20 Ekim 2024 04:37
Son Güncellenme Tarihi: 20 Ekim 2024 08:33

Sendikal bürokrasiye karşı işçilerin birleşik mücadelesi şart

"İşçi gibi yaşamayan, meslek edindikleri sendikacılık koltuklarından bürokratları indirmeden ayaklarımızdaki prangaları atamayız."

Fotoğraf: Hilal Tok/Evrensel

Paylaş

Kamu işçisi

Patron sınıfına karşı işçi sınıfının arasındaki mücadele çeşitli biçimleriyle sürüyor. 2002’de iktidara gelen AKP günümüze kadar çeşitli yasalar, değişiklikler, özelleştirmeler, düşük ücret, kıdem tazminatı gasbı gibi uygulamalarla işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin kazanılmış haklarına dönük saldırılarına hız kesmeden devam ediyor. İşçilerin bir sınıf olarak patron sınıfının karşısına yekpare biçimde dikilememesinin nedenleri arasında hiç kuşkusuz sermayenin kalkanı gibi hareket eden, siyasal iktidarların koltuk değnekliğini yapan sendikal bürokrasi de yer alıyor.

Özellikle “Sendikal bürokrasi AKP hükümeti döneminde günümüzde nasıl palazlandı” ve “Sendikal bürokrasiye karşı işçi sınıfı ne yapmalıdır” sorularına cevap aramaya çalışacağız. AKP hükümeti “Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar ile mücadele edeceğim” diyerek iktidara geldi. Siyasi ve ekonomik gelişmeleri dönemin patronlarının ihtiyaçları doğrultusunda kuran AKP, “özgürlükler”, “yoksulluğa çare” vaatleri ve işçi kitlelerinin, yoksulların partisi olacak bir maskeye bürünmüştü. Sözü çok uzatmayayım.

Bu süreçte, sendikalardaki mücadeleci anlayışlar yerine işçi sınıfının mücadelesini zayıflatmak, ön almak ve çatlak sesleri kesmeye çalışmak için, “bürokratik” anlayışın hakim olduğu sendikalar örgütlendi. Kimi sanayi bölgelerinde, özellikle Anadolu sermayesiyle birlikte Hak-İş, AKP eliyle palazlandırıldı. Ülkenin dört bir yanında çeşitli kamu iş yerlerinde örgütlülüğü bulunan Türk-İş içerisinde mücadeleci kesimler yok edilmeye çalışılıp, sendikal bürokrasi bilinçli bir biçimde örgütlendi.

Kamuda birçok kurumda işe alımlarda eş-dost-akrabalara öncelik verildi. Sendikalar işe alım şubeleri gibi çalıştırıldı. Mülakat komisyonlarına isim listeleri sunulması süreci güçlendirdi. Sendikalarda yönetimlere AKP hükümetine en yakın, en fazla nüfuz edenler getirildi. Çünkü sendika içerisinde hoşnutsuzları en aza indirmeyi kendine görev biçmiş sendikal bürokrasinin güç kazanması gerekiyordu. Delegelerin belirlenmesi, iş yeri temsilcilerin atanması da sendikal bürokrasinin planıydı. İşçiler sınıfsal değil eş dost, hemşericilik, sağ-sol, Türk Kürt gibi bölünmelerle etkisiz kılındı.

MÜCADELECİ İŞÇİLER İŞTEN ATILDI

Kamuda kritik işletmelerde (Demir çelik, SEKA, TEKEL, şeker fabrikaları ve epeyce uzun bir liste) özelleştirme AKP hükümetleri döneminde gerçekleştirildi. Özelleştirme politikalarıyla birlikte kamuda çalışan işçi sayısında da düne oranla bir düşüş yaşandı. Geçmişte kamuda örgütlü olan sendikalar, Sivas’ta, Karabük’te demir çelik fabrikalarında özelleştirme sonrası bir dönem TİS imzalayamadı.

Ülkenin ‘kalesi’ olarak bilinen askeri fabrikalar, demir yolu işletmelerinde eş güdümlü bir ücret skalası ve mücadelesi gerçekleşiyordu. Günümüz açısından hem metal patronları hem kamu işverenleri AKP hükümetiyle bu tabloyu tamamıyla değiştirdi. Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası (TÜHİS) ve AKP hükümeti, başta kamu olmak üzere ‘kale’ denilen iş yeri ve işletmelerde; sınıfı parçalamak üzere hak kayıpları yaşamasına neden olacak yasalar ve düzenlemeler yaptı. Sendikal bürokrasi eliyle mücadeleci işçiler işten atıldı. Sendikalar mücadeleci işçilere değil, koltuk sevdalısı, hükümet yanlısı kişilere bilinçli şekilde bırakıldı. Süreç içerisinde şubelerden başlayarak, sendika genel merkezlerine sendikal bürokrasi anlayışını örgütleyecek ve sınıf mücadelesini uzlaşmacı ve biat eden çizgiye çekecek, ‘göstermelik’ sendikacılık yapacak isimler ve anlayışın mirası bırakıldı.

KOPYALA-YAPIŞTIR TİS’LER

Kemal Derviş programının sürdürücülüğünü üstlenen AKP hükümeti, işçi sınıfının örgütlenme girişiminde başat rol oynayan sendikaların içinin boşaltılmasına büyük katkılar sundu. Gelinen noktada kamuda işçilerin önü kamu çerçeve protokolü (KÇP) anlaşmasıyla kesilmeye çalışıldı. KÇP ile son 15 yıldır çerçevenin dışına çıkmayan kara yolu, demir yolu, askeri iş kolu ve diğer iş kollarında örgütlü olan sendikaları yönetenler, işçileri kendi açıkladıkları yoksulluk sınırının yarısına denk gelen ücrete mahkum etti. Kamuda ve özelde; kopyala-yapıştır imzalanan TİS’ler, işçilerin onayının alınmaması, sendikalara güvensizliğin başlıca nedenlerinden biri oldu. Gidişat tam da patron, hükümet ve sendikal bürokrasinin planına denk düşüyordu.

Grev yasakları, OHAL ilanı, darbe girişi, patlayan bombalar, uluslararası sermayelerle girilen ilişkiler, ekonomideki kötü gidişat, işsizlik var dinelerek verilen gözdağı vs. diye uzayıp giden süreç, tek adam rejimi ile birlikte artan baskı ve sömürüyle sürüyor. Ülke genelindeki ekonomik kötü gidişat, işçi kitlelerini irili-ufaklı fabrikalarda sendikalaşmaya, TİS’lerde tepki göstermeye, itiraz seslerini yükseltmeye, ek zam istemeye itti. Ancak lokal ve parçalı olarak süren işçi mücadeleleri, birleşik bir mücadele hattına girmedi.

SÜRECİ İŞÇİLERİN ELİNE ALMASININ BELİRLEYİCİLİĞİ

Hatırlayalım: 2011 yılında “taşerona kadro” talebiyle tabandan gelen baskıya dayanamayan sendikal bürokrasinin temsilcileri Ankara’da mitingler, eylemler yapmak zorunda kalmıştı. Aradan 13 yıl geçti. Aynı sendikal anlayış Ankara’da “Zordayız, geçinemiyoruz” adı altında miting yapacağını açıklamak durumunda kaldı.

Askeri iş kolu ve diğerlerinde gelişen ek zam talepleri, insanca yaşamaya yetecek ücret ve çalışma koşulları talepleri kısa zamanda dalga dalga yayılmasaydı bu eylem kararı bile alınmazdı. İşçiler olarak gücümüzün farkında olmalıyız. Şimdi sorunlar çözülmezse sırada iş bırakmalar ve genel direniş hattı ihtimalini de düşünmemiz gerekir.

Üretimi ve hizmeti etkileyecek, hayatın akışını durduracak eylem kararlarının alınmaması, basın açıklamaları, birkaç yerde mitingler, bir saatlik iş durdurmaların yeterli olmadığında hemfikir olmalıyız. Merkezi bir mitingle de sorunu çözemeyiz. Fakat açılan gedikten faydalanan işçi sınıfı ve emekçi kitleler olmalıdır. Mitingler önemlidir fakat ileri ve öncü işçilerin, kendi sınıf çıkarına uygun işçi hareketine yön veren, haklarını yedirmeyen ve yeni haklar elde eden bir noktada ısrarcı olması gerekiyor. Düne kadar hükümete, patrona ve sendikal bürokrasiye var olan tepkisini “Allah’a havale eden”, “küfürler savuran” şeklinde dile getiren işçilerin bu noktadan çıktığını söylemek yanlış olmaz.

İŞÇİLER SENDİKAL BÜROKRASİ KARŞISINDA NE YAPIYOR?

Gelinen noktada; hem kamuda hem özelde TİS süreçleri yeni yıl itibarıyla görüşülecek. 700 bin kamu işçisi ve özelde çalışan on binlerce işçi hem patronlarla, hem hükümetle hem de sendikal bürokrasi ile yüz yüze kalacak. Milyonlarca işçiyi ilgilendiren sürecin ta kendisi iki sınıf arasındaki güç dengesini ortaya çıkaracak. Sınıfın örgütlü kesimlerinin başlattığı mücadele parçalı ve lokal olarak sürse de, birleşmeye olan ihtiyacı tartışmaya mecburdur. Çünkü birleşemeyen, geniş işçi kitleleri tarafından sahiplenilmeyen süreç kaybetmeye mahkumdur.

ÖNCÜ-İLERİ İŞÇİLERE BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR

Askeri iş kolunda çalışan işçilerin Ankara mitingi, sendika genel merkezi ve konfederasyon tarafından engellendi. Bu engel sendikal bürokrasinin ne ilk ne son engeliydi. Binlerce işçinin tabandan gelen tepkisi büyüdü ve sendikal bürokrasiyi mitingler yapmaya zorladı. Miting kararını değerlendiren işçiler; “Tepkiyi azaltmak”, “İşçinin öfkesini bir nebzede olsa dindirmek için yapılıyor” dese de, öncü-ileri sınıf bilinçli işçilerin hareketi yönlendirmesine, işçilerin öfkesinin ve mücadelesinin doğru yere kanalize edilmesine olan ihtiyaç sürüyor. Biz öncü işçilere düşen görev de budur.

Sendikal bürokrasinin temsilcisi konumunda olan genel başkanlara istifa çağrıları sürdürülmeli, miting sonrası hükümetin ve patronların geri adım atmaları için iş yerlerinde sözleşme süreçlerini biz işçilerin yönetmesi, sürçte aktif rol oynayacak komiteler kurmak, var olan komiteleri güçlendirmek, TİS sürecine ve sonrasında da örgütlü işçi kitleleri olarak bir arada olmak hayati önem taşıyor.

DENEYİMLERİNDEN SONUÇLAR ÇIKARMALIYIZ

Genç işçilerin deneyimsizliğinden yararlanan sendikal bürokrasi, gelinen süreçte özelde ve kamuda; sorgulayan, hesap sorma nüveleri taşıyan genç işçi kuşağına karşı duramayacak. Sendikal bürokrasi, hükümet ve patronlar için tehlike olarak görülen işçi kuşağının örgütlü kesimler haline getirilmeden süreci başarıya ulaştırmak mümkün değil. Ücret başta olmak üzere, kıdem hakkı, esnek çalışma modeli, iş güvencesi, çalışma koşulları, İSG önlemleri, yemek ve servis sorunları vb. acil talepler etrafında bir araya gelmek, tarihsel deneyimlerden faydalanarak işçi sınıfının gücünü açığa çıkarmak hepimizin görevidir.

Sözleşme taslaklarının işçilerle birlikte iş yeri, iş yeri; bölüm, bölüm; vardiya, vardiya hazırlanması, önerilerin sınıfın ileri kesimleriyle birlikte örülmesi, işçinin onayı alınmadan TİS’lere imza atılmaması ve sonrasındaki örgütlülüğün korunarak devam edilmesini sağlamak boynumuzun borcu olmuştur.

Son olarak, bürokratik anlayış karşısında; sınıf sendikacılığını savunmalıyız. İşçi gibi yaşamayan, meslek edindikleri sendikaların koltuklarından bürokratları indirmeden ayaklarımızdaki prangaları atamayız. Sendikacı işçi gibi yaşasın, aldığı maaş işçi kadar olsun, sendikaları ticarethane gibi kullanmayın deme zamanıdır. İş ekmek özgürlük mücadelesi için harekete geçelim arkadaşlar…

ÖNCEKİ HABER

Biz bu dünyaya sefalet yaşamak için gelmedik

SONRAKİ HABER

Beklersek nefesimizden dahi vergi alacaklar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa