Çalışırken ölmek-ölene kadar çalışmak
Sefalet ücretlerine, zamlara, yaşamın zorluğuna küfretmek yetmiyor. Direnmek, bir araya gelip mücadele etmek boynumuzun borcu artık.
![Çalışırken ölmek-ölene kadar çalışmak](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/274236.jpg)
Görsel: Midjourney/Fırat Turgut/Evrensel
Gebze'den bir işçi
Patron sınıfı; siz iyi bilirsiniz lüks otomobil modellerini, ayakkabı markalarını, yurt dışı turlarını, İsveç masajını, altın sırmalı viski kadehlerini, banka hesaplarını, döviz kurlarını, çekleri, senetleri, borsayı, yatı, katı, villayı, vergi ödememe yollarını, paranın kokusunu, işten atmayı, sendikasızlaştırmayı, paranın saltanatını, güç ve kudreti çok iyi bilirsiniz. Kaybetmek istemezsiniz!
Bir dönerci lokantasının önünden geçerken elinden tuttuğu yedi yaşındaki çocuğunun canı çekmesin diye elini hızla çekiştiren bir annenin akıttığı gözyaşlarını ise biz işçiler biliriz. Onlar bizim çocuklarımız.
Madenlerde, tersanelerde, inşaatlarda, marketlerde, lojistik depolarında, fabrikalarda, gezmek için değil sipariş yetiştirmek için bindiğimiz motosiklette kelle koltukta kan ter içinde çalışan da bizleriz. Bunun ne demek olduğunu biz işçiler biliriz. Bakmak zorunda olduğumuz ailelerimiz, okutmak arzusunda olduğumuz çocuklarımız için çekeriz bu kahrı. 10 saat, 12 saat ve bazen 14 saat çalışır çocuklarımızın yüzlerini bile göremeyiz. Unuturuz yüzlerini, gülüşlerini, ağlayışlarını. Eve ekmek götürme derdiyle kadın-erkek katlanırız bunlara.
Çoğumuz asgari ücrete, kimimiz üç beş kuruş fazlasına çalışırız. Dünyanın yükünü yıkarlar sırtımıza, ödedikleri ücret ay sonunu bile getirmez. Saniye, saniye izlerler her hareketimizi, kaç dakika mola verdiğimizi, günde kaç kere tuvalete gittiğimizi, ne kadar iş çıkardığımızı yemek molasından geç dönüp dönmediğimizi. Yani tüm mesaimizi didik didik edip azami performans isterler. Ama ücretlerimiz asgari.
Düşünüp dururuz, aldığımız maaşla ay sonunu nasıl getireceğimizi, gıdanın, giyeceğin en ucuzunu nerede buluruz, başımızı sokacak en ucuz kiralık evi nasıl buluruz, kışın doğal gaz parasını, elektrik-su parasını, çocukların okul masraflarını nasıl öderiz diye düşünür de düşünürüz.
Bir çoğumuz fabrikalarda çalışırken sakatlandık, boyun, bel fıtığı olduk. Kopan parmaklar bizim parmaklarımız. İşçi cinayetlerinde biz hayatımızı kaybederken, patronların kasaları hep doldu. Memlekette bizlere akıl veren tuzu kurular hiç boş durur mu; kimi çay-simit hesabı yaptı, kimi ‘Porsiyonları küçültün’, kimi ‘Petekleri kısın’ dedi. ‘Çocuklarınızı okula değil, işe gönderin’ dediler, dediler de dediler…
Sabahın köründen, akşamın kör karanlığına kadar çalışıp evine ekmek götürme çabasında olan fakat yine de yetemeyen bizleri hiç gören var mı? Patronlar bizleri sömürür, azarlayarak işten atarken; kimileri de biz işçiler için ölüm fermanı olan yasaları el kaldır, indir onaylayarak, imzalayarak ceplerini şişirmeye, kasalarını doldurmaya devam eder. Patronlar için teşvik paketi açanların sıra biz işçilere, emekçilere gelince “Kuru ekmek yiyorlarsa aç değillerdir” dediğini duyduk. Özel jetlere, pırlantalara vergi yok, patronların vergi borçları siliniyor; bizlere türlü türlü yeni vergiler getirdiklerini gördük. Aldığımız maaş daha eve gelmeden kart borçlarıyla tükenirken, o karttan bu karta yüklenmeye çalışan bizleri, oturdukları kuş tüyü koltuklardan gören olur mu hiç?
Patron sınıfı ve onların hükümetleri ekmeğimize kan doğruyor. Ücretlerimiz çarşıda, pazarda kuşa dönerken, kıdem tazminatlarımıza da göz dikiyorlar. Ücretlerimizi artırmak, çalışma koşullarımızı iyileştirmek için sendikalaşmak istediğimizde işten atılıyoruz, hak aramak için greve çıktığımızda grevlerimiz yasaklanıyor. Ama patronlardan hesap soran yok.
Kiradan kurtulup bir ev sahibi olabilmek için bankalara hayatımızın 15-20 yılını ipotek ediyoruz. Çocuklarımızın eğitim masraflarını bile karşılamakta zorlanıyoruz. Bu düzen çocuklarımıza bir öğün ücretsiz yemeği çok görürken, çocuk yaşta işçi cinayetlerinde yaşamlarını yitiriyor çocuklarımız.
Ailemizle, dostlarımızla daha fazla zaman geçirmek istiyoruz, ama geçinebilmek için yaptığımız fazla mesailer bize zaman bırakmıyor. Demek ki çok çalışmakla büyümüyor ekmeğimiz, aksine küçülüyor. Bir de bakmışız saçlarımız ağarmış, belimiz bükülmüş, dizlerimizde derman, yarına umut kalmamış!
Hep sorunlarımızı dile getiriyoruz, elbette getirelim. Sefalet ücretlerine, zamlara, yaşamın zorluğuna küfretmek yetmiyor. Direnmek, bir araya gelip mücadele etmek boynumuzun borcu artık. Bugünden kaygılı, yarından umutsuz yaşamak istemiyorsak artık yeter. “Çalışırken ölmek-ölene kadar çalışmak”tan başka bir seçenek olmalı diyorsak birleşecek ellerimiz; işimiz, ekmeğimiz, özgürlüğümüz için.
Biz ekmeğimize, hayatımıza kan doğrayan bu sömürü düzenine razı değiliz, sessiz kalmayacağız. “Benim fabrikada her şey yolunda, diğer fabrikalar beni ilgilendirmez” diyemeyiz. Biz bir sınıfız, bir bütünüz ve hep birlikte olmak için elimizden gelen çabayı göstermek zorundayız. Çocuklarımızın gözlerindeki gülüş, yüreğimizdeki umut, söz başaracağız.
Evrensel'i Takip Et