Aktivizm, yoksulluk ve sınıfsal mücadele üzerine dersten tartışmalar
Bugün ülkede insanlar sırf yapabildikleri için bile kadınları öldürebilir hale gelmişken kötülüğün de örgütlü olduğunu bilmeliyiz.
Fotoğraf: Pixabay
Gazetecilik Bölümü öğrencisi
Kocaeli Üniversitesi
Gazetecilik 4. sınıf öğrencisi olarak aldığım seçmeli derste geçen tartışmaları anlatacağım. Dersin adı sosyal medya ve dijital aktivizm. Sınıfımız yaklaşık 15 kişi. Son sınıf olmanın sonucu olarak derslere katılım az. Hoca gelip selamlaştıktan sonra tahtaya “Toplumsal Hareketler & Aktivizm” başlığını atıyor. Gezi Parkı eylemlerinden, sarı yeleklilere, toplumsal hareketleri inceleyeceğimizi duymak örgütlü bir genç olarak beni heyecanlandırıyor. Dersimiz başlıyor ve hocamız aktivist ve reaksiyoner kavramları arasındaki farkı anlatıyor. “Sistemi değiştirmek üzere kurulu olan toplumsal harekete aktivist, var olanı korumak; değişikliğe karşı değişmemesi üzerine kurulu toplumsal harekete reaksiyoner denir” diyor hocamız. 4 farklı toplumsal teoriye geliyor konu. İlk olarak kitle toplumu teorisini işliyoruz. Hocamız 1950’li yıllara kadar olan çeşitli toplumsal hareketleri incelediğini ve insanların amaçsız hayatlarına renk katmak için hareketlere katıldıklarını söylüyor. 2. sırada göreli yoksulluk teorisi var. 1960’tan sonraki toplumsal hareketleri içine alan bu teori kısaca ayrımcılığa ve haksızlığa uğrayanların kendilerini diğer taraflarla karşılaştırdığında yoksul hissetmesidir diyor. Kaynak mobilizasyonu ise toplumsal engelleyen etkenlermiş. 4. Maddemizse rasyonel seçim oluyor. Bu teori de kısacası insanlar kendileri için en iyisini yapmayı dilemesi. Burada bir tartışma doğuyor ve hoca bir soru soruyor: “Kimler kendini yoksul hissediyor?” diye. Sınıfta ben ve benden yaşça büyük bir öğrenci elini kaldırıyor. Yoksulluk sınırının 60 bin TL, açlık sınırının 17 bin TL olduğunu; 60 bin kazanın yoksul sayıldığını söylüyorum. Diğer öğrenci de rakamların 1 kişi için olduğunu söylüyor. Hocamız da şaşırıyor. “O zaman bende yoksulluk sınırı aşağısında kalmışım” diyor. “Bir kişinin ev kirasını, hayat standartlarını, geçim sıkıntılarını ekleyince haklısın.” diyerek ekliyor. Hocamız ise tüccar dışında diğer insanların geçinebilmesinin imkânsız olduğunu söylüyor. Başka bir öğrenci ise hostes bir akrabasından örnek vererek çok iyi maaş aldıklarını anlatınca hocamız göreli yoksulluk teorisini göstererek teorideki gibi yoksulluğun da göreceli bir kavram olabileceğini söylüyor.
YAŞADIĞIMIZ SORUNLAR SINIFSALDIR!
Hocamız bir başka soru daha soruyor. “Aranızda daha önce bir eyleme katılanınız var mı?” diye. İki kişi parmak kaldırıyoruz ve hocamız en son katıldığım eylemi soruyor bana. ÖMK’ya karşı valilik önünde yapılan basın açıklamasına katıldığımı söylüyorum. Hocamız: “Öğretmen olmamasına rağmen arkadaşınızın katılması da ikinci teorimizin eksikliğini ortaya koyuyor.” diyor. Hocamız sınıfa bir başka soru daha soruyor. Herhangi bir dernek veya STK üyeliği olan var mı diyor. Sorduklarında Emek Gençliği’nde örgütlü olduğumu söylemekten çekinmiyorum. Bir öğrenci ise derneklerin siyasi yapılarda olduğunu söylediği için insanların katılmadığından bahsediyor. Hocamızda kaynak mobilizasyonuna örnek vererek siyasi kutuplaşma da örgütlenme önündeki engellerden söz ediyor. Sıra Ana Akım Aktivistler ile Mikro Aktivistlere geliyor. Uzunca bir tartışmanın ardından Ana Akım aktivistlerin kısaca sorunlarının çözümlerinin eylemlilik olduğunun feminizim, doğa aktivistleri, hayvan aktivistleri gibi. Mikro aktivistlere göre de sorunların kapitalizm ile birebir ilişkili olduğunu söylüyor. Hoca da bana fikrimi sorarak mikro aktivistlere daha yakın olduğuna göre sen anlat diyor. Söz alarak “kadın cinayetlerinden tutalım da hayvan katliamlarına, doğa katliamlarına kadar toplumsal olarak yaşamış olduğumuz bütün sorunlar sınıfsaldır. Bugün birileri İstanbul sözleşmesinden tek seferde çıkabiliyorsa, hayvan katliam yasasını onaylayabiliyorsa, kafasına göre istediği ormanları maden şirketlerine satıp, ormanları yok edebiliyorsa işte bunun adı kapitalizmdir. Bugün toplum sınıflara ayrılmıştır. İşçi sınıfı fazladan mesai yapıp vergi kesintilerini karşılamaya çalışırken birileri hiç vergi ödememişse sınıfsaldır. Bir sınıf sendikasız çalışırken patron sınıfı zenginleşiyorsa bu da sınıfsaldır. Üniversiteye çıkarken otobüs bulamıyorsak bu da sınıfsaldır. Özel okullar ile devlet okulları arasında uçurum varsa bu da sınıfsaldır diyorum. Yaşadığımız sorunlar sınıf temelliyken mücadele etmemiz gereken yer de sınıf temelli antikapitalist bir mücadeledir” diyorum. Tartışmalar giderek harlanıyor. Bizlere bireysel gibi lanse edilen suçların nasıl adım adım toplumda zeminin hazırlandığının farkındayım. Sadece kadın düşmanlığının değil ırkçılığın, homofobin toplumsal bir nefret haline geldiğini hepimiz görüyoruz. Bu suçları şaka malzemesi haline getirenler, bunu meşrulaştıran internet fenomenleri; failleri aklamak üzerine kurulmuş yargı ve bunları görmezden gelen devlet. Bugün ülkede insanlar sırf yapabildikleri için bile kadınları öldürebilir hale gelmişken kötülüğün de örgütlü olduğunu bilmeliyiz. Tecavüz şakalarıyla, kadını suçlayan bürokratlarla, erkekleri aklayan yargı ve kadınların toplumsal haklarına savaş açmış AKP iktidarı ile bizlerin kötülük olarak tanımladığı şey adım adım yanı başımızda örgütleniyor. Örgütlü bir kötülüğün karşısında bireysel bir mücadele ile bireysel bir kurtuluş çözüm olamaz. Kendi hayatlarımız için örgütlenmeliyiz. Susarsak sıra bize gelir diye değil, bugünden kaybettiklerimiz için mücadele vermeliyiz.