveciler, restoranlar, telefon stantları… İlk içeri girdiğim zincir kahve dükkanındaki baristaya selam verip iş aradığımı söylüyorum. Bana biraz beklemem gerektiğini söyleyerek müdürü çağırıyor. Sohbet etmeye başlıyoruz. Bana Siyaset ve Kamu Yönetimi bitirdiğini söylüyor. O da evde beklemektense çalışırım daha iyi diyenlerden. Buranın çalışma saatlerini sorduğumda ise “9 saat mesaimiz, 1 saat öğle molamız oluyor. 1 saatlik yemek molamızı da olması gereken 8 saat mesaiye ekledikleri için aslında 9 saat çalışmış oluyoruz” diyor. Daha sonrasında diğer çalışanlarla da sohbet ettiğimizde çoğu işletmenin aynı uygulamayı kullandığını öğreniyorum. Önüme 2 sayfalık uzunca bir mülakat formu getiriyor mağaza müdürü. İçerisinde kendinizin en güçlü/güçsüz hissettiğiniz 5 özelliğinizi yazın, kahve tutkunuzu açıklayan birkaç cümle kurun gibi saçma sapan cümlelerin ardından bildiğim diller, kullanmayı bildiğim bilgisayar programlar gibi daha bir sürü absürt soruyla daha karşılaşıyorum. Formu doldurduktan sonra birkaç dükkânda daha aynı formları doldurup telefon numaramı bırakıyorum. Çoğunda biz seni ararız, geri dönüş sağlarız cümleleri birbirini tekrar ediyor. Sinema salonları, giyim mağazaları, ayakkabıcılar... Gezip bitirdiğim ikinci alışveriş merkezi ve karşılaştığım ilginç cümleler “Biz burada bir aile gibi çalışıyoruz. Yeri geldiğinde akşam eve yollayıp seni sabah çağırabiliriz” cümleleri. Öğrenci olduğum için karşılaştığım şey yapılmayan sigortalar ve asgari ücretin bile aşağısındaki ücretler. Gezdiğimiz dükkanlar arttıkça duyduğumuz cümlelere şaşırmaya devam ediyorum. İş ararken bitirdiğim iki alışveriş merkezinin ardından iş bulamanın verdiği buruklukla evime doğru dönüyorum. Bu yola çıkarken iş bulmanın bu kadar zor olacağını bilemiyordum.

GENÇLİK SEFALETE TALİP EDİLİYOR

Pes etmek yok diyerek internetten iş başvurularına bakmaya devam ediyorum. Diğerlerine nazaran daha iyi denilebilecek bir başka zincir kahveciye internet üzerinden başvuruyorum. Aradan geçen iki günün ardından telefonla arayarak iş görüşmesine çağırılıyorum. İş görüşmesinde dikkatlice dinliyorum. 8 saat mesai, yemek, yol hakkı, 11 saat dinlenme kuralı olması aslında hakkımız olan hakları dinlemek bana güzel gelse de mağaza müdürü bugün 11 kişiyle daha görüşeceğini söylüyor. Baristalığa bile bu kadar talep olması çok şaşırtıcı geliyor. 3 Kişi alacaklarını söyledikleri işe 11 kişinin arasında part-time olarak girmeyi başarıyorum. Bu kadar günlerce uğraşımım karşılığı ise bana saatlik 80 TL oluyor.

İŞ BULAMAMAMIZIN SEBEBİ BİZ MİYİZ?

Peki kapitalist sistem gerçekten de bireyleri hak ettikleri konumda ekonomik özgürlüklerini veriyor mu? Benim İngilizce bilmem, dolu bir CV sahibi olmam, bütün sertifikaları toplamış olmam fark yaratıyor mu? Sistem tam olarak da burada bizlerin kendini yetersiz görmesini suçu kendimizde aramamızı sağlıyor. Hepimiz okuduğumuz üniversitelerde, bölümüzle alakalı iş bulamıyoruz. Bu kadar fazla üniversite ve bu kadar fazla mezun genç varken birileri babadan oğula miras bırakır gibi devlet kadrolarında iş devretmesi, torpil için özenle listelerin oluşturulması, bakanların geçmiş mülakatlarda dikkatsiz davrandık artık liyakate daha fazla önem vereceğiz demesi… Genç çalışanlara işi nasıl buldum dediğinde bir tanıdığım buldu demesi… Artan işsizliği kölelik gibi gelen çalışma saatlerine bir tehdit gibi tam karşımıza koymaları… Kamuda tasarruf diyerek 5 yılda bir devlete iş aramaları yapmaları… Eğitimi niteliksizleştirip tam olarak sermayenin ihtiyacı olan genç nüfusun sağlanması da mı bizlerin suçu? Bugün bize sundukları özgürlük kapitalizmde seçme şansımızın bile olmadığı açlık sınırının bile aşağısındaki ucuz işlerde çalışma özgürlüğü. Yaşadıkça tek bir şeyi anlıyoruz: Zorunlu mesailerle, mobbinglerle bir evin arabanın hayalini kurup onlara bile sahip olmadan hayatımızın bitip gideceğini. O yüzden daha şimdiden önümüzde uzun bir zaman varken kendimizi suçlamayı bırakıp asıl suçlu olan sermaye ve sermayenin iktidarına karşı örgütlü bir mücadele verelim. Yaşamış olduğumuz yoksulluktan bizleri ancak antikapitalist bir mücadele kurtaracaktır.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

100 kişiyi okuldan atabilirler mi?

SONRAKİ HABER

Aktivizm, yoksulluk ve sınıfsal mücadele üzerine dersten tartışmalar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa