19 Ekim 2024 04:51

'Sendika yasasındaki boşluklar işçileri baskılama aracına dönüştü'

Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Özkan Atar, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun bu haliyle işçilerin taleplerini baskılama aracına dönüştüğünü ifade ediyor.

Fotoğraf: Andaç Aydın Arıduru/Evrensel

Paylaş

Hilal TOK
Andaç Aydın ARIDURU
İstanbul

As Plastik, Polonez, Lezita, Mersen, Akcanlar Tekstil, Fernas Madencilik... İşçiler üç konfederasyona bağlı ya da bağımsız farklı sendikalara üye olsa da verdikleri mücadelenin ortak noktası aynı: Sendika ve toplu iş sözleşmesi (TİS) hakkı... İktidarın orta vadeli programla ücretleri baskılamayı, temel hakları hedefe koyduğu bu dönemde özellikle sendikalaşan işçilerin çok sert baskılara maruz kaldığı görülüyor. Fabrika içerisinde patron baskısının yanı sıra direniş alanlarında ise olabilecek en açık şekilde hem polis-jandarma müdahaleleri hem vali-kaymakam-müftü baskısı boy gösteriyor. İşçilerin Anayasa’da yer alan en temel hakları olan sendikalaşma hakkını kullanamadığına dikkat çeken DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Özkan Atar, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun bu haliyle işçilerin taleplerini baskılama aracına dönüştüğünü ifade ediyor. Atar, yetki sürecinin demokratik ve şeffaf bir hale getirilmesinin elzem olduğunu söylüyor.

2012 yılında yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 12 Eylül darbe Anayasa’sının emek üzerindeki baskıcı yasaları düzenleme hedefi taşıdığı iddiasıyla servis edildiğini hatırlatan Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Özkan Atar, “Aradan 12 yıl geçmiş olmasına rağmen, şu an sendikalı işçi sayısı yüzde 10’un biraz üzerinde ancak toplu iş sözleşmesi koşullarıyla çalışabilen işçi sayısı yüzde 8 düzeyinde. Özel sektörde ise TİS’le çalışan işçi sayısı yüzde 5 düzeyinde” diyor.

"YETKİ REFERANDUMLA TESPİT EDİLEBİLİR"

6356 sayılı Yasa’nın işçiler açısından yarattığı kimi kolaylıkların bugün patronlar tarafından silahlaştırıldığını dile getiren Atar, “Sendika üyelikleri yasadan önce noter yoluyla yapılıyordu, şimdi e-devlet üzerinden üye olunabiliyor. Ancak patronlar işçilerin üyeliklerini hem farklı kanallar üzerinden zaman zaman görebiliyor hem de işçilerden baskı yoluyla üyelik durumlarını öğrenmeye çalışıyor. Eskiden yetkiye itiraz süreci iş mahkemelerinde ve Yargıtayda görülen davalarla sonuçlanıyordu. Yasa sonrası istinaf yolu açılmış, iki olan görülecek dava sayısı 3’e çıkmış oldu” diyor.

Anayasa Mahkemesinin daha önce de Lastik-İş ve Nakliyat-İş’in, son süreçte Birleşik Metal-İş’in yaptığı başvurularda işçilerin sendikalaşma hakkının ihlal edildiğine ve bu konuda var olan yapısal sorunların çözülmesi gerektiğine ilişkin kararını hatırlatan Atar, sendikalaşma sürecinin demokratikleştirilmesi gerektiğini söylüyor: “İş yeri ve iş kolu barajları bugün örgütlenmenin önündeki en büyük engellerden. Patron baskıları, yıldırma hamleleri ve mobbing süreciyle baş edip örgütlenmeyi başarabilen işçiler ise sendikalarının yetkiyi almasını beklemek zorunda kalıyor. Toplu sözleşmeye oturabilmek için yıllarca süren yetki davaları toplu sözleşme hakkını engelliyor.”

Atar, yetki tespitinin ardından patrona ve sendikalara itiraz hakkının tanınması yerine iş yerlerinde düzenlenecek referandumlarla yetkinin tespit edilmesi ve yetkiye itirazın toplu sözleşme görüşmelerini durdurma gücünün kaldırılması gerektiğini vurguluyor.

"YENİ DÖNEMDE EMEK CEPHESİNE İHTİYAÇ OLACAK"

Mevcut yasanın hukuki boşluklarının patronlara tanıdığı imkanların işçilerin sendikalaşmasına engel olduğunu, böylece işçilerin en başta ekonomik taleplerinin karşısında baskı aracına dönüştüğünü ifade eden Atar, bu sürecin aynı zamanda demokrasi mücadelesinin de birer unsuru haline geldiğini belirtiyor.

Özellikle hükümetin orta vadeli program (OVP) kapsamında gündeme getirdiği uygulamaların önümüzde süreçte sendika ve toplu sözleşme hakkını daha fazla ihtiyaç haline getireceğine dikkat çeken Atar, şöyle devam ediyor: “IMF reçeteleriyle hazırlanan programlar, ücretlerin baskılandığı, kamuya akan başlıca vergi gibi kaynakların sermayeye faiz olarak aktarıldığı, sosyal hakların masraf olarak görülmeye başlandığı, iş güvenliği, yoksulluk ve artan vergi yükü gibi sorunları arttıracak adımları içeriyor. Önümüzdeki süreçte de işsizlik fonundaki birikimlerin, MESEM gibi, işbaşı eğitim programları gibi programlarla sermayeye kaynak olarak aktarılması gündemi var. Bununla birlikte emekli maaşlarının, sosyal güvenlik harcamalarının toplumun ihtiyacını karşılayacak düzeyde olmamasından ve bir sıkışmanın ortaya çıkmasından dolayı kıdem tazminatının da tamamlayıcı emeklilik sistemi adı altında yok edilmesi ve sermayeye bir kaynak olarak aktarılması tehlikesi var.”

Tüm bunlar düşünüldüğünde işçi örgütlerinin, gençlerin, kadınların kamu emekçilerinin, meslek örgütlerinin güç birliğine ve ortak duruşuna ihtiyaç olduğunu ifade eden Atar, “Bunların yanı sıra Türkiye’nin çok ciddi bir demokrasi sorunu var. Yani seçilmiş milletvekili Anayasa Mahkemesinin mükerrer kararlarına rağmen görevine iade edilmiyor. Yine Anayasa Mahkemesinin grev ertelemelerinin hukuka aykırı olduğu yönünde net kararları olmasına rağmen grev ertelemeleri sermayenin imdadına yetişiyor. Ülkede toplumsal kesimlerin kendi kültürlerini, kendi dillerini, kendi geleneklerini, yaşam tarzlarını özgürce yaşayabilmeleri, kendi demokratik haklarını kullanabilmelerinin önünde çok ciddi engel var. Kadın cinayetlerinin, çocuk cinayetlerinin, hayvan katliamının geldiği durum ortada. Yakın dönem için daha geniş bir mücadele hattına ihtiyaç var. Türkiye’de gelecek dönem için geniş bir emek ve demokrasi cephesine ihtiyaç var” diyor.

"KONFEDERASYONLAR ÖNERİMİZİ REDDETTİ"

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı geçen hafta üç konfederasyonun avukatları ile ‘sendikalaşma’ gündemiyle bir toplantı yaptı. Bu görüşmede Bakanlık temsilcilerinin ve diğer konfederasyon temsilcilerinin DİSK’in yetkiye itiraza ilişkin önerilerine karşı çıktığını belirten Atar, “Diğer işçi konfederasyonlarının bunu reddettiğini açık olarak, üzülerek belirtmek istiyorum. Bunun pratik içerisinde uygulanamaz olduğunu, işçilerin bir çatışma ortamı içerisinde bulunabilecekleri gibi birtakım görüşler ortaya koyuyorlar ama kişilerin iradesine başvurulmasını, işçilerin kendini temsil edecek sendikayı doğrudan açık ve şeffaf bir şekilde bir şekilde seçmesinin önünde, bence hiçbir görüşün ayaklarının yere basacağını ve bunu savunabileceklerini düşünmüyorum. Sermaye bunu talep edebilir ama işçi örgütlerinin bunu talep etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Tüm konfederasyonlar, yetkinin belirlenmesi sürecinin demokratikleşmesi için talepkar olmalı” diyor.

ÖNCEKİ HABER

Balıkesir’de kadın çiftçilere destek sözü

SONRAKİ HABER

İstanbul'da 34 ilçede ders saatleri düşürüldü, gerekçe gün ışığından daha fazla yararlanmak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa